İSTANBUL- ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ RÖPORTAJ;  Barış İçin Akademisyenler'in "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle ’29 Nisan KHK 1672 sayılı KHK ile  ihraç edilen Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi'nden Yrd. Doç. Dr. Özgür Müftüoğlu'u Gazeteci Hamza ÖZKAN’nın sorularını yanıtladı…

ozgur muftuoglu ile ilgili görsel sonucu

Bize biraz kendinizden bahseder misiniz, hayata nasıl bakarsınız, nelere değer verir, neleri önemsersiniz, olmazsa yaşayamam dediğiniz şeyler nelerdir?

Ben bir sosyalistim ve aynı zamanda da sosyal bilimciyim. Dolayısıyla dünyaya toplumsal bir pencereden bakmaya çalışırım. Daha açık ifadeyle toplumsal sorunların sınıf çelişkileri üzerine inşa edilmiş olan kapitalist sistemden kaynaklandığını yani, sorunların sınıf temelli olduğunu ve bu sorunların çözümünün de sınıf mücadeleleri sayesinde gerçekleşebileceği düşüncesini savunurum. Gerek akademik gerekse toplumun çeşitli kesimleriyle yaptığım eğitim ve araştırma faaliyetlerini bu düşünce üzerinden şekillendirmeye gayret ederim. Bu çerçevede kapitalist sömürü düzenini deşifre etmeyi, bunun yarattığı toplumsal sorunları belirlemeyi ve sorunların çözümü için gereken mücadelenin koşullarını ve bu konudaki eksiklikleri ortaya koymayı amaçlarım. Bunu yaparken de kaçınılmaz olarak demokrasiyi, insan haklarını, adaleti ve barışı her platformda savunurum. Dolayısıyla sınıf mücadelelerinin yanı sıra ayrımcılığa uğrayan, ezilen kesimler, halklar ve onların hak mücadelelerini akademik çalışmalarımın bir parçası olarak görürüm. Öte yandan siyasal alanda sürdürülen çalışmaların içinde de yer almaya çalışırım.

Kanun Hükmünde Kararnamelerle(KHK) yönetilen bir ülke konumuna geldik Yeni Türkiye’de? KHK’lerle önce akademisyenler ihraç edildi ve her yeni kararnameyle birçok kişi işini kaybetti. Siz Marmara Üniversitesinden barışı korumak adına Bu Suça Ortak Olmayacağız Bildirisini imzaladığınız için KHK ile çıkarıldınız, üniversite ile yaşadığınız bu durumu bizler için değerlendirir misiniz?

Üniversite, bilgi üretmesi ve üretiği bilgiyi toplumla paylaşması gereken bir kurumdur. Bilgi üretmenin olmazsa olmaz koşulu, özgür düşünme ve bu düşünceyi tartışabilme ortamının varlığıdır. Eğer üniversitede özgür düşünce teşvik edilmiyor ve özgürce tartışma ortamı sağlanamıyorsa orada bilgiyi üretmenin de yaymanın da koşulları oluşmaz. Yani üniversite işlevlerini yerine getiremez. YÖK’le birlikte Türkiye’de üniversite, 12 Eylül darbe rejiminin gölgesinde devletin ama aynı zamanda da piyasanın yani sermayenin güdümü altına girdi. Özgür düşüncenin yerini bir taraftan milliyetçi, ırkçı, cinsiyetçi, dinci dogmalar alırken diğer taraftan neoliberal, piyasayı kutsayan dogmalar aldı. Giderek akademik özgürlükler sınırlandı ve üniversite işlevlerinden tamamen uzaklaştı.

Türkiye’nin parlamenter rejimden otokratik bir rejime doğru yönelmesi, demokrasinin olmazsa olmaz saç ayakları olan basın özgürlüğü, akademik özgürlükler ve örgütlenme özgürlüğü üzerindeki baskıları arttırdı. 7 Haziran seçimlerinin ardında çözüm masasının dağıtılıp, yeniden çatışma sürecine geçilmesi bu üçlü saç ayağına yönelik baskıların da gerekçesini oluşturdu. Ocak 2016’da yayınlanan “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirgesine yönelik devletin en başından gelen tepki ve ardından hedef haline getirilmemiz bu süreçte gerçekleşti. Burada hedeflenen doğrudan metnin altında imzası olan bizler değildik. Hedef akademik özgürlüklerdi, üniversitede zaten son derece zayıf olan sesin tamamen kısılmasıydı.

İmza metninin hedef haline getirilmesinin hemen ardından özel üniversiteler harekete geçti ve birçok özel üniversitedeki imzacı akademisyenlerin sözleşmeleri iptal edildi. Kamu üniversitelerinin birçoğu imzacılar hakkında soruşturmalar açtı. Marmara Üniversitesi de önce bizi resmi internet sayfasından hedef gösterdi ardından da hakkımızda soruşturma açtı. Ancak ortada yasal olarak hiçbir suç olmadığı için soruşturmaları sonuçlandıramadılar. Ta ki 15 Temmuz darbe girişimine kadar... Darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL ile Anayasa ve yasaların askıya alınması fırsat bilinerek, 1 Eylül 2016’dan itibaren KHK’lar yoluyla ihraçlar başladı. Marmara Üniversitesi de bu ortamı fırsat bilerek, hakkımızdaki soruşturmayı “sözde” tamamladı ve bizi YÖK’e ihbar etti. Bu ihbar üzerine önce 7 Şubat 2017’de çıkartılan KHK ile Marmara Üniversitesi’ndeki birinci imzacılardan benim dışımda emekli olmayanların tümü ihraç edildi. Ben de 29 Nisan KHK ile ihraç edildim.

Bu Suça Ortak Olmayacağız Bildirisinin içeriğinden bahseder misiniz, bu bildiriyi iktidar cenahı neden bu kadar tehlikeli buldu?

“Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisi barış içinde yaşama hakkını, insan haklarını ve hukukun üstünlüğü ilkesine riayet edilmesini talep eden bir metindir. Bu talepler, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve yasalarında yer alan düşünce ve ifade özgürlüğünün kullanılmasını içeren hükümlerin çerçevesi içinde ortaya konulmuştur. Bildirinin metni imzalayan akademisyenleri üniversitelerden ihraç edecek ve KHK çerçevesinde yurtdışına çıkışı yasaklayacak, herhangi bir akademik faaliyetine olanak tanımayarak ve ağır ceza mahkemelerinde terörle ilişkilendirmeye çalışarak yargılaması ve bu yönde hükümler verecek kadar siyasi iktidarın tepkisine mashar olmasının iki nedeni olduğunu düşünüyorum. Birincisi siyasi iktidarın yasalar içinde dahi eleştiriyi hazmedemeyip, düşünce ve ifade özgürlüğünü engellenmek istenmesidir. Diğeri ve bence daha önemli olanı da yukarıda da değindiğim gibi üniversitenin tamamen susturulması ve siyasi iktidarın güdümü altına sokulmasıdır. KHK ile üniversite yönetimlerinin doğrudan cumhurbaşkanı tarafından atanması da bu yöndeki çabaların diğer bir göstergesidir.

 Hızla genişleyen bir ihraç çemberinin içinde bulunca kendinizi nasıl bir haleti ruhiye yaşadınız, hayatınızda neler değişti ve değişen hayata nasıl uyum sağladınız ya da sağlayabildiniz mi?

Yaşanan ekonomik ve siyasal gelişmeleri yakından takip ediyorsanız, kapitalizmin gelinen süreçte krizlerini aşamayan halinin emek ve doğa sömürüsünü çok daha derinleştirme ihtiyacı içinde olduğunu görebilirsiniz. Emek ve doğa sömürüsünü derinleştiren politikaların demokratik koşullar içinde gerçekleştirilmesi mümkün değildir. Toplumun bu derinleşen sömürünün farkına varması ve buna karşı sesini yükseltmesinin engellenmesi gerekir. Bu da ancak toplumun gerçeklerle arasındaki bağı kopartarak ve bir biçimde gerçekleri öğrenmiş ve buna karşı çıkma potansiyeli olanların da örgütlenmesini ve mücadeleye girişmesini engellenerek yapılabilir. Böyle bir dönemde muhalif bir akademisyensen veya gazeteciyseniz ya da KESK gibi muhalif bir sendikada örgütlüyseniz iktidarın hedefinde olmanız şaşırtıcı değildir. Ben de bu süreci yakından takip eden biri olarak ihraç edilmeyi bekliyordum. Dolayısıyla şaşırmadım. Benim tek şaşkınlığım, Marmara Üniversitesi yönetiminin ihbar ettiği liste içinde sadece benim 7 Şubatta ihraç edilmemem olmuştu ki iktidar bu hatasını kısa sürede anladı ve iki buçuk ay gecikmeyle de olsa beni ihraç etti.

İhraç edildikten sonra üniversite mekanı dışındaki faaliyetlerime devam ettim. Makaleler yazdım, bildiriler sundum, işçilere, öğrencilere seminerler verdim. En önemli sorun tahmin edilebileceği gibi ekonomik koşullar oldu. Tek gelirim olan ücretim kesildi. Ama gerek Eğtim Sen gerekse akademi içinden ve dışından dostların dayanışması sayesinde bunu da geçiştirmeye çalıştım.

İhraç kararına itiraz ettiniz mi, hukuki süreç hakkındaki düşünceleriniz neler, Türkiye’deki hukuk kurumunun adalet işlevini yerine getirdiğini düşünüyor musunuz, Türkiye’nin hukuk karnesi ne durumda?

İhraç edilmemle ilgili olarak Eğitim Sen vasıtasıyla üniversiteye dava açıldı. Ayrıca OHAL Komisyonuna da başvurdum. Ancak sürecin hukuki hiçbir yanı olmadığı için siyasi iklimde demokrasi yönünde bir gelişme olmazsa hukuki girişimlerden bir sonuç elde edilebileceğini düşünmüyorum. Türkiye’de 16 Nisan 2017’de yapılan Anayasa referandumu ve 24 Haziran 2018 yapılan seçimler sonrasında “tek adam” rejimi resmiyet kazandı. Böylece uzun zamandır fiilen geçerli olan “tek adam”ın hukukun üzerinde olduğu bir yapı kuruldu. Böylesine bir yapı içinde yargı bağımsızlığından söz etmek olanağı da kalmadı. Çeşitli uluslararası platformların verileri de Türkiye’nin demokrasi ve insan hakları konusunda hızla gerilediğini somut olarak ortaya koyuyor zaten.

Marmara Üniversitesi’nden KHK’yle kaç kişi ihraç edildi, ihraç edilen diğer meslektaşlarınızla iletişiminiz var mı, birbirinize destek oluyor musunuz?

Marmara Üniversitesi’nde barış imzacısı 24 akademisyen ihraç edildi. 15 civarında arkadaşımız da emekli olmaya zorlandı. Bizim Marmara Üniversitesi’nden ihraç edilenler olarak özel bir iletişimimiz yok ama Eğitim Sen üzerinden tüm ihraçlarla iletişim halindeyiz. Dayanışma da yine Eğitim Sen üzerinden yürüyor. Ayrıca hakkımızda ağır ceza mahkemelerinde açılan davaları da yakından takip ediyor ve bu platformda da iletişim ve dayanışmayı sürdürüyoruz.

İhraç edildikten sonra maddi sıkıntıları nasıl aştınız, iş bulabildiniz mi, şu anda çalışabiliyor musunuz?

Yukarıda belirttiğim gibi sendikanın ve dostlarımın dayanışması sayesinde büyük bir maddi sıkıntı çekmedim. Ben ihraç edildiğim sırada emekli olabileceğim halde direnmeye karar vermiştim. Ancak hem sendika dayanışma için maddi sıkıntı çekmeye başladı, bu durumu daha fazla sürdüremeyeceğimi düşünerek ihraç edildikten bir yıl sonra istemeyerek de olsa emekli oldum. Ama sudan bir gerekçeyle emekli ikramiyeme el koydular. Bunun için de ayrıca dava açtım. Çalışmıyorum. Bildiğiniz gibi ihraçların kayıtlı olarak çalışmaları engelleniyor. Çalışabileceğim enformal bir iş de bulamadım.

İhraç edilen insanlarımız için neler yapılabilir, nasıl desteklenebilirler, bu konuda neler söylersiniz?

KESK üyeleri ya barış metnini imzaladığı için ya da yürüttükleri sendikalarının benimsediği mücadele perspektifi çerçevesinde yürüttükleri faaliyetler nedeniyle ihraç edildiler. Barış bildirisi de elbette KESK’in temel değerlerini içeren bir metindi. Dolayısıyla siyasi iktidarın KESK üyelerine yönelik ihraçları emek, demokrasi ve barış mücadelesini engellenmek için yaptığını söyleyebiliriz. KESK bu mücadeleden vaz geçmediğine göre bu süreçte işinden edilen, yargılanan üyeleriyle dayanışmak, mücadelesinin gereğidir. Aksi halde bu ihraçlar ve diğer baskılar tüm üyeleri etkileyecek ve mücadeleye katılmak istemeyeceklerdir. Dayanışmanın sadece maddi olması da gerekmiyor elbette.

Üniversitelerin, akademisyenlerin Türkiye’de özgürce bilimsel çalışmalar yaptığını düşünüyor musunuz, üniversiteler gerçekten özerk mi, üniversiteler ve siyaset arasında nasıl bir ilişki söz konusu?

İlk sorunuzda da belirtmeye çalışmıştım. Türkiye’de 1980’lerden bu yana üniversitelerde özgür bilim ortamından söz etmek mümkün değildir. Ancak OHAL süreciyle birlikte gerek akademisyenlerin ihraç edilmeleri gerekse üniversite yönetiminin tamamen siyasi iktidarın güdümüne girmesi akademik özgürlüğüm kırıntılarını dahi üniversiten silip atmıştır. Artık üniversite tabelalı yerler siyasi iktidarın politikalarını meşrulaştırma alanlarına dönüşmüştür.

Nasıl bir gelecek hayal ediyorsunuz kendiniz ve demokrasi, eşit bir yaşam, barış ve coğrafyamız adına?

Bütün yaşamım boyunca savaşın, sömürünün olmadığı, barışın egemen olduğu bir ülkede yaşamak en büyük hayalimdi ve daima bunun için mücadele ettim. Bedeli ne olursa olsun bu mücadele sürecek elbette.

 Ötekilerin Gündemi olarak teşekkür ederiz.

 

 
Editör: Haber Merkezi