12 EYLÜL; İNSANIN İNSANA ETTİĞİ…

Demin bir filmden bir sahne izledim. Kürt bir anne, cezaevindeki oğlunu ziyarete gitmiş. Türkçe bilmiyor! Lakin, sadece Türkçe konuşmak zorunda. Oğlunun adını soyadını söyleyip, “nasılsın?” demeyi öğretmişler. Bütün görüşme boyu oğluna, “Kamer Ateş, nasılsın?” dedi durdu çaresizce. 
Başka da bir şey diyemedi…
Ben, babamı ziyarete bile gidemedim! Erkekler gittiler az çok da, ben ve annem bir kere Diyarbakır’a gittik; 
12 Eylül öncesi, Urfa’da avukatlık yaparken babam, o sırada hakimlik yapan biri vardı. Ailecek çok samimi görüşürdük. Kızları arkadaşımdı. Birlikte çok vakit geçirirdik ailecek. Sonra Diyarbakır’a atandı. 
Her neyse, gittik Diyarbakır’a. 
Hayal meyal hatırlıyorum, arka bir sokaktan geçtiğimizi. Sonra annem anlatınca birleştirdim o sahneyi kafamda. 
O hakim, korkmuş ve görmemize yardımcı olmamış. Annem, bizi arka sokaklardan geçirip, gerisin geriye Urfa’ya yolladığını söylemişti. 

Çünkü, bizimle görünmekten korkmuş!

Eşini görmek isteyen bir anneden ve babasını görmek isteyen küçük kız çocuğundan bile korkulmuş!
Babam yıllar sonra cezaevinden çıkıncaya kadar ben hiç görmedim babamı. 
Babam içeri girdiğinde kız kardeşim 3 aylıktı (bu ülkenin çalan çırpan pislik insanları yüzünden kardeşim de yar olmadı ya bize, 17 yaşında verdik toprağa kardeşimi de. Bir gün belki cesaretim olursa, onu da anlatırım. Babam ölünceye kadar, kardeşime karşı vicdanı hep huzursuz yaşadı. Ona, yeteri kadar babalık yapamadım diye. Oysa senin ne suçun vardı ki, adı bile sırtımı dayadığım dağ olan babam…). 
Babam çıktığında artık yürüyüp konuşuyordu kardeşim. Tanımadı babamı, aylarca gitmedi babama. 
Hatırlıyorum….
İlk buluşmalarında, kardeşim ağlayıp gitmedi babamın kucağına, ağlamıştı babam…
Ha bu arada, biz çok da iyi Türkçe konuşuyorduk…
Benim hikayemin bin beterini anlatacaklar var maalesef…
Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi diye bir belgesel çekilmişti. İlk gösterimi baronun bir salonunda yapıldı. Ben daha avukatlığa yeni başlamıştım. Organizasyonu yapan arkadaşlar, beni aradılar. Babam da belgesel de yer alanlardan olduğu için, “gelip bir kaç şey söyler mi?” dediler. 
Gittik babamla gösterime…
Arka sıramda, Ermeni bir ailenin yanına oturdu babam. Oğulları cezaevinde işkenceden ölmüştü! 
Belgeselde, fare yedirildikten sonra koğuşuna gidip, ranzasının üstüne çıkıp “Ben böyle onursuzca yaşamaktansa ölmeyi tercih ederim” diyip, boğazını kesip, mucize eseri kurtulan biri konuşuyordu, babam, bu benim arkadaşım dedi bana.
Daha anlatacak çok şey var da… Anlatmakla bitse keşke, geçse gitse acılar, insan insana bunu etmekten vazgeçse keşke…