Türkiye 2014 yılından itibaren fiilen, 2018 yılından bu yana da resmen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'yle yönetiliyor. Bu sistemin demokrasiye, hukuk devleti ilkesine, çoğulculuğa ve güçler ayrılığı ilkesine açıkça aykırı olduğu herkesçe biliniyor. Bu durum muhalefet tarafından da sık sık dile getiriliyor. Zaten halkın büyük çoğunluğu, bu sistemin yol açtığı krizlerden doğrudan etkilenmeye başladığı için de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne olan destek gün geçtikçe azalıyor. 

Bu sistemden er geç çıkılacağından eminim. Sadece, zamanını kestiremiyorum. Belli ki muhalefet bu sisteme alternatif çalışmalarını somut hale getirerek bir gelecek vizyonu da çizmeye çalışıyor. Umarım daha fazla geç kalmazlar ve yeni anayasa tartışmalarında ön almayı, gündem belirlemeyi başarırlar. 

Ancak ben bu yazıda, muhalefetin eksiği olarak gördüğüm bir başka konuya değinmek istiyorum. Yukarıda da belirttiğim gibi muhalefet, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin resmi ve aleni politikalarını, uygulamalarını eleştiriyor, yeri geldiğinde teşhir ediyor, ciddi hatalar tespit edince de üstüne gidiyor. Fakat ilginç bir şekilde, bu hükümet sisteminin şemsiyesi altında, devlet içinde yarı gizli ve gizli şekilde örgütlenmiş yapılanmaların, çetelerin üstüne gitmiyor, onları teşhir etmiyor, en azından belgeleyip raporlamıyor. 

'Çete, usulsüzlüklerle finanse ediliyor’ 

Neyi kast ettiğimi biraz açayım. Örneğin beş yandaş müteahhite, akıl almaz usulsüzlüklerle çok ciddi miktarlarda kamu kaynakları aktarılıyor. Gazeteci Çiğdem Toker, bu usulsüzlükleri harika bir gazetecilik örneği sergileyerek bir bir belgeliyor, yazıyor. (Ki bana göre, kendisi yılın gazetecilerinden seçilmeliydi ve tüm muhalefet liderleri kendisini ziyaret edip ondan brifing almalıydı.)

Muhalefet bu meselenin peşine düşse olayın sadece ihale yolsuzluğu olmadığını, işin özünde çetelerin el altından finansmanını sağlayan çok daha büyük ve gizli bir yapının olduğunu ortaya çıkarabilecektir. Elbette bunun dışında da çeşitli kaynaklar yaratılıyor. Doğrudan kamu kaynaklarıyla veya vakıflar aracılığıyla, belediyeler yoluyla da çıkarlar sağlanıyor, makam ve mevki dağıtılarak ödül sistemi devreye sokuluyor. Tetikçi yandaş medyanın, orada yazan, konuşan gazeteci, akademisyen, araştırmacı görünümlü birçok şahsın bu kaynaklardan finanse edildiğini tahmin etmek mümkün. Muhtemelen 50-60 kişilik bu medya tetikçisi güruh, ceplerine doldurulan bol paralar karşılığında her gece televizyonlarda kanal kanal dolaştırılarak kendilerine verilen, günün veya haftanın düşmanını linç etme görevini yerine getiriyor. Son beş yıldır kimlerin bu kanallarda düzenli olarak bu faaliyetlere katıldıklarını tespit etmek zor olmasa gerek. 

Denilebilir ki, medya ve ifade özgürlüğü var. İsteyen herkes demokratik hakkını kullanıp televizyona çıkabilir ve konuşur. Bu güruh dışında kimsenin böyle bir hakkının olmaması bir yana, bu faaliyete katılanların belli bir merkezden yönlendirildiği, görevlendirilip finanse edilerek belli bir amaca (muhalefete operasyon) yönelik, sistematik bir çalışmaya dahil oldukları için öyle basitçe eleştirilip geçiştirilemez. Ortada çok ciddi ve ağır bir suç var. Yani sadece basın ahlak ilkeleri ihlal edilmiyor ya da sadece iftira, hakaret suçu işlenmiyor. Devlet içinde çöreklenmiş bu çete aracılığıyla siyasete, seçimlere, yargıya doğrudan müdahaleler yapılıp iktidarın gücü tahkim edilmeye çalışılıyor. Bu çetenin sosyal medya ayağının, yargı ayağının, sivil toplum, sermaye ve en tepede siyaset ayağının olduğunu anlamak da tespit etmek de zor değil. 

'Çeteleri yargı önüne çıkarmak boynumuzun borcudur’ 

Yaşanan bir olay karşısında siyasi iktidarın tutumu, eşzamanlı olarak yandaş kanalların ve oradaki tetikçilerin tutumu, sosyal medya ve sivil ayağın tutumu, aynı anda yargının tutumu yan yana konulunca bunların ancak ve ancak tek merkezden yönetilmekle bu kadar senkronize çalışmalarının mümkün olabileceğini rahatlıkla ortaya koyabiliriz. Mesela Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ’a ve gazeteciler Orhan Uğuroğlu ile Afşin Hatipoğlu’na ölümcül saldırılar gerçekleşti. Bu saldırıların örgütlü ve planlı olduğunu bilmeyen var mı? Peki ne oldu bu saldırılar sonrasında? Siyasi iktidarın ve ortaklarının açıklamalarını, yandaş medyanın tutumunu ve yargının tutumunu yan yana koyun bakalım. Ortada ayıplanacak, kınanacak bir durum mu var yoksa devlet içindeki organize bir suç şebekesinin kolektif olarak işlediği çok ağır bir suç mu var? Peki muhalefet bu durumu neden ayıplamayla, kınamayla, esefle karşılamayla geçiştiriyor? Çok tuhaf, değil mi? 

HDP’lilerin yargılama süreçlerindeki çete faaliyetlerini burada anlatmayacağım ama bilinsin ki hepsi partimizin hukukçuları tarafından belgeleniyor, raporlanıyor. Günü geldiğinde de bağımsız yargının ve TBMM’nin önüne koyacağız. Bakalım bizi medyada her gün, her gece hakaret, yalan ve iftiralarla linç eden, suçlu ilan eden, yargılama süreçlerimize doğrudan etki eden bu güruh o gün ne ifade verecek? 

Selahattin Demirtaş'ın Gazete Duvar’daki yazısının tamamını okumak için TIKLAYIN 

Editör: Haber Merkezi