Önce şunu vurgulayalım; örgütlü güçler yenilmezdir.

Bunun en somut göstergesi Boğaziçi Üniversitesindeki direniştir. Kayyum Rektör Bulu, geldiği gibi geri gittiyse, atandığı gibi bir gece yarısı kararnamesi ile görevden alınmışsa, bu 6.5 aydır dinmeyen direnişin kazanımıdır. O halde ne darbe ne diktatörlük çabaları ne kayıp silahlarla korkutma ne başka bir hesap… Hiçbir gayrimeşru çaba ve girişim halkların gelecek güzel günlerini karartmaya yetmeyecektir.

Şimdi 15 Temmuz’dan başlayalım: O gece Erdoğan, “Darbe Allah’ın bize bir lütfudur” demişti. Olası gelişmeleri önceden biliyorlardı, izlediler. Karmaşa derinleştirildi, 251 kişi hayatından oldu, yüzlerce insan yaralandı, zamanı gelince müdahale ettiler, gösteri yaptılar, mağduriyet yarattılar ve durumu fırsata çevirdiler. Karanlık bir darbe gecesi yaşandı, aydınlatılması için gösterilen çabalar AKP eliyle engellendi, engelleniyor. Komisyon raporları gizlendi. MİT müsteşarı ve genelkurmay başkanı TBMM’de bilgi vermeyi reddetti. Rantını yemeye devam ediyorlar.

Güya darbe girişimi karşısında demokrasi galebe çalmıştı. Oysa 15 Temmuz’dan hemen sonra hızla OHAL ilan edilerek darbeyi aratmayan bir sürece adım atıldı. 130 bin dolayında çalışan ihraç edildi. İşkence, hukuksuzluk olağan hale getirildi. “Bölücülük ve terörizm” söylemi eşliğinde tüm hak ve özgürlükler yok edildi. Halkın yüzde 60, 70, 80 oy desteğiyle seçilmiş belediye eş başkanları görevlerinden alınarak onlarca büyükşehir, il ve ilçe belediyesi gasbedilerek, kayyumlar atandı. Yargı güdümlü hale geldi. İktidarın hedef gösterdiği muhalif siyasiler, aydınlar, akademisyenler, yazarlar, gazeteciler hedef seçildi. Muhalif olduğunu belli eden her yurttaş yargının hışmına uğradı. Gözaltı, tutuklama hapis bir yönetme biçimi oldu. Hükümete muhalif olan demokratik güçlerin kazanımları hedef alındı, gazeteler, televizyonlar kapatıldı. Baskıcı, despot, tek adam yönetimi altında büyük acılar çeken bir toplum yaratıldı. Tek adam rejimi tahkim edildi.

Darbe girişimcileri o gece başarılı olsaydı bu geride kalan beş yılı Erdoğan iktidarından farklı değerlendirmezdi her halde. Şimdi olağan seçim sürecine 2 yıl kalmışken, bir torba yasayla OHAL yetkilerini 3 yıl daha uzatmak istiyorlar. Gözaltı süresi 12 gün olacak, kamu görevlilerinin ihracı KHK’ye gerek olmadan sağlanacak ve TMSF’nin şirketlere el koyması, kayyum ataması mahkeme karar olmaksızın gerçekleşebilecek. Yani “çökmeler, “FETÖ borsası” hileli, şaibeli, hukuksuz işler devam ettirilmek, seçime OHAL koşulları içinde gitmek isteniyor.

“Kayıp silahlar” meselesine gelince, ortakların kavgası üzerinden Türkiye halklarının teslim alınması çabası sürüyor. Darbenin fırsatlarından biri de dağıtılan silahlardır. Yüz binden fazla silahın “Kaybolduğu” söyleniyor. Bu silahların, devletin ve AKP iktidarının bilgisi dahilinde olduğu sır değil. Bu, 20 tümene denk geldiği söylenen bir miktar. SADAT’ıyla, kurulan bekçi ordusuyla, Cübbeli’nin söylediği gibi silahlandırılan selefi örgütleriyle Türkiye halkları korkutulmak isteniyor.

Öncelikle şunu belirtelim, örgütlü halkları, işçi ve emekçileri değil 20 tümenlik çeteler, ordular bile yıkamaz. Tarihte bunun örnekleri çoktur. Kanla, katliamlarla halkları korkutmak, esir almak olası değildir. Haklı hiçbir dava er ya da geç zafer kazanmaktan alıkonulamaz.

Ancak, organize suç örgütü liderlerinden Peker’in isim ve yer belirterek açıkladığı ve o dönemin tanıklarından birinin de yeri ve zamanı doğruladığı bu ifşaatın ve yine Kılıçdaroğlu’nun hileli seçim sonuçlarına karşı halk öfkesinin sokağa taşması halinde silahların kullanılacağına ilişkin açıklamasının da açıklığa kavuşturulmasının sorumluluğu AKP’nin sırtındadır. Ve muhalefetin bu işin takipçisi olması, bunu bir mücadele alanına dönüştürmesi gereklidir.

Bir kez daha vurgulamak gerekir ki örgütlü ve özgürlüğe inanmış toplumu hiçbir iktidar dize getiremez. Bu daha şimdiden görülmektedir. Erdoğan’ın “Biz iktidarı bu beceriksizlere vermeyiz” mealindeki sözlerinin de örgütlü halkların mücadelesi karşısında bir kıymeti yoktur. Önemli olan örgütlenmektir. Demokratikleşme mücadelesini, emek, eşitlik ve özgürlük kavgasını yükseltmektir. Bu idealler uğruna ayağa kalkmış halkların karşısında hiçbir yönetim başta kalamaz.

Bunun en somut örneğini Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, öğretim görevlileri, çalışanları gösterdi. Kayyum Bulu, altı ay sonra her şeyin istediği gibi olacağını söylemişti. Ancak altı ay sonra Bulu’yu atayan Erdoğan, Bulu’nun haberi bile olmadan onu görevden geri aldı.

Bu gelişme akademisyenlerin, öğrencilerin, tüm çalışanıyla, eski mezunlarıyla BOÜ’nün başarısıdır. Dayanışma sonuç verdi. Bu başarı, “Barış İçin Akademisyenler” direnişinden sonraki büyük direniş ve zaferdir.