Tarihin karanlık ve yıldızlı gökyüzünde süpernova misali patlayan ve balkıyan şahsiyetler vardır. Esclarmonde de Foix de onlardan biridir. Onlar, o ulvi kişilikler, onlarsız kültürün asla erişemeyeceği olgunluk noktasını temsil ettikleri değerlerle ve niteliklerle, yarattıkları farkla ve fazlalıkla inşa ettikleri için kıymetlidir ve daima hatırlanırlar. Onlar ölümlü ölümsüzdür. Onlar ölüme bir yaşam borçlu olduklarının farkındalığıyla yaşamı daha yaşanılır kılmak için vardır adeta.

Avrupa'da 11 ilâ 13. asırlar arasında oldukça özgün ve Katolik Kilisesi'ni Müslümanlardan daha çok korkutan ve endişelendiren bir "sapkınlık" arz-ı endam etmişti: Katharlar ya da Albigenler. Katharlar, İsa ve apostolik dönem Hristiyanlığını tevarüs ve temsil ettiklerini iddia ediyorlardı. Katolik Kilisesi'ni onca, olanca suça, cürme batmışlığından ötürü “Şeytan’ın Kilisesi” ve “Amor”un yani “aşk”ın karşıtı, düşmanı olarak itham ediyorlardı.

Katharlar öylesine erdemli yaşıyordu ki Katolik köylüler, hatta feodal beyler, kontlar bile onlara hürmet ve muhabbet beslemekten kendilerini alıkoyamıyor ve onları “bonnes femmes (iyi kadınlar) ve bonnes hommes (iyi adamlar) ve “iyi Hristiyanlar” olarak anıyorlardı. Katharlar ise kendilerini "Tanrı dostları", katıksızlar, arınmışlar, pirüpaklar, temizler olarak tanımlamaktaydı.

Katharlar, gördüğü bir varlığı sevmeyenlerin görmediği bir Tanrı'yı sevemeyeceği içgörüsünü ziyadesiyle idrak etmişlerdi. Katharlar için tabiat bir tapınaktı. Bebeklerin vaftiz edilişini, haçın kutsallığını, ekmek-şarap ayinini, ikbal ve iktidar hırsıyla eyleyen ve söyleyen rahiplerin dağıttığı kitapların geçerliliğini reddettiler. Kathar öğretisine göre İsa ne tanrının oğluydu ne de insan evladıydı; İsa Cennet’ten arza inen bir melekti. Katharların indinde nesneler, şeyler dünyasına hükmetme gayesi ve gayreti, Şeytan’a hizmet etmek mahiyetine geliyordu. Değil mi ki fenomenal, cismanî dünyayı Şeytan ya da “kötücül tanrı” halk etmişti.

Katharların nezdinde İncil'i her kültür kendi yerel dilinde okuyabilmeliydi. Halk, İsa'nın kelamıyla aracısız, vasıtasız, ruhban sınıfına lüzum kalmaksızın buluşabilmeliydi. Dini ve ladinî bilginin imtiyazlı bir ruhban sınıfının tekelinde olmasını sakıncalı bularak buna karşı çıkıyorlardı. Ve sanılanın aksine İncil ilk defa Almancaya değil, Katharlarca Okitan lisanına çevrilmişti. Öyle ki Toulouse Psikoposu 1229'da yüksek perdeden İncil'in Okitan diline tercüme edilişini kınadı; daha da ileri giderek ve ifrada kaçarak İncil'i yasakladı.

Katharlar, tıpkı Alevilikte erkek-kadın ayrımının olmaması, cemde can olunması gibi erkek ve kadın ikiliğini yürürlükten kaldıran, kadınların oldukça saygın, etkin olduğu, devletsiz, eşitlikçi, ortaklaşmacı bir cemiyet inşa ettiler. Gezgin şairlerin (trubadur) ezgilerindeki duyarlılıkları ve incelikleri dinleyen erkekler, eşlerine bir başka gözle bakmayı, davranışlarını daha itinalı kılmayı, eşlerine ihtimam göstermeyi öğrenmişlerdi. Katharlarla mukim olan Güney Fransa topraklarında yüksek değerlerle ve erdemlerle kurulmuş, erkeklerin eşlerini şereflendirdiği, onlara nezaketle ve hürmetle yaklaştığı, enstrüman çalmayı öğrendiği ve eşlerine ithafen şiirler yazıp ezgiler terennüm ettiği bir estetik kültür mayalanmıştı.

Artık Esclarmonde de Foix’nin sergüzeştinden bahsetmeliyim… Sene 1155'te, Oksitanya’nın kalbinde, Ariege Nehri’ne nâzır görkemli bir masal kalesinde (Foix Kalesi), Foix kontu Roger Bernard ve Carcassonne'lu Zebelia Trencavel'in ikinci çocuğu olarak dünyamızı şereflendirdi Esclarmonde. Sarp kayalıkların şahikasına kurulmuş bir kartal yuvasını anımsatan Monsegur Kalesi'nde babasının mülkiyetini yönetme imtiyazına da sahip olacaktı bilahare. Esclarmonde mahalli dil olan Okitan dilinde "dünyanın berraklığı, ışığı" manasına gelmektedir. Onun kişisel tarihini saptayabilmek, onlarca yıl boyunca Katolik Kilisesi’nden kaçarak firari bir ömür sürdüğü için oldukça güçtür. Kaldı ki yaşadığı çağda bölgede kimi soylu kadınlar da bu ender rastlanan isime sahipti.

Esclarmonde de Foix de seyyah ozanların, Kathar kusursuzlarının ve vaizlerinin defneyaprağı misali yeşillendiği, mavilendiği rengâhenk bir iklimde filizlendi. Henüz gençlik çağlarındayken trubadurların methiyelerine de mazhar olmuştu. Bilgisi, terbiyesi, zarafeti, güzelliği, zekâsı gezgin ozanların şiirleri ve şarkılarıyla onurlandırıldı, kutlandı. Bir trubadur, Esclarmonde'a duyduğu sevdayı şöyle dile dökmüştü mesela: "Ey aşk! Beni Esclarmonde'un aşkına duçar eden seni methetmek için terennüm ediyorum ezgimi. Öylesine yükseldim, öylesine yüceldim ki ölüm bir imtiyaz, onun soylu ruhu ise yalçın dağlar misalidir. Yüreğim onun sevdasıyla yanıp kül oldu."

Trubadur'ların, yani gezgin ozanların şiirlerinde kadın imgesi ve temsili, sınıfsal konumu her ne olursa olsun zamanının yaygın kanaat ve kabulleriyle keskin bir karşıtlık içindeydi. Yine "Sevgi Mahkemeleri" kadınlara dair kadim, tarihi olumsuz imgenin ve kanaatlerin yıkılmasında ziyadesiyle etkili olmuştu. Aşk Mahkemeleri, kendisi de ünlü bir gezgin ozan olan dük Guillaume'nin kızı Akitanya düşesi Eleanor tarafından Lauguedoc'ta kurulmuştu. Bu mahkemeler, kadınlara, eş/karı ya da anne olmak haricinde de toplumsal konumlar ve saygınlık kazandıran müstesna kurumlardı. Burada kadınlar, edebiyatın, şiirin ve felsefenin çiçeklendiği oturumlara, buluşmalara başkanlık eden kraliçelerdi.

Bu arada dönemin Güney Fransa'sına, Toulouse şehrine değinmekte fayda var. 12. yüzyıla gelindiğinde Toulouse; Venedik ve Roma'dan sonra Avrupa'nın en saygın şehriydi ve yüksek ve rafine bir uygarlık kuran Katharlar, Güneybatı Fransa'yı Avrupa'nın kültür merkezi haline getirmişti. Toulouse kontları, Fransa Krallığı'nın yasalarına tâbi olmayan hatırı sayılır, devasa bir alana hükmediyordu. Toulouse, kendi kanunlarını koymuş özerk siyasal bir birim olarak Fransa Krallığı’nın siyasal birliğine engel teşkil ediyordu. Öylesine çoğulcu bir dokusu vardı ki Yahudi, Hristiyan ve Müslüman âlimler, bilginler fikir teatisinde bulunmak adına tanışıyor, fikir teatisinde bulunuyorlardı bu ahenk ve arkadaşlık coğrafyasında. Toulouse, bu dönemde Akdeniz'in her yanından tâcirleri cezbeden zengin ve gelişkin bir ekonomi merkeziydi. Öyle zengindi ki Kuzey, Güney'e kıskançlık, haset ve nefretle bakmaktaydı.

Aralarında Foix, Toulouse ve Carcassonne kontlarının da bulunduğu feodal beyler/lordlar; estetik, şiir, felsefe ve ince, zarif bir adabımuaşeret ve kadının kıymet teşkil ettiği olağanüstü bir kültürün çiçeklenmesini mümkün kılacak ortamın zeminini sağlamıştı. Şiir, hayatın özsuyu, can suyuydu. Kültürel veçheden böylesine bereketli bir iklimde yaşamış beş yüzü geçkin trubadurun varlığını tarihi belgeleri bize bildirmekte. Trubadurlar cinselliği ve erotizmi utanç ve suçluluk duygularından kurtardılar. Bedensel hazları reddetmeden, insani ilişkileri ve hayatı çileci bir şekilde yadsımadan manevi, ruhani bir yol izlemenin mümkün olduğunu gösterdiler. Kadın bedenini ontolojik, teolojik, kategorik ve özsel olarak günahkâr olarak mühürleyen, onu baştan çıkarıcı olmakla suçlayan, ona manevi adanmışlık ve kuluçka fabrikası olmak dışında hiçbir varoluş biçimi ve hakkı tanımayan Katolik Kilisesi'ne karşı bedeni zevkleri normalleştirip kadını, kadınlığı yücelttiler. Bedene dair bu alelacayip yaklaşım, Rönesans sanatçılarına da ilham teşkil etmişti. Öyle ki Batılı kimi tarihçiler, Rönesans’ın İtalya’da değil de Güney Fransa’da Kathar topraklarında başladığına dair bir tezi bile ileri sürme gereği duymuştu.


Oksidanya'da "Büyük Esclarmonde" iltifatıyla ve "şefaatçi güvercin" tamlamasıyla anılan Esclarmonde, sosyal kurumlar, atölyeler, muhtelif çıraklık merkezleri, bilhassa yaşlılar ve savaşta yaralananlar için hastaneler ve mülteciler için de sığınma evleri kurmuştu. Yani yüzlerce yıl önce, bugün hâlâ dünyanın hatırı sayılır kısmının mahrum olduğu sosyal devlet uygulamalarını daha o günlerde örgütleyen bir masumiyet ve inayet havarisi, merhamet abidesiydi. Yine "Kathar kusursuzları"nı yetiştirebilmek ve yoksul çocuklara "yeni ruhu" öğretebilmek adına okullar da kurmuştu.

Ekim 1200'de dul kalan Esclarmonde, müteakip süreçte Katharizme intisap etmişti ve ömrünün arda kalanını Kathar davasına vakfetmişti. Katolikliğin kolektif belleğinde sapkınlığı yayan biri olarak itham edilirken, Katharların nezdinde o, Kathar direnişin ilham kaynağı ve kalbi olmuştu. Rivayet odur ki 85'inde öldüğünde bedeninde herhangi bir işkence emaresine rastlanılmamıştır. Zira o ömrü boyunca Katolik Kilisesi'nin ölüm memurlarından saklanarak yeraltı yaşantısına çekilmiş memnu ve muzır bir şahsiyettir.

"Büyük Esclarmonde! Bir güvercin kanatlandı uzaklara ama senin ismin Kathar diyarında ebediyete değin nakşoldu! Sen yeryüzünün ışığısın."

Sene 1207'de, Pamiers'te Katolik rahiplerle Kathar erenleri arasında tertiplenen son kolokyumda Dominic de Guzman'ın temsil ettiği Katolik din adamları, teolojik ve entelektüel meselelerde hezimete uğramıştı. Tahsilini Okitan dilinde yapan Esclarmonde, bu münazarada kusursuz bir konuşma yapmıştı. Öyle ki bunu hazmedemeyen ve sineye çekemeyen Guzman, Esclarmonde'a, "Ananızın örekesine gidiniz! Bu meseleler hakkında konuşmak sizin haddinize değil!" demişti. Ne de olsa Esclarmonde elinin hamuruyla "erkek işi"ne müdahil olmuştu. Esclarmonde, Katolik Kilisesi'nin başını ağrıtıyor, ağzının tadını kaçırıyor, midesini ekşitiyor, göğsünde çarpıntı yaratıyor ve kâbuslu uykularına neden oluyordu. Papa 3. Innocent, onun kellesine hatırı sayılır bir bedel biçmişti. Innocent, Latincede “günahsız, masum, suçsuz, hilesiz, kabahatsiz” gibi mânâlara gelmekteydi, lakin Papa 3. Innocentius’un günahları ve suçları arş-ı âlâya değiyordu.

Esclarmonde, yalnızca engizitörlerden ve Haçlı mücahitlerinden değil, aynı zamanda kelle avcılarından da kaçarak firari, kaçak bir ömür sürmekteydi. Esclarmonde, hem her yerdeydi hem de hiçbir yerde... Kathar diyarının herhangi bir yerinde herhangi bir zamanda beyaz kaftanını kuşanmış bir vaziyette nagehan arz-ı endam ederek direnişçileri yüreklendiriyor, direnişin simge kişiliği halini alıyordu. Daha yaşarken adeta azizeleştirilmiş, kendisine ilahilik atfedilmişti. Henüz yaşarken destansı (epik), mistik, ulu, ideal bir karakter hüviyetine büründürülmüştü. Esclarmonde, Kathar kalelerini Katolik saldırılarına karşı tahkimatını sağlamıştı. Kathar direnişçilere askeri danışmanlıkta bulunuyordu. Direnişin ilham ve umut kaynağı oluyordu. Oksitan halkı onu "La Grande Esclarmonde" yani "Büyük Esclarmonde" diye anıyordu. Katolik Kilisesi için ise o, "La Renarde de Foix" idi, yani "Foix'nin Tilkisi". Çünkü Katoliklerin nazarında o, Kathar diyarında Katolikliğe karşı sinsice bir başkaldırıyı, başıbozukluğu örgütlüyordu. Katharlara teolojik ve entelektüel tartışmalarla galebe çalamayacağını idrak etmiş bulunan Roma Katolik artık tek çareyi 1208'de Albigen Haçlı Seferi'ni düzenlemekte görüyordu.

Raviyan-ı ahbar ve nakilan-ı ashar ve muhaddisan-ı rüzigâr öyle rivayet ve hikâyat eder ki Esclarmonde tamı tamına otuz yıl boyunca kâh bir mağaranın sinesinde, kâh bir Kathar mensubunun sığınağında, kâh kuytu ücra bir köşecikte Katolik ölüm ve zulmet işçilerinden, kara yazgı yazıcılardan kaçtı ve öldüğünde bedeninde işkenceye ya da kılıç ya da kazık izlerine dair en ufak bir emare bile yoktu.

Yüce Esclarmonde! Senin o didarından fışkıran ışıkla yıkıyorum yüzümü…

Ve senin ziyan ısıtıyor ve ışıtıyor gönül hanemi…

Editör: Haber Merkezi