BÖYLE OKUMUŞTUM (8) Haftanın son günü için hazırlıklarımızı tamamlayarak, Kıbrıs Caddesine kadar yürümek istedik. Avludan dışarı çıktığımız anda, ev sahibimizin oğlunun dahil olduğu, sopalı, bıçaklı, satırlı büyük bir kavganın ortasında bulduk kendimizi.

 

 

BÖYLE OKUMUŞTUM (8)
Haftanın son günü için hazırlıklarımızı tamamlayarak, Kıbrıs Caddesine kadar yürümek istedik. Avludan dışarı çıktığımız anda, ev sahibimizin oğlunun dahil olduğu, sopalı, bıçaklı, satırlı büyük bir kavganın ortasında bulduk kendimizi. Tarafları sakinleştirebileceğimizi düşünerek, müdahale etmeye çalıştık. Ancak bu işin bizi aştığını görünce, evimize geri döndük. Bu kavgadan tırsmıştık. Dışarıdaki, küfür, tehdit ve bağırmalar evimizde adeta yankılanıyordu. Ya bize de, saldırılarsa kaygısıyla iyice korkuyorduk. Bu nedenle tahta kapımızın tahta mandalını çevirerek güvenlik tedbirini en üst aşamaya taşıdık. Saatler süren kavgadan sonra, biraz ders çalışarak, geceyi tamamladık. Cuma günü ilk iki saat dersimiz, Teknik Resimdi. Vahit Kirişçi Hocamız, tutum ve davranışlarıyla, öğrenciler arasında ayrım yaptığını artık iyice hissettiriyordu. Sonrasında bu durum vize notlarımıza da yansıdı. Konu ile ilgili durumu Bölüm Başkanına iletmek üzere üç kişilik bir heyet oluşturduk. Bu heyetin içerisinde ben de vardım. Bölüm Sekreterliğine bilgi vererek Bölüm Başkanı ile görüşmek istediğimizi ifade ettik. Bölüm Sekreterinin, Bölüm Başkanının odasına girmesi ve bizi içeri alması bir oldu. Yusuf Zeren Hocamızın, karşısında Ali Ertaş arkadaşımız söz alarak, Teknik Resim dersinde Vahit Kirişçi Hocamız tarafından ayrımcılığa tabi tutuluyoruz. Yani sol görüşlü olabileceğini düşündüğümüz bütün öğrencilere sınavlarda düşük not veriyor” deyip konuyu özetle ifade etti. Yusuf Hoca da; “ rahat olunuz, gerekli incelemeleri yaptıracağım” diyerek bizi gönderdi. Bir sonraki derste de Vahit Hocanın tutumu aynıydı. Vahit Hocamızın bu tutumu Teknik Resim, final sınavına da yansımıştı. Sınavda yüksek not bekleyip, bütünlemeye kalan çok sayıda arkadaşımız vardı. Tekrardan aynı heyet olarak, Bölüm Başkanı Yusuf Zeren’le görüştük. Yüksek not bekleyen arkadaşlarımızın isim listesini verip, sınavların yeniden değerlendirilmesini talep ederek, dışarı çıktık. Talebimiz dikkate alınmamıştı. Hiç beklemediğim şekilde, birçok arkadaşım gibi ben de Teknik Resim dersinde bütünlemeye kalmıştım. İlk dönemi, Teknik Resim ve Botanik derslerinden, bütünlemeye kalarak tamamladım. Üniversitenin genelinde tüm fakülteler üç haftağına tatil edilmişti. Benim için tatil süresi bütünlemeye kaldığım dersler nedeniyle, iki hafta idi. Üniversite dönüşü, bugün ki yeri, Merkez Sabancı Camii olan Adana Otogarına giderek, Zengibar Seyahatle bir sonraki günün akşamı saat 23.30 için, Elbistan’ın Sevdilli köyüne kadar sürecek olan yolculuğumuzla ilgili biletlerimizi alıp, evimize gitmiştik. Evdeydik. Havalar soğuktu. İnceden inceye yağmur çiseliyordu. Oldukça heyecanlıydım. Kardeşlerimi, anne ve babamı, tamamı akraba olan köylülerimizi, arkadaşlarımı ve Fadime’mi görecektim. Fadime’yi düşündükçe heyecanlanıyor, otobüs saatini sabırsızlıkla bekliyordum. Yusuf da aynı heyecanları yaşıyordu. Yapacağımız yolculukla ilgili hazırlıklarımızı yaparken, kapımız tıklanmıştı. Kapıyı açtığımızda, Yıldız’ı gördük. Yıldız’ın elinde küçük bir yemek tenceresi vardı. Bize çorba getirdiğini ifade ederek, çorbayı bize verip, iyi akşamlar diyerek yanımızdan ayrıldı. Krom tepsimizin üzerine koyduğumuz çorba dolu tenceredeki çorbanın tamamını kaşıklayarak bitirdik. Çorba oldukça lezizdi. Âdete kendimizi ödüllendirilmiş hissettik. Teşekkürler Besime Yenge, teşekkürler Yıldız diyerek, uyku saatine kadar hararetli ve hummalı bir çalıma ile yapacağımız yolculukla ilgili eksikliklerimizi tamamlayarak, yere serdiğimiz yataklarımıza uzandık. İkimizde memleket heyecanı ile sabaha kadar yataklarımızda tepinip durduk. Sabah erkenden ikimiz uyanmış uzanmış olduğumuz yataklarda, köylerimizde yapacaklarımızla ilgili planlarımızı değerlendiriyordu. Çocuklar gibi şen ve mutluyduk. Güllü’yü de bir süreliğine görmeyecektik. Zaten, Güllüyle olan toplam ilişkimiz, kendimizle dalga geçmenin ötesini asla geçmedi. Yusuf’un önceliği, Tıp Fakültesini bitirip, istediği alanların birinde ihtisas yapmaktı. Bu nedenle Yusuf, düzenli, planlı, programlı çalışmayı, yaşam biçimi haline getirmişti. Hazırlıklar tamamdı. Heyecanla sırt çantalarımızı sırtlayarak otogara kadar yürüyerek gittik. Zengibar Seyahatin bürosunda bir süre oturarak aracın hareket saatini beklemiştik. Simsarın, “Ceyhan, Osmaniye, Maraş, Elbistan, Darende yolcuları kalmasın” uyarısıyla, orta sıralardaki ikili koltuğa oturmuş ve yolculuğumuz başlamıştı. Yolculuk süresince heyecan dorukta idi. 5 saat süren yolculuğumuzun sonunda, sabaha karşı saat 04.30’da Sevdilli Jandarma karakolunun yanında inerek, 15 dakika sürecek olan Gölpınar köyüne, karda yürüyerek gidiyorduk. Köyün tepesine vardığımızda, bize doğru havlayarak gelen köpeklere çok aldırış etmeden, Yusuf’ların evinin önüne kadar gelmiştik. Kapıyı birkaç defa tıklattıktan sonra Aynur Abla, kapıyı açmış ve bizler içeri girmiştik. Sonrasında Aley Teyze; “çocuklarım, canlarım gelmiş” diyerek sarılıp, öpmüştü. Aynur Abla, kurulu kuzine sobasına tezek doldurarak yakmıştı. Aradan geçen 10 dakika içerisinde içeriler iyice ısınmış, Aley Teyze ve Aynur Ablamızla konuşmalarımız koyulaşmıştı. Aynur Abla; “yatak sereyim birazcık dinlenirsiniz” önerisini ret ederek, teşekkür etmiştik. Aley Teyze ile bizler konuşurken, Aynur ablamız da kahvaltımızı hazırlamıştı. Kahvaltıyı bitirmiş oturuyorduk. Müsaade isteyip eve gideceğimi söyleyince, Aley Teyze, ısrarla “bugün bizde kal” diyordu. Aley Teyze, ısrarını sürdürünce, Yusuf; “O durmaz Fadime’sine gidecek” cümlesi ile birlikte, Aley Teyze, bu seferde “o da kim, o da kimmiş” gibi sorular sormaya başladı. Yusuf durumu, tekrardan uzun uzun Aley Teyzeye izah etmek zorunda kaldı. Ve sonrasında, müsaade isteyerek, eve gitmek üzere yola çıktım. Saat sabah 09.00 olmuştu. Köyün tepesine vardığımda bacaların yoğun dumanı, özgürce gökyüzüne doğru yükseliyordu. Damlardaki karı küreyenler dışında dışarıda kimse görünmüyordu. Köye iyice yaklaşmıştım. Dağlara, çevreye bakarak, köyüme duyduğum özlemimi gideriyordum. Evin önüne kadar gelmiş, açık olan dış kapımızdan içeriye kadar girmiştim. Odanın kapısını açtığımda, sobanın etrafında toplanmış ve oturmuş olan, annem, babam kardeşlerime teker teker sarılarak hasret giderdik. Kulaklarım, ayaklarım üşümüştü. Annem sobaya tezek ilavesi yaparak ısınmamı sağlamıştı. Çok mutluydum. Bir saat kadar sonra, amcalarım, halam, teyzem, diğer akrabalarımızda bize gelmişlerdi. Soba üzerinde fokur fokur kaynayıp, demlenen çaylar içiliyor ve bir yandan da köyümüzün milli vazgeçilmez “üçlü” oyunu oynanıyordu. Saatler süren bu birliktelikten sonra, aile fertleri olarak yalnız kalmıştık.40-45 civarında koyunumuz vardı. Koyunların akşam yemini ve suyunu vermek üzere, koyunların bulunduğu ağıla gittik. Önce hayvanları dışarı çıkardık, sonrasında yemliklerini temizledim. Babamda samanlıkta getirdiği samanı yemliklere boşaltarak eliyle düzeltiyordu. Ve aynı zamanda yemliklerdeki samanın üzerine yaklaşık olarak yarım külek arpa serpiştirdik. Ağılın dış kapısını araladığım an itibariyle koyunlar hızla yemliklerine yöneldiler. Ağılda bulunan metal leğene de iki helke su boşaltarak geri eve döndük. Akşam olmuştu. Annem veya Ayşe Ablam, gazla çalışan, fitilli idare lambamızı yakmıştı. Yanan sobanın etrafında oturarak, köyümüzdeki ve çevre köylerimizdeki, nişanlanan, evlenen gençlerinin isimlerini tek tek konuşuyorduk. Tam bu esnada babam, bana dönerek “Fadime, güzel ve akıllı kızdır ne dersin?” sorusuyla duygularıma tercüman olmuştu. Bu soruya, sessiz kalarak cevap veremedim. Ancak babam anlayacağını, çoktan anlamış olmalı ki, “bu iş bende” diyerek konuyu kapattı. Ali kardeşim henüz ilkokula gitmiyordu. Mehmet Mustafa kardeşim ise sanırım 1. sınıfta okuyordu. Mehmet Mustafa, lambanın ışığında, alfabesini heceleyerek sesli okuyor ve adeta ben buradayım diyordu. Mehmet Mustafa ile biraz ilgilendim.
Mustafa Abim, Hörü Ablam ve Kelo Abim evli idiler. Mustafa Abim ve Kelo Abim Gaziantep’te, Hörü Ablam ise, köyümüzde ikamet ediyordu. Yedikardeş, annem ve babamla birlikte dokuz kişi olarak evdeydik. Yere serilen yün yataklara ikişer kişi girerek uyumuştuk. Saat sabahın altısında hep beraber uyandık. Ayşe Ablam, yatakları kaldırırken, babamla birlikte koyunların yemini vermek üzere koyunları bulunduğu ağıla gittik. Koyunları yemleyerek eve döndük. Annem ve Ayşe kahvaltıyı hazırlamıştı. Soba üzerinden kızartılmış yufka ekmeğin içine önce tereyağını eritiyor sonrasında çökelek ilavesi ile birlikte ekmeği dürüp afiyetle yiyorduk. Köyde tükettiğimiz her şey doğal ve kendi ürettiklerimizdi. Sofrada çok çeşit kahvaltılık olmasa da, yediğimiz her şeyin farklı bir tadı ve insanı rahatsız etmeyen bir lezzeti vardı. Köyde idim ancak, Fadime’yle henüz görüşememiştim. Fadime, amcamın kızıydı. Fadime’yi görmemin yolu amcamlara gitmemde geçiyordu. Evden dışarıya çıkmıştım. Sonrasında da Elif Halamlara gittim. Halamlar kalabalıktı. Erkekler halamlarda toplanmış, üçlü oyununu oynuyorlardı. Seyirci olarak, büyük bir keyifle, bir müddet oyunu bende izledim. Oyun oynayan ekip, evlerine dağılırken bende direk amcamlara gitmeye karar verdim. Amcamların evleri iki katlı idi. Alt kapıyı iteleyerek içeri girmek istedim. Kapı açılmayınca kilitli olduğunu anlamış ve kapı tokmağı ile kapıyı tıklatarak birilerin gelip kapıyı açmasını bekledim. Kapıyı açmak için tahta merdivenlerde inenin ayak tapırtılarını duyuyordum. ”Kim o” sesiyle birlikte, Fadime’m kapıyı açmıştı. Fadime’nin yanaklarına bir öpücük kondurarak, birlikte ahşap merdivenlerden üst kattaki, oturma odasına kadar gittik, kuzine sobasının etrafında oturan, yengemin ve amcamın elini öperek, bende sobanın sağında bulunan minderin üstüne oturdum. Fadime ise aynı odada kurulu bulunan, halı tezgahında önüne oturmuştu. Dokumuş olduğu yün yastıkları dokumaya devam ediyordu. Kirkitin “kirtim kirt” sesi ve makasın takırtısının eşliğinde yengemin ikram ettiği çayları içerken, amcam ve yengemle konuşuyorduk. Fadime’m ile ara ara, göz göze gelsek de, amcam ve yengemin yanında hiç konuşmadık. Fadime ile konuşmama halimiz
in daha ne kadar süreceğini düşünürken, amcam, bana dönerek “sen otur biz hayvanları yemleyip yarım saate kadar geliyoruz” diyerek yengemle birlikte oturduğumuz odadan dışarı çıkmışlardı. Odanın boşalması ile birlikte, kalp atışlarım hızlanmıştı. Ayağa kalkarak Fadime’me yaklaşmak istedim. Aynı anda Fadime ayağa kalkıp, elini uzatarak “hoş geldin, nasılsın?” sorusuyla birlikte, eli elimde kalan Fadime’me sen nasılsın diyerek yan yana, el ele önceden oturduğum minderin üstüne birlikte oturduk. Bütün içtenliğimle, saygım ve sevgimle Fadime’ye dönerek, Fadime’m seni çok seviyorum diyorken, Fadime’m de; “bende seni seviyorum” diyerek, duygularımızı, meramımızı ailelerimizden habersiz bir kez daha birbirimize hızla anlatmış olduk. Çok vaktimiz yoktu. Mesajlarımızın kısa ve netti. Fadime’nin yanında olmaktan çok mutluydum. Abidin Dino bile, o anki mutluluğumun veya mutluluğumuzun resmini çizemezdi diye düşünüyorum. Adana ve üniversite ile ilgili Fadime’min sorduğu soruları büyük bir zevkle anlatıyordum. Her an amcam ve yengemin gelebileceğini düşünürken, bir sonraki gün saat:10.00’da Hüseyin (Hutto) amcamlarda görüşmek üzere randevulaştık. Ahşap merdivenlerden gelen ayak sesleri ile birlikte, Fadime’m yanımdan kalkarak, tekrardan dokumuş olduğu halı tezgahının önündeki yerine oturdu. Amcam, sehpa üzerinde bulunan iskambil kâğıtlarını eline aldı ve kardıktan sonra, “gel, pişti oynayalım” önerisinde bulundu. 101’de bitecek olan “pişti” oyununda amcama yenilmiştim. Amcamlarda epeyce vakit geçirmiştim. Müsaade isteyerek ve iyi geceler diyerek amcamlarda ayrılırken, dış kapıyı tekrardan kilitlemek üzere Fadime’m de benimle birlikte alt katta inmişti. Fadime’min elini sıkarak yanaklarına kondurduğum öpücükle birlikte, koşar adımlarla, amcamlara yüz metre uzaklıktaki evimize gittim.
Sevgi ile kalın.