Fransa, Türk basınının gelişiminde önemli rol oynayan bir ülkedir. Anglo-Sakson dünyasında haber ile yorum arasında duvar ören habercilik anlayışının aksine Fransız gazetecilik anlayışında yorum, haber değerlendirme birbirine geçmekte, adeta kişisel yaklaşımların haberi kirletmesi için elden gelen her şey yapılmaktadır. Türk aydınlarının Paris sürgünleri ve matbuatın Fransız etkisinde gelişmesine bağlantılı olarak, Türkiye’deki gazetecilik anlayışında da ciddi Fransız üslubu etkileri görülmektedir. Türk basınındaki yorum ve fıkra yazarlığı çokluğu da belki de Fransız medyasının büyük saygı gören derinlikli analizlerle gelişmeleri okuyucuya perspektif içerisinde sunma geleneğinden etkilenme sonucudur. Kıbrıs bu durumdan farklı değildir. Yunan basını gibi Rum basını da Fransız çizgisindedir, ancak demokrasinin gelişimiyle iktidara yakın görülen medya organlarında bile medyanın asli görevini, yani “kamuyu bilgilendirme” görevini yansıtan yaklaşımlara şahit oluyoruz. Kıbrıs Türk basınında ise 1960’lara kadar Türk basınında da yaygın örnekleri görülen –daha sonra kısa bir süre Petek gazetesiyle Anavatan partisi döneminde de 1980’lerde, yaşanan– parti gazeteciliği benzeri durumlar yaşanmıştır. Halen de gazete ve televizyonların siyasi partilerle ilişkileri –birçok partinin kendi gazetesi vardır– devam etmekte, bazı gazeteciler güç sahibinin kim olduğuna bakılmaksızın “Saray’ın kedisi” rolünde, bazıları da ideolojik bağlılıklarının haberden, gerçekten, etik ilkelerden daha önemli olduğu bir anlayış içerisindedirler. Elbette habere ve haberciliğe kendini adayan gazeteciler her dönemde olduğu gibi şimdi de “aykırı” ama “saygın” bir statüde mesleklerine devam etmektedirler. Her şeye rağmen, Kıbrıs Rum basını dikkatli olarak değerlendirildiğinde, genelde açık bir şekilde, hassas konularda da satır aralarına gizli olarak hem Rum devletinin hem de güç gruplarının plan ve stratejilerini okuyucuya aktarmada oldukça başarılı olduklarını görürüz. Cyprus Mail, mesela, Kıbrıs Rumlarının en eski ve muhafazakâr-milliyetçi bir gazetesi olmasına rağmen, eleştiri ve kişisel görüş dolu haberlerinde Nikos Anastasiades ve hükümetinin icraatlarını acımasızca eleştirirken aynı zamanda kendince doğru strateji açılımları da önermektedir. İki büyük muhafazakâr ve birçok küçük parti ve gruplardan oluşan merkez veya aşırı sağ siyasi oluşumları da adeta temsil edebilmektedir. Bu hafta sonu “Görüşümüz: Anastasiades Kıbrıs sorununu çıkmaz sokağa sürükledi” başlıklı baş yazısında 75 yaşındaki Cyprus Mail Rum lideri acımasızca, beceriksizlik, sığ görüşlülük ve federasyon konuşabileceği bir Kıbrıs Türk lider karşısında otururken 2017’de Crans Montana’da masadan kaçarak Kıbrıs sorununu iki devletli çözüm önerisinin yapılabileceği aşamaya getirmede gerçek sorumlu olarak suçladı. Tabii suçlamakla kalmadı, niye bu sonuca vardığını da detaylı olarak baş makalede okuyucuya sundu. Elbette Kıbrıs Rum lideri o çok zayıflatan Hatay biberlerinden yemiş gibi karın ağrısı çekerek Türkiye ve Kıbrıs Türk liderini iki-devletli çözüm önerisiyle görüşmeleri çıkmaza sokmakla itham ederken, Cyprus Mail ve dünya kamuoyundaki “2017’de tüm isteklerin neredeyse karşılanmış iken niye federasyon amaçlı görüşmelerden kaçtın? Türk Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun ifşa ettiği gibi eğer Kıbrıs Rum halkı güç paylaşımına, siyasi eşitliğe karşı ise, federasyon nasıl olacaktı ki” gibi sorulara ve hatta Türk tarafının son Cenevre görüşmelerinde hatırlattığı gibi bütün bunlar yazılı olarak da verilmiş ise, acaba daha nasıl bir sürecin kurgulanmasını bekliyordu? Görüldüğü kadarıyla Cenevre sonrasında Kıbrıs sorunu boyunca alışageldiğimiz “Suçla diğer tarafı” oyunu tekrar başladı. Kim daha antagonist? Kim daha ahlaksız? Kim aynaya bakmalı? gibi sorularla belki durum idare edilecek iken, birden bir de pasaport meselesi çıktı ortaya. Kıbrıs Cumhuriyeti bir Kıbrıs Rum devleti değildir. Adanın iki halkı tarafından, Türkiye, Yunanistan be İngiltere garantörlüğünde 1960’ta kuruldu. 1963 Aralığında başlayan soykırım amaçlı saldırılar sonrasında Mart 1964’te tüm devlet kurum ve makamları Kıbrıs Rumları tarafından işgal edildi. Dolayısıyla Kıbrıs Cumhuriyeti yaşamaya devam ederken, meşru hükümet katledildi. İzolasyonların Türk toplumu üzerine acımasızca uygulanmaya başlaması sonrasında, özellikle 1 Mayıs 2004’te ada tek taraflı olarak Avrupa Birliği’ne girdikten sonra Kıbrıs Rum yönetimi Kıbrıs Cumhuriyeti kimlik ve pasaportunu Kıbrıs Türkünden esirgeyebilme hakkından mahrum kaldı. Kim pasaport aldı, kim kimin vatandaşı gibi ucuz bir hamaset anlamsız olduğu kadar insafsızdır da. Hatırlatayım, 1968’de başlayan Kıbrıs görüşmelerinin amacı hükümetten atılan Kıbrıs Türklerinin ortak yönetime nasıl döneceklerini hedeflemekteydi. 1974 bir dönüm noktası oldu. 1983 bir başka dönüm noktası, 1 Mayıs 2004 de bir başka. Bir yeni dönüm noktası ise Cenevre görüşmeleridir. Parti gazeteleri ve televizyonlarının ya da finansmanını hangi kanaldan sağladığı belli olmayan bazı gazetelerin, sadece kendi patronlarına hizmet etme kaygısı kamuyu bilgilendirme görevinden önde olması elbette ki ne kabul edilebilir ne de sürdürülebilir bir durumdur. Üstelik, devletin yazılı ve görsel medyaya çeşitli isimler altında çok önemli kaynaklar aktardığını düşünür isek, durumun çok acınası olduğu daha iyi anlaşılacaktır.

Kaynak Linki = https://www.muhalif.com.tr/makale/medya-vazifesini-gorebilmeli-346

Editör: Haber Merkezi