“Üveyş  lohusa bir kadındı adını bahşeden. Burası Amara doğuşun beşiği. Bak bir ses geliyor köyden çığlık çığlığa ağlıyor bebeğim. Yaman olacak belli. Sen yürü git yanına var lokman onun yanındadır doyur karnını korkma. Tamam, ama hangi ev dediğinde aldığı cevap şaşırtsa da göz bebeklerini ilk kez tebessüm alır. Ana diyor ki; ‘Yamacımda dur ve ileri doğru 72 adım at tam önüne çıkacak'."

Derya Arslan- JINNEWS

Düzgün Yola Eğri Girme

İspat isterler verirsen

Derdin içinde dermanı

Eğer bunu görür isen

Girmek istersen erkâna

Kendi özünü çek dara

Böyle ermiş hep erenler

Her şeyi kendinde ara.

Göz bebeklerine mil çekilmiş, paytak ve temkinli atılan adımlarla, kaybolmuş ruhun çocuksu tedirginliği ile bir patikada bırakılmış, yol bilmez iz bilmez yürüyor nereye gittiğini bilmeden. Dağlar bayırlar, patikalar adım adım içine kendine gidiyor. Her soluklanmada sessizliğin sesini duyuyor ama o kadar muğlak ve sağanak ki sesler anlamak istiyor ama anlaması nerdeyse imkânsızlaşıyor. Canının yanması da eklenince iyiden iyiye zorlaşıyor her şey. Sonrası kendiyle bir hesaplaşma başlıyor acı acı. Önce kim olduğunu sonra nasıl kaybolduğunu soruyor kendine. Geç kalmış sorularına, talana uğramış viran olmuş zamanların ve mekanların içinden cevap aramak... 

Cevaba muhtaç sorular yumağı

Hatırladıkları bedenini saran irin gibi yakıyor ciğerini. Susturup kendini, yola revan oluyor tekrar tekrar. Yürüdükçe unutur rahatlar sanıyor ama nafile cevaba muhtaç sorular yumağı dört yanıp ıssız bir dağın orta yerinde çığlık çığlığa sesler duyuyor, Dersim, Koçgiri, Zilan, Ağrı… Susun diye bağırıyor ama kimse duymuyor. Dağlar da yel sert eser ve evrende kaybolmamış tüm ağıtları taşır getirir yamacımıza. Kaptırıyor kendini seslerin hüzünlü melodisine, analar çocuklar genç kadın ve erkeklerin feryadı etrafını kaplamış bir kere. Kanlar içinde anaya koşuyor ilkin: “Ana, ana kalk; kim döktü yaşını, ağıtın kime?”, Kız çocuğu beliriyor gözüne; ”Oyyy” diyor; “Oyy kim aldı senin titiklerini?”, Genç delikanlı geliyor atının sırtında özenle her gün düzelttiği bıyıkları kanlar içinde... Sakalları göğsünde bir Piro yaklaşıyor yanına, “Kimsiniz ?“diyor. Ama Piro duymuyor onu, etrafında yığınlar varmışçasına bağırıyor dağlara dağlaraaa: “Evlâdı Kerbelayıh. Bi hatayıh, Ayıptır, Zulümdür, Cinayettir.” Bir o duyuyor söylediğini... Sanki asırların toprağı yarılmış da hesap soruyor. 

'Ben Diyarbakır Surlarının önünde öldüm’

Büyüklerinin anlattığı hikâyelerde geçen  “mahşer “olmalı bu diyordu kendi kendine! Sesler kesilmeye başladığında kendi hıçkırıkları ve ağıtı başlıyordu artık, peppuk gibi dağ taş yürüyor, ağladıkça söyleniyor soruyor soruyor soruyor! Bir tepeyi aşıyor ama aşağı baktığında darağacında bir ihtiyarla karşılaşıyor, koşar adımlarla yaklaşıyor, durdurmak istercesine uzatıyor elini ama ne fayda. Gönül gözüyle görüyor onu tekmeyi sehpaya vurmadan önce ihtiyar “Sen üzülme evladım ben yeni ölmeyeceğim! Ben Diyarbakır surlarının önünde öldüm! "Axx diyor axxx seni tanıdım. Yaşarken ölümü tadanlardansın sen, bak sırtında hala hançer izleri... Artık kaldıramıyor gözünün gördüğünü kulağının duyduğunu, yorgun bitap düşüyor acının ağırlığından ve idam sehpasının yanı başında göz kapakları yenik düşüyor hıçkırıklarıyla karışık dalıyor uykuya. 

Hayır, su dökmeyin bu bir eylemdir

Düşünde bir köy, sevinçle giriyor köye ama dört yanı sarılmış, çatısında bir evin tek kurşunla düşlerinden vurulmuş bir yiğit. Neresi burası diyor; bir çocuk sesleniyor :“Kızıl dere”...Aceleyle elinden tutup götürüyor çocuk onu, bir eski zindana saklıyor. “Ses etme bilmezler burada olduğunu“ diyor ve gidiyor. O ve zindan bir başına kalıyor artık. Öte hücrelerde bir telaş bir haykırış.”Suuu suuu getirin” Bir ses daha “hayır kimse su dökmesin bu bir eylemdir” Ne olduğuna bakmaya gidiyor, hücrenin camımda dört genç kol kola... Koridorları adımlıyor, kapkara kaşları ile mazlum bir genç dikiliyor karşısına, karşı hücrede gözleri açlıktan görmemeye başlamış bir gence sesleniyor biri; “Pirim iyi misin?”. Seslenene Ali diye cevap veriyor Pir. Adı Ali demek... Kerbela mı bu, dudakları damla suya hasret bu insanların... Sonra bir bir yitiyorlar gözlerini önünden. Bir kadın coşku ile adımlıyor koridorları kızıl saçları ile. Tükürüyor bir zebaninin yüzüne. Ohh diyor içinden oh ki ne oh... Günlerin biriktirdiği öfkesine bir damla su oluyor adeta. Üşüdüğünü fark ediyor, sıçramayla beraber yeniden kan ter içinde uyanıyor. Ne derin ve gerçek bir düş bu diyor. Ama uyandığında gözünün mili aralanmış, azda olsa görmeye başlamış buluyor kendini iyileşiyorum diyor ama akıttığı gözyaşlarının yürümesi için ona armağanı olduğunu bilmiyor.

‘Üveyş’  lohusa bir kadındı adını bahşeden

Onca acının yükünü sırtlanıp yürüyecek ki tam karşıda bir köy daha görüyor. İnsan sesleri çocuk ve kadın sesleri geliyor. Koşar adımlarla yönünü seslerin geldiği köye dönüyor, kalp atışları hızlanıyor, kulakları duyuyor artık yüreğinin sesini. Tam köye yetişecek bir ana kadın tanrıça misali kesiyor yolunu. “Dur hele” diyor; “Kimsin, nereden geldin, burada ne yapmak istersin?” sorularına cevap vermeyen giremez köye. ”Ben uzun yolun yolcusuyum ana, gördüm duydum anladım, adımlarım beni buraya getirdi bilmem ki neden? Peki, adın nedir ana?”, “Üveyş“ lohusa bir kadındı adını bahşeden. ”Burası Amara doğuşun beşiği. Bak bir ses geliyor köyden çığlık çığlığa ağlıyor bebeğim. Yaman olacak belli. Sen yürü git yanına var lokman onun yanındadır doyur karnını korkma.” Tamam, ama hangi ev dediğinde aldığı cevap şaşırtsa da göz bebeklerini ilk kez tebessüm alır. Ana diyor ki; “Yamacımda dur ve ileri doğru 72 adım at tam önüne çıkacak.” 

Her adımda lokmasına değil yaşamına kendine tarihine yürüyor artık. Hakikatin adımları ağırdır ama yerini bulur. Her adımı söküp atar gözündeki mili. Kızılca kıyamet ağlayan bebek tarihin karanlığını yırtıp atar zihninden. Erkan’a girmiştir ve özünü dara çekmiştir o artık. Gözünün gönlünün gördüğü tüm zulümlere kapattığı gözlerine mil çekildi diyerek kandırmıştır şimdiye değin kendini fark eder ki, ne mil çekilmiş ne dere tepe gidilmiştir. Her şeyi kendinde arayanın derdinden, dermana ulaşmıştır özünde. Yol da kendisidir yolcu da. Varılan yer ise Güneşin sofrasında hak edene sunulmuş bir lokma 

  

Editör: Haber Merkezi