10 Ekim 2015 Ankara katliamının 6. yılı geride kaldı. Türkiye siyasi tarihinin AKP dönemindeki en büyük katliamı. 103 insanımız öldü, binlerce insanımız yaralandı, yaralılar hastanelere sığmadı.

Türkiye’nin 2013-2015 çözüm sürecinden hızla uzaklaştığı günlerde, IŞİD’in bu defaki katliam adresi, emek ve demokrasi güçlerinin barış mitingi oldu.

Seçim sonrası yeni hükümet kurulamamış, ülke seçim hükümetiyle zorla yeni bir seçimlere sürüklenmişti. Ortalık tozdumandı, siyasi belirsizlik hakimdi.

Dört ay önce yapılan seçimlerden iki gün önce, 5 Haziran 2015 tarihinde Diyarbakır’da HDP’nin mitingindeki katliamdan istenen sonucu elde edemeyenler, bu kez belki de dünyada ilk kez bir barış mitinginde büyük bir katliam gerçekleştirdiler.

Bütün dünyayı sarsan IŞİD saldırıları, Türkiye’nin siyasi sürecine açık müdahale olarak sık sık ve çok rahat gerçekleşmeye başlamıştı. Bir anlamda beklenmeyen bir IŞİD eylemi değildi.

Bu dönem Türkiye’nin siyasi direksiyonunun başında bugün Gelecek Partisi lideri olan Ahmet Davutoğlu bulunuyordu.

Ahmet Davutoğlu ve partisi, bugün mevcut iktidara sert eleştiriler yöneltiyor. Ancak muhafazakâr Kürt seçmende ve iktidar muhaliflerinde en az ilgi gören parti veya lider olma eşiğini aşamıyor.

Bunun nedenini, 10 Ekim günü yaptığı twitter paylaşımındaki siyasi yaklaşımda görebiliriz.

Davutoğlu’nun yaptığı “Terör Geleceğimizi Karartamayacak! 10 Ekim Ankara Garı terör saldırısının yıl dönümünde yaşamını yitiren vatandaşlarımızı rahmetle anıyor, geride kalan ailelerine sabır diliyorumTerörle huzurumuza, birliğimize kastedenler asla amaçlarına ulaşamayacaklar” paylaşımı, tıpkı eski Milli Güvenlik Kurulu bildirileri niteliğinde.

10 Ekim 2015 tarihinde, ülke bu büyük vahşeti yaşadığı dönemde başbakan olan kişinin muhalefet lideri iddiasıyla kocaman laflar etmesi, ama geçmişine dair tek bir özeleştirel söz söyleme cesareti gösterememesi, muhalifliğinin sınırı oluyor.

Bu istisnai bir durum değil. Davutoğlu şimdiye kadar kendi bakanlığı ve başbakanlığı dönemine ilişkin en küçük bir özeleştiri yapmış değil. Bütün kötülüklerin, yanlışların kendisinden sonra olduğunu iddia etme kör cesaretiyle davranıyor. Diğer partilerin durumlarının Ahmet Davutoğlu’ndan çok farklı olmadığı da bir gerçek.

Şaşırdık mı veya başka bir şey beklemek gerçekçi mi? Tek kelimeyle değil. Türk siyasetinin genlerinde geçmişle yüzleşme, yanlışlardan arınma diye bir şey yok. Siyasal kültürde bu konuda bir değişim ve ilerleme yaşanmadan ne eleştiri özeleştiri mekanizması işletilebilir, ne de bu örnekte de görüldüğü gibi geçmişin yanlışlarının tekrarından kaçınılabilir.

Türk siyaseti aynı döngü içinde kendini tekrar ediyor. Her siyasetçi zamanı geldiğinde bir anda Tansu Çiller, Deniz Baykal; her güvenlik bürokratı Doğan Güreş, Mehmet Ağar oluverebiliyor.

Türk siyasetçileri bu günlere toplumsal gerçekle, adaletle hiçbir ilişkisi olmayan, kendi hakikatlerini yaratarak geldiler. Şimdi de  bu uydurdukları “hakikate” toplumun  zor, yalan, ve şiddet yoluyla rıza göstermesi için çabalıyorlar.

İnsancıl hukuk ve evrensel değerleri içselleştirmeyenlerin, bu eksende siyaset yapmayanların, toplumsal siyasal faydayı değil özelleştirilmiş fayda siyasetini temel alanların başka bir şey yapabilmesi zaten pek mümkün değil.

Geçmişle yüzleşme; hakikate ulaşma, adaleti ve toplumsal barışı gerçekleştirme amacıyla yapıldığında, siyasal kültür değişir. Cezasızlık politikasını sürdürme, mağdur öfkesini siyasal faydaya dönüştürme, sadece pragmatist bir şekilde geçmişle yüzleşme ise yaraların kanamasına, yas tutanların, mağdurların kendilerini iyi hissetmemelerine yol açar, daha büyük toplumsal sorunları biriktirir.

10 Ekim Ankara katliamının yargı süreci; tıpkı Lice, Roboski, Suruç gibi bunun tipik bir örneğini oluşturuyor. Hakikat ve adalet karartılıyor.

Birçok yönden iktidara benzeyen muhalifler, bir nedenle bir gün belki iktidar olabilirler ama büyük toplumsal yaraları iyileştirmeyi başaramazlar. Türkiye’de çok sık rastlandığı gibi, çoğu kez yaranın kabuk dahi bağlamasına izin vermeden, yeni ve daha derin yaralara vesile olurlar.

Geçmişle yüzleşemeyen, siyasal cezasızlık politikalarına son veremeyen, hakikate ulaşma ile adaleti sağlama arasındaki güçlü bağları sağlayamayan siyasetin 21. Yüzyılda ömrü kısa oluyor.