Canım kardeşim abim yoldaşım...

                                  Yüreğimde kabuk tutmayan yaram...

Buruk kalan tebessümüm .....Zamansız gidişinin üç yılı bitti; oysa ki zamanın herşeyin ilacı olduğu söylenir, zaman bana acını unutturmuyorrrr...kaldı ki unutursam da kalbim kurusun....Seni saygıyla anıyorum ....Seni anlatmakta kelimelerim tutuk kaldığı gibi seni anlatmaya gücüm de yok:(

........... ZAMANSIZ GİDİŞİN.......

Her mevsimin yaşamın akışında farklı güzelliği olduğu söylenirdi. Mevsimlerden kış aylardan şubattı. Tabiat beyaz gelinliğini giymiş, tüyleri ürperten bir soğukluk olmasına rağmen yüreğimizdeki yaşam sevgisinin verdiği coşkuyla soğuk yerini sıcağa bırakıyordu. Ve o sıcaklığın içinde birden düştün

aklıma; neden niye olduğunu bilmeden. Hayallerimiz, anılarımız üşüştü bir bir zihnime. Yüzümde oluşan tebessümle seni de yanıma alarak çıktım geçmiş zamanın yolculuğuna…

Seninle beraber aynı sırayı sınıfı paylaştığımız ortaokuldaydık. Babanın cebinden aşırdığımız paranın masum sevinciyle okuldan kaçarak gideceğimiz miting için fotoğraf makinası almıştık. Küçükbedenlerimiz kocaman bir yüreği içinde barındırarak bizleri cesaretlendirmişti bu tatlı kaçışa. Okuldankaçışımıza koparılan kıyamete karşı duyduğumuz öfkeyle daha büyük bir kuralsızlık yapmış “ önce vatan “ yazan dağa çıkıp çocuk aklımızla yazının taşlarını bozmuştuk. Zindanın geçit vermeyen duvarlarını arkamızda bırakıp çıkınca çocukken yaptığımız gibi aklımızın estiği yerlere bir daha bir daha gideceğiz.Tutuklanmamdan önce geldiğim görüşte beraber resim çekmiş ve sen demiştin ki: “ Yaptığımız hayallere saklayalım resim çekmeyi. “Evet, biz seninle geleceğe yönelik hayaller ve hayalleri geleceğe çevirecek planlar yapmıştık. Önce Muş’un uçsuz bucaksız ovasında açan lalerin huzur veren kızıllığında başı dumanlı Kurtik’e selama durup: “ Ey yüce dağ, bağrında büyüttüğün güzellikleri koru! “ deyip başlayacaktık gezmeye.

Bitlisin Buzlupınar tesislerinde usul usul akan derenin manzarasında kahvaltı yapıp buram buram petrol kokan Batman’ varacaktık. Oradan yasak kılınmış tarihim olan Hasankeyf Kalesi’ne çıkıp hüznü neşeyi özünde tutan kadim toprağımız olan Mezopotamya Ovası’nı izleyerek Küçük Saray’dan Selahattin Eyyubi Camisi’nin minaresine yuvayapan leyleğe seslenip el sallayacaktık. Diclenin göz yaşıyla yıkanmış serin sularında yüzümüzü yıkayıp sesiyle Dehakların kalbine hançer gibi inen Delila’nın memleketi olan Amed’e yönelip sur diplerinde Amed ciğeri yiyip çıkacağız Bırca Belek’e. Sıcaklığın esaretinden kaçıp Hevser’in özgür bahçelerini kutsal mekânımız seçip en son da kadim dostumuz Muzaffer’in evinde oturup dumanı üstünde tüten közde pişmiş kaçak çay eşliğinde komine yaptığımız sızmaları anlatıp güleceğiz. Bu gri kentin güzel insanlarını yâd edip sohbet edeceğiz. Tüm bunları çıkınca yapacağımızın sözünü verip senin yanından ayrılmıştım.

Yanından ayrılışımın üzerinden çok geçmedi bu zulüm duvarlarıyla tanışmam. Sana yazmış cevabını alamamanın merakıyla günü geceye, geceyi güne devrediyordum. Ne olduysa nasıl olduysa tabiat normal seyrinden uzaklaşıp her şey ters düz olmuş; kar beyazının soğukluğu galip gelmiş ve tüm kasvetiyle karanlık çökmüştü. Karanlığın hükmü yürekleri köreltip ürküten sessizliğini zihinlere işlemişti. Sessizlik, karanlık; korku ve endişe olup vicdanları lal eylemişti. Ehriman’ın bu zulmüne karşı gökyüzü isyana durmuş, gözyaşlarını akıtıyor ama karanlığın kirini yıkayamıyordu. Çocukluğumda annemin söylediği “ kara şubat “ söylemi bir kez tüm çıplaklığıyla kendini göstermişti 3 Şubat günü. O gün yüreğim sessizliğin sesinde kor ateşe dönüşüp bir volkan gibi çağlamış, ilk defa telepatiyi ve kuantumun enerjisini hissetmiştim gidişinle. Beyazın sonsuzluğunda savrulup bir boşluğa düşmüştüm.Yüzündeki tebessümü çocuklara miras bırakarak karanlığı aydınlatan yıldızlara arkadaşlık etmeye gittin. Hey ölüm! Hiç mi utanmadın gülüşleriyle Amed’in kıraç topraklarına ab-ı hayat olan çocuğu almaya? Hey ölüm, ölesin diyorum! Olmadı dostum olmadı yoldaşım; hiç yakıştı mı sana beni /bizi yarı yolda bırakmak? Oysaki biz seninle böyle konuşmamıştık.Ateşten gömleği giyerek bedenlerini ölüme yatıranların mekânına gitme cesaretini daha çocukken göstermiştin. Kemal’in gözlerindeki sönmeyen ışıkla kendini yeniden yaratıp bana mektuplarında “

Anlamak, yaşamaktır. “ deyişin yolumu aydınlatıyor. Cıvanın akışkanlığıyla yerinde duramayıparkadaşlarının gönlünü fethetmeyi bildiğin gibi bitmeyen enerjinle hiç eksilmeyen gülüşlerinle gri kentin duvarlarını ısıtıyordun. Arkadaşların, yoldaşlarının yanına giderken bile azraile gülümseyerek nispet ettiğini söylediler; doğrudur seni asık suratla görmek imkânsızdı. Temizlik için yaptığımız atışmalarda galip gelen sen olur ve gülümseyişinle beni durdururdun. Bana/bize takıldığında güller açardı yüzünde. Nasıl desem güldüğünde sanki dört yaşındaki bir çocuğun sureti gelip yüzüne yerleşirdi. Öyle güzel öyle safça ve neşeli gülerdin ki insan sana “hayır” diyemezdi. O kadar hayat

doluydun ki insanlar senin hasta olduğuna inanmazdı. Çektiğin ağrılara rağmen yaşama olan sevincinden geliyordu bu mutlu gülüşlerin. Öyle ki insan senin yanında surat asmaya utanırdı; az biraz üzgün olduğumuzu görmeyesin hemen bir muziplikle ortalığa neşe katardın. En sevdiğin yoldaşlarının

namelerine misafir olurken zalimden merhamet dilemeyerek onurla gururla ölümü kucakladığını,

duvarı kendine çilehane olarak değil bir mevzi gibi görüp o mevziden zulme gülüşlerini mermi eyleyip onurunu varlığını savunduğunu yazıyorlar. SEN, Dehakın Firavunun zulmüne başkaldıran Demirci

Kawa’ydın Musa’ydın! Benim için anlatılmaz bir dost bir yoldaş bir kardeştin! Ve “ SEN “ her şeydin!...

Gecenin karanlığına umut olup ateş oldun yarınlara, yüreğindeki o engin ülke sevdasıyla kucakladın

ölümü ve gülüşlerin hiç sönmeyerek yanan yüreklere merhem oldu. Yoldaşların gibi canın pahasına

halkların insanlığın yüce değerlerini savundun son nefesine kadar. Aslında “ SİZ “ ölmediniz; güzeli ve

özgür olanı savunmak kutsallığın kendisidir deyip ölümsüzleşmeyi seçtiniz dünyanın menfi çıkarlarına

karşı. Hakikat, onur ve en kutsal insanlık değerleri siz bilge hevallerimizin düşüncelerinde olduğunu

bir kez daha ispatladınız. Güneşin aydınlığını savunarak meydan okudunuz faşizmin zifiri karanlığına.

Lanet ile kutsalın savaşında yıldızlaşarak karanlıkları aydınlık eylediniz. Halkımız, özgürlüğü her

gözünden öptüğünde sizleri minnetle anacak. Ve “SEN” ,can yoldaşım kardeşim; yüzlerini öpmeye

kıyamayıp da ellerinden öptüğün çocuklara bir yıldız suretinde el sallayıp ölümsezleştin.

Editör: Haber Merkezi