Gönüllü Kulluk Üzerine

Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev metniyle ilk karşılaşmamda ona âşık olmuştum. Siyaset felsefesinin bu ziyadesiyle ihmal edilmiş, unutulmuş, sanki sukut suikastına maruz kalmış risalesini avuçlarımda kavramam ve şöyle bir göz gezdirmem, ona olan daimi sevgimin ilk tutuşma ânıydı. Hele bir de Mehmet Ali Ağaoğulları'nın o nehir gibi uzun ve bereketli takdimine ne demeliydi!? Kitabı derhal aldım ve okumaya koyuldum. İlk intibaımı pekiştiren bir muhtevayla karşılaşmanın mutluluğunu yudumladım.

Ne ilginçtir ki Gönüllü Kulluk metni, kendisinden ötürü değil de daha çok Etienne de la Boetie'nin Montaigne'le olan derin ve yoğun dostluğu münasebetiyle biliniyor. 16. yüzyılda kaleme alınan bu fevkalade siyasal felsefe metni, tıpkı Montaigne'nin metinlerinde olduğu gibi Antik Yunan ve Roma düşünürlerine atıflarla bezeliydi; aynı zamanda yöneten ve yönetilen asimetrisinin gayet doğal, sureti haktan bilindiği ve bellendiği zamanların ufkunu aşan; anarşizm, pasifizm, sivil itaatsizlik gibi modern akımlara ve eylemlere zemin teşkil eden bereketli bir kaynaktı. Öyle ki Fransız İhtilali'nin hararetli giyotin sevdalıları da Boetie'de kendilerini meşrulaştıracak bir şeyler bulmuştu, 19. ve 20. yüzyıl anarşistleri ve pasifistleri de...

Ve Etienne de la Boetie kollarını sıvayarak siyaset felsefesinin hayati sorusunu sorarak başlıyordu metnine: "İnsanlar neden kendi rızalarıyla tiranlara boyun eğerler?" Hayvanların bile razı olmadığı, hürriyet hasretiyle yekindiği, tepindiği, kendini kafes parmaklıklarına çarpıp durduğu koşulları nasıl oluyor da bunca, nice insan yazgısıymış, kaçınılmazlıkmış gibi kabullenebiliyor!?

Boetie, bütün tiranlıkların ve yönetim biçimlerinin zorbalıktan, despotluktan, istibdattan ziyade rızalığa, sivil itaate yaslandığını belirtir. Ve Boetie, insanların bu esaret ahvalini kanıksayışını aşağılıkça, alçakça, tiksinti verici bulur. El hak! Ve siyasa iktidar denilen bu yaratığın bizim ona verdiğimiz gözlerle bizi gözetlediğini, bizim ona verdiğimiz ellerle bizleri yakaladığını ve sımsıkı kavradığını, bizim ona verdiğimiz ayaklarla bizleri ezdiğini söyler. Boetie'nin ise bizlere önerdiği bir eylemsellik vardır: Sivil itaatsizlik. Onun için hiçbir şey yapmadığımızda, onun, o müstebitin, o tiranın kaidelerinden devrilip yerle yeksan olacağını söyler. Boetie'ye göre kitlelerin itaat etmeyi reddettiği hiçbir yönetim uzun erimli olarak var olamayacaktır. Haliyle despotlardan özgürleşmenin yolu da halkın ona verdiği rızayı geri çekmesiyle mümkündür.

Peki rızayı sağlayan nedir? Rızanın imalatını mümkün kılan nedir? Boetie'ye göre itaat kazındığında altından alışkanlıklar çıkacaktır. Aksi taktirde milyonların itaatkarlığını sadece korkuyla açıklayamazdık. Yığınlar, kitleler, adeta başka türlüsünü bilmediği için, bu türlüsüne alıştığı için itaat ederler. Doğumundan itibaren etrafında itaat edildiğine tanık olan ve bu yüzden itaati olağan bir olgu olarak kanıksayan bir insan, haliyle bu duruma alışıp itaat edecektir ve itaat etmeyeni de sapkın, anormal, norm dışı olarak damgalayacaktır. Mevzubahis tiranlar ideolojik enstrümanlarla etraflarında utanmazca ve pervasızca bir kutsallık ve mistik hâle yaratarak itaati hâkim kılarlar. Tıpkı Nazilerin radyoyla ve zamanının bütün “kitlesel iletim araçlarını” birer propaganda aygıtı olarak kullanıp Alman ulusunu Nazileştirmesi gibi modern öncesi dönemlerin tiranı da zamanının bütün propaganda araçlarını kullanmaktan imtina etmez. Sırası gelince o Tanrı'nın yeryüzündeki temsilcisi, tecessüm etmiş hali olur.

Ancak Boetie ilginç bir şey söyler: Onun nazarında tebaa, tiranı temsilen zulmedenlerden daha özgürdür. Tiranın etrafında kümelenen ve tirana çıkar bağıyla bağlı olan yalakalar, tiranın arzularını kestirmek, tiranın gözüne girmek ve her daim gözdesi olarak kalabilmek için kendisinden beklenenden fazlasını vermek zorundadır. Ancak bu bürokratik sınıf içindekilerin konumu ziyadesiyle kaygan ve kırılgandır. Var kalmaları ya da yok olmaları tiranın tasarrufundadır.

Ancak her şeye rağmen ve her zaman için bu mistifikasyonları dağıtan, bu kutsallık şalını yırtan haysiyetli, zeki, özgürlük sevdalısı, direngen insanlar vardır, yani umut vardır. Boetie’ye göre özgürlük sevdalılarının başat vazifesi, tiranlığın işleyişini tebaaya, uyruğa anlatmak; tiranın etrafında örülmüş kutsiyeti, mistifikasyonu bozmak ve “Kral çıplak!” diyen çocuğun katıksız gerçekçiliğine erişebilmektir. Yani aydın makamından bu şahsiyetler, kralın karanlığı daim kılmak adına tedavüle soktuğu bu büyüyü bozacak olanlardır.

Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev, Batı felsefesi tarihinin ilk özgürlükçü siyaset felsefesi metnidir. Çokun teke, farklı olanın aynı olana indirgenmesine karşı bir haysiyet abidesidir. Yükte hafif mânâda ağır olan bu kitap, bizlere iktidar ilişkilerinin yukarıdan aşağıya, merkezden çevreye değil de aşağıdan yukarıya ve aşağıdakiler arasında tesis olduğunu söylemesi bakımından da devrimci bir kavrayışa sahiptir. Ve Boetie, bizlere hiçbir siyasal rejimin meşrutiyetinin, haklılığının olamayacağını, insanın doğası itibarıyla Aristoteles’in tanımladığı gibi “politik bir hayvan” olmadığını, ancak zoraki olarak siyasallaştığını, alışkanlıklarının adeta ikincil bir doğası haline geldiğini belirtir.

Boetie’nin bu tüketilemez ve ebedi kudretteki metnine kulak vermek her onurlu insanın sorumluluğudur. Erich Fromm’un da dediği gibi: “İnsan başkaldırarak insan oldu ve boyun eğerek de insanlıktan çıkacak!”

Editör: Haber Merkezi