BİR YAŞAMA SAYGI ŞAİRİ: MİSUZU KANEKO

Bugünümü günlerimden Misuzu Kaneko günü ilan ediyorum ve size mutlulukla Kaneko'yu takdim ediyorum…

"Erkekler ekonomik, kadınlar ontolojik sebeplerle intihar ediyorlar," demiştim bir vakitler. Gerçekten de erkekler daha çok iktisadi sebeplerle; prestijlerini, statülerini yitirmenin getirdiği eziklikle ve travmalarla, erkeklik kanamaları, iktidar kaybı yüzünden intihar ediyorlar daha çok. Her ne kadar Camus ontolojik sebeplerle intihar eden birine rastlamadım dese de hakikat böyle değil. Tarih yaşama ağrısıyla intihar eden soylu ruhlarla dolu. Hepi topu 27 senelik kısacık, bir nefeslik konukluğunu intihar ederek nihayete erdiren Misuzu Kaneko da onlardan biri…

Misuzu Kaneko 11 Nisan 1903'te Japonya'nın batısındaki Yamaguchi eyaletinin (bugün Nagato’nun bir parçası) Senzaki adlı küçük bir balıkçı kasabasında doğar. Vicdanlı, görgülü annesinin ve büyükannesinin teşviki, yüreklendirmesi ve desteğiyle o vakitler Japon kızları için oldukça ender erişilen bir başarının mimarı olur ve 17 yaşına kadar okulda kalır. O dönemde Japon kız çocukları en fazla ilkokul altıya kadar okuyabildiği düşünülecek olursa bu oldukça sıra dışı bir durumdur. Öğretmenlerince nazik, neşeli ve mükemmel bir öğrenci ayrıca doğaya dair güçlü bir meraka sahip, obur bir okuyucu olarak tanımlanır.

Yirmili yaşlarının başında taze çocukluk hatıralarına sığınarak küçümen çocuk şiirleri kaleme alır. Bir hevesle zamanının popüler dört çocuk dergisine şiirlerini sunar. Bu dergilerden birinin editörlüğünü üstlenen ve önemli bir şair olan Yaso Saijo, onun şiirlerini Christina Rossetti"nin şiirlerine benzetir. Belki de yazımın tam da bu noktasında Rossetti'den bir kuble şiir paylaşmam yerinde olacaktır. Hem belki böylece şiir cumhuriyetinin bu iki güzide şairi arasındaki estetik, poetik akrabalığa tanık olunmasına vesile olabilirim:

Ben ölünce, sevdiceğim

Hüzünlü şarkılar söyleme ardım sıra

Güller dikme başucuma,

Ya da koyu gölgeli bir selvi ağacı

Yeşil çimenler olsun üstümde

Yağmurla ve çiyle ıslanan

Ve istersen, hatırla

İstersen unut.

Christina Rossetti

Fikrim yok, sözüm yok, yok gözyaşım;

Kalbim sinemde bir taş misali

Uyuşmuş, uğruna en çok umutlarım ve korkularım

Bir sağa, bir sola bakarım, bir başıma salınırım;

Bir kaldıraç gibi gözlerim ama kederden soluk gibi

Görmez ebedi tepeleriÖmrüm dökülen bir yaprak misali

Ey Tanrım, dirilt beni.

Christina Rossetti

Bu arada Yaso Saijo, Cristina Rossetti'yi Japoncaya çevirmiş, Fransa'da bulunmuş, yetenekli yazarları savunmuş ve yönlendirmiş bir editör, edebiyatçı ve kozmopolit bir şahsiyettir ve Kaneko'ya olan hayranlığını defaatle beyan ediyor, onun hakkında, “Çocuklara yönelik tüm genç şiir yazarları arasında en parlak yıldız” iltifatında bulunuyordu. Ayrıca Kaneko’nun Sardalye Avı isimli şiirinin zihninde yarattığı fikri ve hissi kırılmayı de şöyle ifade ediyor bir denemesinde: Büyük Av’ı ilk okuduğumda şaşırmıştım. Şiir, antolojideki diğer 300 kadar metni oldukça gölgede bırakmıştı benim için. Japonca kaleme alınmış sadece 10 satırdan oluşan bu şiir, dünyaya yönelik insan merkezli bakış açımı tamamen altüst etmişti. O âna kadar sardalye ve diğer canlıların bize besin sağlamak için var olduklarını neredeyse büsbütün kanıksamıştım. Birdenbire bakış açım değişti ve diğer canlılara ne kadar bağımlı olduğumuzu anladım: Varoluşumuz ancak her gün denizden çıkardığımız tüm balıkların değerli hayatlarının feda edilmesi pahasına mümkün olabiliyordu… Şiirin kalitesi karşısında hayrete düştüm ve yazara ait daha fazla şiiri okumanın özlemini çekmiştim. Misuzu Kaneko arayışım böylece başlamış oldu.”

1926'da annesine ait olan kitabevinde tezgâhtar olarak çalışmaya başlayan Keiki Miyamoto ile Şubat 1926'da amcasının tavsiyesi üzerine evlenmesi Kaneko için telafisi imkânsız yıkımların, kahırlı ve zulmet zamanların da miladını oluşturur. Bu evlilikten Fusae adında bir kız çocuğu doğar. Evliliğin ilk demlerinde Kaneko geçimli, mülayim ve iyimser bir eş olamaya gayret eder. Hatta her şeye rağmen iyimserlikte inat eden ve karar kılan bir halet-i ruhiyeyle yazdığı bir şiiri de mevcuttur:

Her Şeyi/Herkesi Sevmek İçin

Her şeyi sevmek istiyorum

Soğanı, domatesi, balığı

Hepsini sevmek istiyorum

Yemek namına her ne varsa annemin yaptığı

Herkesi sevmek istiyorum

Doktorları, kargaları

Bütün varlıkları

Değil mi ki bu dünyadaki her şeyi ve herkesi

Tanrı yarattı

Kaneko’nun eşi Miyamoto, genelevlerin müdavimidir. Ayrıca bir borsa simsarı olarak meşum vakalara karışmıştır. Bir zampara ve zührevi hasta olan Miyamoto, rezaletlerinden ötürü kitabevinden kovulur ve bunu boşanma takip eder. Ancak ne yazık ki o dönemler henüz tedavisi olmayan belsoğukluğu enfeksiyonunu Kaneko'ya bulaştırmıştır. Ayrıca Kaneko, kendisine yazmayı yasaklayan ruh emen, tutku öldüren, ömür hırsızı kocasını 1930'da boşamaya karar verir. Çocuğu, Kaneko’nun gecelerinin kandili, tesellisi, kıvancı, sevincidir. Kocasını terk ederek o mutsuzluk ve akrep çukurundan çıkmak istedikçe kalbi daha da fazla kırılmakta, yaraları daha fazla kanamaktadır Kaneko’nun. Dönemin Japon medeni hukuku çocukların velayetini babaya vermektedir. Kaneko, ısrarla ve inatla velayet hakkından vazgeçmeyi reddeder. Kocasının çocuğunu götürmesinden bir önceki gece hem Japonya'nın cinsiyetçi ve gelenekçi boşanma hukukunu, hem de bu toplumsal cinsiyetçi dünyayı protesto edercesine intihar eder Kaneko. İntihar etmeden önce, eski eşine yazdığı mektupta, kızını annesinin yetiştirmesini rica eder. İntiharı arifesinde hem ruhen hem de fiziken iyice takatten düşmüştür. Ayrıca kocası ona şiir yazmayı; arkadaşlarıyla, dostlarıyla, meslektaşlarıyla ve hayranlarıyla bile yazışmayı yasaklamıştır. Öyle ki perişan halini görmesinler diye eve dostlarını bile kabul etmek istemez. Her ölüm erken ölüm değildir belki ama Kaneko'nun intihar ederek terk-i dünya edişi erken, zamansız bir ölümdür. Ölümünde kısa bir süre önce bir arkadaşının ricası üzerine gönülsüzce de olsa şöyle yazmıştır:

"Güneş misali yükselen hayal gücümün kanatları artık kırpıldı. Geriye kalan tek şey aptal bir anne. Sadece kitaplarda var olan dünyayı bilen ve dış dünyayı anlamak için hiçbir çaba göstermeyen bir kitap kurdu olmaktan ibaretim. Tek mutluluğum çocuğumla oynamak ve kitap açmakta yatıyor."

Ne üzücüdür ki Kaneko'nun şiirleri izleyen elli yıl boyunca unutuluşa terk edilir. Ancak bir başka şair Setsuo Yazaki, uzun ve zahmetli bir arama-kurtarma faaliyetiyle ve hafıza direnişçisi misali meşakkatli çabalarıyla Kaneko'nun şiirlerini o unutulduğu dehlizlerden çekip çıkarır ve bütün insanlığa sunar. O vakitler 19'unda olan Setsuo Yazaki, unutkanlığın kör kuyularında kalmış Kaneko'yla gözlerden ırak kalmış bir kitaba göz gezdirirken karşılaşır. Kaneko'ya ait bir şiirdir bu. Şiirdeki duyarlılık, özgecilik, eşduyum karşısında hayran kalır. Sonra bu çok bilinmeyenli kadın şairin izlerini tutkulu bir şekilde sürer, ancak kocaman bir boşlukla karşılaşır. Şairin şiirlerinin bilinen tek nüshası, 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı esnasındaki bombardımanda yok olmuştur. Kaneko'nun bir zamanlar çalıştığı ve annesine ait olan kitabevi de bombardımanla yerle yeksan olmuştur. Kimse, Kaneko'nun ailesinde hayatta kalan herhangi birinin var olup olmadığını dâhi bilmiyordur. Yazaki, bu hayalet dehanın izlerinin tam on altı yıl boyunca ardına düşer. 1982'de ilginç bir gelişme olur ve Kaneko'nun 77 yaşında olan küçük kardeşiyle hayat onları kutlu bir buluşmayla onurlandırır. Bir ömür gözünden sakındığı Kaneko'nun 512 şiirinin kayıtlı olduğu minyatür ebatta üç adet yıpranmış hatıra defterini Yazaki’nin tasarrufuna sunar. Setsuo Yazaki şiirleri altı ciltten oluşan bir “corpus” olarak yayımlar.

YILDIZLAR VE KARAHİNDİBA

Mavi göğün derinliklerinde

Denizin dibindeki çakıl taşları misali

Gündüz vakti görünmeyen yıldızlar uzanır

Gece gelinceye dek

Göremezsin onları, ancak oradadır onlar

O görünmeyen şeyler hâlâ oradadırlar

Solgun ve tohumsuz karahindiba

Saklıdır kiremit damların çatlaklarında

Bekle bahar için sessizce

O güçlü kökleri görünmese de

Oradadır hâlâ o görünmeyen şeyler

Yalın, duru ama bir o kadar yoğun bir şekilde varoluşa dair insanlık hallerini resmeder Kaneko şiirlerinde. Yeryüzünün ihtişamına ve bütün mevcudata dair eşduyuma dayanan derin saygı ve sevgisinden ötürü Walt Whitman'a benzetilir. Varlıkların doğasına dair ince sezgisi ve içgörüsüyle, bütün dünyayı kucaklayan o iştahlı ve yürekli sevgisiyle William Blake'e benzetilir.

Senzaki isimli balıkçı kasabasında ömrü sürdüğü için şiirlerinin imge âleminde balıkçıların var olma halleri ve deniz, başat metaforları ve motifleri oluşturur. Kalem, imge işçiliğine çocuklar için şiirler yazarak başlar. Sevimli, sevecen, tatlı ve okyanus mavisine kesmiş şiirleriyle Japon çocuklarını kucaklar. Şiirlerinin o kadife elleriyle okşar çocukları. Doğayla ve insanla şefkatli, özgeci ve sevgi kılavuzluğunda bir ilişki için şiirlerini seferber eder. Gerçekten de eşduyum, diğerkamlık, ortak kader duygusu onun şiirinin kilit ve merkezi olgusudur. Canlı ve cansız tekmil varlıklara adeta doğuştan duyduğu hürmet ve sevgiyle hatırlanır hep. 1920'ler Japonya'sını o güçlü eşduyumu ve çocuksu samimiyetiyle etkiler. Empati duygusu o denli kuvvetlidir ki balıkçıların avladığı sardalyelerin matemini şiirlerinden birinde dile getirir:

BÜYÜK AV

Gündoğumunda

O görkemli gündoğumu

Büyük av vaktidir

O büyük sardalye avı vakti!

Sahil ki bir şenlik yeridir

Denizdeyse bir cenaze merasimi düzenlenir

On binlerce ölü için

Nefesi kesilen, birkaç saniye daha soluklanabilmek uğruna debelenip duran balıkların yaşama aşkını duyumsar ve duyurur Kaneko. Bahçede serpilen bir gülün ne hissettiği, bir gül olmanın ne demek olduğu üzerine düşünen Oliver Sacks gibi o da varlıklarla özdeşleşme, kendini onların yerine koyma sevdalısıdır. Mesela balina avında annesini yitiren bir balina yavrusunun üzüntüsünü şiirlerinde işleyecek kadar ruh inceliğine ve zarafetinesahip bir şairdir. Bir yaşama hürmet, bütün varlıklara saygı ve şefkat şairidir o. Varlıkların birliğine, aynı cevherin damarları olduğuna dair bir farkındalığın şairidir. Yaşayanlara “yaratandan ötürü” değil de varlıklara sadece varlık oldukları için, var olan her varlığın birer varlık olarak var olma hakkı olduğu için saygı duyar. Panteistçe (doğa tanrıcı) bir tutumun, duruşun yankısını okuyorum ben Kaneko'nun şiirlerinde. Şiirin etnik ve dini aidiyetleri aşan o evrensel diliyle dile gelir Kaneko. Karmaşık, çapraşık bir dil kullanmadan, alabildiğine sade, duru, berrak, minimal, zorlamasız, şairanelikten ırak ve özlü bir dille oldukça yoğun, hisli ve içli bir şiir estetiği, duyarlılığı inşa eder.

BİR KUŞ, BİR ÇAN VE BEN

Kollarımı açsam bile

Uçamam ki gökyüzünde

Ama uçabilen bir kuş

Koşabilir mi hızlıca yeryüzünde

Sallasam da vücudumu

Şirin sesler çıkaramam

Ama çıngırdayan bir çan

Benim kadar şarkı bilmez

Çan, kuş ve ben

Hepimiz farklıyız, ne de hoşuz hepimiz.

Doğanın dilini merak eder, doğanın var oluşunu: "Rüzgârla oluşan kar tepeleri ne hissederler? Gündüz ve gece nerede başlayıp biter?” Okyanusa nâzır evinde çocuklara şiirler yazar, şöhreti büyüdükçe sıkıntısı da büyür Kaneko'nun. Sırası gelince bir kar tanesinin gözünden, avlanan balıkların nazarından, hatta telefon direğinin hislerinden hayatı kavramaya, duymaya davet eder bizleri.

"Dağları aştım da geldim

Seninle yeke yek görüşebilmek için

Şimdi eve dönebilmek için

Yine dağları aşıp da gideceğim."

Birçok şiiri çocuk şarkısı olarak bestelenir ve eğitim müfredatına dâhil edilerek ilkokul ders kitaplarında yer alır. Birçok Japon çocuk onun dillere destan olmuş şiirlerini ezbere bilip okumaktadır. Nazik ve hüzünlü yüzü Japonya'da posta pullarını süslemektedir. Hayatı birçok diziye ve filme uyarlanıp ilham kaynağı olur. "Sen Yankı mısın?" şiiri, 2011 yılında vuku bulan Tohuku Depremi ve Tsunami sonrasında bir kamu hizmeti duyurusuna, bir duyarlılık bildirisine dönüşür. Aynı zamanda şiirleri, travmanın ve travma sonrası stres bozukluğunun rehabilite edilmesi için de yardımcı bir unsur olarak işlevsel kılınır bu süreçte. Yani Kaneko artık Japon halkının kolektif bilincinde silinemez bir yer tutan kamusal saygınlığa sahip bir figür halini almıştır. Modern zamanlardaki kolektif kimliğin inşasında onun da payı olduğu kuşkusuzdur. Ancak Japonya'daki bilinirliğinin aksine İngilizce konuşulan kültür dairesi bir yüzyıla yakın zamandır onun şiirlerinden mahrum kalmıştır. Bugün için Kaneko'nun şiirleri onu aşkın dile tercüme edilmiştir.

Küresel iklim krizinin, Korona pandemisinin, devletler ve ideolojiler arası nefret ve çatışmaların dünyamızı alabildiğine mahvettiği ve bir çilehaneye dönüştürdüğü koşullarda Kaneko'nun nefesine, dokunuşlarına, kelimelerine, şiirlerine, inceliğine ihtiyacımız var.

SEN YANKI MISIN?

"Hadi oynayalım!" dersem

"Hadi oynayalım!" dersin

"Aptal!" dersem

Sen de, "Aptal!" dersin

"Artık oynamak istemiyorum!" dersem

"Artık oynamak istemiyorum!" dersin

Ve sonra, bir süre sonra

Yalnız olduğumda

"Üzgünüm!" derim

"Üzgünüm!" dersin

Sen sadece bir yankı mısın?

Hayır, sen herkessin.

Editör: Haber Merkezi