Aysel SAĞIR T24 Köşesinden Yazdı: Peker, yanmak, ezilenlerin pedagojisi.../ Peker ve ezilenlerin pedagojisi  

Peker, yanmak, ezilenlerin pedagojisi...

Savunmadayız; haramilerin ele geçirdiği kentlerin, hızla iç içe geçip, sonradan gelenin bir diğerini ani öldürücü darbelerle yok ettiği mekanlarına, ilişkilerine, olaylarına karşı tetikteyiz... Kırmızı, mavi fenerlerle süslenmiş, çıplak ampullerinden sarı ışıkların süzüldüğü o kasaba alanlarında kalmakta ısrar etmemiz bu yüzden

Bugünlerde, zorbalaşmış güçlerin ve hayatın vura vura, kıra kıra hiçliğe gönderdiği "gariplerin" sesleri dolaşıyor aramızda.

Sedat Peker yoksa, onların seslerine kapılmış olabilir mi(?!)

"Yakarsa dünyayı garipler yakar!" demişti bir videosunda.

Sahi, Peker, kendisinin de içinde bulunduğu -bir zamanlar- güç aygıtında dönen kirli işleri dile getirirken, ezilenlerin pedagojisine neden ihtiyaç duyuyor?

Haksızlık, adaletsizlik, vurgun, talan, cinayet gibi daha nice karanlığı başka bir şekilde dile getirmeyeceği için mi(?)

Hadi diyelim bu yüzden. Böylesi -tahmini- bir yanıt yeterli mi peki!

Gücün ve sahteliğin her türden şenlikli ayartmalarının karşısına geçip, varoluşunu onun kötücüllüklerine karşı kurarak, ama hep yeniden kurarak yananların; dilsel dışavurumunu, jestlerini ödünç almasından başka çaresi yok da ondan mı ya da?

Ya da, hayatın bilinçaltı taştı da ondan mı?

Elbette ki, hırsızın suçu var da; bizi fırlatan, bize fırlatılan nedir diye sormak gerekmez mi(?)..

"Sizi neyin fırlatmış olabileceğini ve ne yapmanız gerektiğini daha iyi anlamanız ancak sonradan olur" diyor, Brian Massumi. Yaşanmışlıkarın kıvrımlarından süzülerek gelen duyduğumuz o seslerin de, bizim seslerimiz olduğunu.

Yaşamın dönüşüm, süreç ve anlarının keskin uçlu olduğunu söylüyor ozanlar; acıtıyor. Travmatik olduğunu söylüyor psiko-sosyal analistler; yine acıtıyor. Öğretici olduğunu söylüyor etik bilimciler ama daha çok acıtıyor. Sonra da, işte -hep bir ağızdan- hayat, buralardan süzülerek toplumsal, bireysel bilinçaltlarına akar diye bir saptamada bulunuyorlar; ama bu kez acıtmıyor. Zira her şey, son saptama anına kadar geçen sürede olup bitiyor.

Hayatlarımız yana yana epeydir bilinçaltımızda yaşıyor ve onlara dokunmamızı istiyorlar bizden,

Büyük dönüşüm anlarında kendimiz yerine başkalarının yüzünü ve ismini kazıyıp, bize ait olanı bastırdığımız için hesap soruyorlar bizden. Bizim yanmamız sonucu açığa çıkan enerjiyle, bizim bendensel-zihinsel sarfiyatlarımızla çalışan hayatın motorunu görmediğimiz için. (İçinde yaşadığımız dünya, tam manasıyla, kesinti yaratarak, belirmeyi tetikleyerek, kapasiteleri ön hazırlayarak yeniden başatılabilen mikroalgılardan oluşur. Her beden her an bir dizi mikroalgının egemenliği altındadır. Beden, karmaşık bir biçimde, diziler halinde gelişen içeriden-hazırlıkların bir bileşimidir...)

Keskinleşmiş dönüşüm anlarında en saf, en temiz olanların nasıl yandığını ("en saf olan öder geçer!"), anlamak istemeyip, onlara, hayata olan borcumuzu ödemediğimiz için. O keskin dönüşüm anları, gemi azıya almış her yana sirayet edip, alevlerinin yakıcı dilini en derin kuytuluklara sokarken, ateşe yol açmak, onu rehber kılmak için seçtiklerini yakarken, o yangın yerlerinden hızla uzaklaştığımız için.

Spartakistler, Che'ler, aşk(lar)... dün olduğu gibi, bugün de yandığı için...

Zira akışkanlığını sürekli kılmak için yana yana kendini gerçekleştiriyor hakikat.

Aşk yana yana, dostluk yana yana...

Güç ve iktidar(lar)ın, hakikat süreçlerinin sızıntıları olduğunu öğrendik artık ve biliyoruz. Haramilerin buraları ezberlediklerini, hakikati kapmak için başında nöbet tuttuklarını da... Her birimizin yanması sonucu açığa çıkan, hepsi de birer inci tanesi değerinde yenilik olasılıklarımızı nasıl kaptıklarını da...

Tek bir hakikat varsa o da, kaybedenlerin, kaybetmek zorunda bırakılmışların, hayatı elden kaçırarak, gümbürtüye gidenlerin hakikatı olarak kendini ilan ettiği an ve süreçlerde geziniyoruz bu günlerde.

Savunmadayız; haramilerin ele geçirdiği kentlerin, hızla iç içe geçip, sonradan gelenin bir diğerini ani öldürücü darbelerle yok ettiği mekanlarına, ilişkilerine, olaylarına karşı tetikteyiz... Kırmızı, mavi fenerlerle süslenmiş, çıplak ampullerinden sarı ışıkların süzüldüğü o kasaba alanlarında kalmakta ısrar etmemiz bu yüzden.

Peker ve ezilenlerin pedagojisi

Peker, bizim sözümüzü, davranışımızı, öfkemizi çaldı!

"Sağ, insanların imgelemini kapıp, milliyetçi hisler ve eğilimler üretebiliyor, böylece günlük yaşamda olup bitenler karşısından gerçekten bir umutsuzluk ortaya çıkabiliyor..."

"Turan'ı kuracağız kardeşlerim!"

Bunu kim diyor peki?

Her konuşmasının bitiminde Sedat Peker.

Üstelik bir şiar gibi... Milyonlar hipnotize olmuş vaziyette, aval aval kendisine bakarken.

Kimseden tık yok. Özellikle de sol muhalefetten.

Z kuşağının bilinçaltına formatlar atıyor; "kırk yaşın altındaki kardeşlerim".

Kırk yaşın altındaki kardeşlerin ise bir gelecek tasavvuru yok!

Tümüyle suça bulaşmış bir karakter, bir ülkenin geleceğinin öznelerini biçimlendirecek yetkiyi görebiliyor kendinde. Tabii, kimse onun da bir güç aygıtı olduğunu, bu aygıtın başka bir düzleminde yer aldığını aklına bile getirmiyor.

Kırk yaşın altındaki kardeşlere gelince, güzel bir yaşam istiyorlar. Ancak bu güzel yaşam isteğinin içi dolu değil. Zira güzel yaşam denilen şey öyle hazırlop, bütün ögelerini oluşturarak gelmiyor kimsenin kucağına. Güzel olanın içini doldurmak, onu yaratmak için sıkı bir çaba gerekiyor ki, bu çaba ve mücadelenin nasıl bir şey olduğu biliniyor zaten. Düşünürler, sanatçılar, şairler, yazarlar, anarşistler, solcular, komünistler, ekolojistler, feministler... bunun için varlar. Yüzyıllardır insanlık, insanca yaşamanın, daha iyi bir dünya yaratmanın mücadelesini veriyor.

Ama her çağ çürümüşlükle, kötülükle, ırkçılıkla, faşizmle mücadele etmek için kendi koşullarını ve öznelerini yaratıyor.

Ama asla, karanlık işlerle organize olmuş özneleri muhatap almıyor.

Bu yeni çağda bizim toplum, söz konusu özneleri ve onun koşullarını oluşturamayıp yarata yarata Peker'i mi yarattı yoksa!

Devlet aygıtında dönen dolapları, kirli işleri (herkesin bildiği) onların içlerinden biri, tek tek ortaya döküyor.

Ama yer yerinden oynamıyor!

Herkes büyük bir iştahla, heyecanlı bir film seyredercesine, "Bakalım daha neler gelecek peşinden?" diye olası tahminler yürütüyor. Bu tahmin yarışında tutturup, anlatılanları en iyi analiz edenler ise, zeka ve uzak görüşlülükte birinci sıralara oturmanın gururunu yaşıyorlar.

Peki, bütün bu kaçma kovalamaca, hırsız-polis oyununda kim kazanıyor?

En önemlisi de neyi kaybediyoruz! İşte bu çok önemli!

Büyük, çok büyük bir şey yitirdik ya da yitirmek üzereyiz.

Birisi çıktı ve yıllardır içimizde, saklı davranışlarımızda, acılarımızda, yoksunluklarımızda, umutlarımızda, niyetlerimizde, gelecek hayalimizde, öfkemizde biriktirdiğimiz, biriken ne varsa elimizden aldı.

İşte bunu yitirdik!

Peker, bizim sözümüzü, davranışımızı, öfkemizi çaldı!

Her birimiz içimizden ona hayranlık duyuyoruz: Vay be, helal olsun adama! Bir yığın kirli iş tutmuş ama, ifşa etmekten çekinmiyor! Bakanları, medya patronlarını, satılık gazetecileri, yöneticileri aşağıladığı lakaplarla nasıl da yerle bir ediyor!

İçimizin yağı eriyor. Birikmiş öfkelerimiz gerçek muhataplarına doğru daha yola çıkmadan, çıkmak için kendine bir yol bulamadan birisi tarafından derdest ediliyor.

Hatta edildi bile.

Pamuk gibi olduk şimdi. İçlerimizde patlattıkları öfkelerimizle bizi birer hasta yaratıklara dönüştüren gerçek failler, Peker'in bir el hareketiyle ortaya çıktılar ve bu kadarı bize yetti.

Treni kaçırdık. Tarihsel an'ları gevezeliğimizle bir kez daha çar çur ettik.

Z kuşağını da Peker'in eline verdik!

Kırk yaşın altındaki kardeşlerimiz olur da "Turan"ı kurmaya kalkışırlarsa hiç şaşırmayalım!

Haa, onlarda nasıl bir cevher var bilmiyoruz ama, bazılarının iyi birer ikbal avcıları olduğu kesin. Büyüklerinden böyle görmüşler. En itibarlı işlere nasıl konulur iyi biliyorlar. Bir profesör arkadaşım, kendisine teslim edilen doktora ve yüksek lisans tezlerinin yüzeysel ve ezbere tanımlamalarla, çalakalem referanslarla içlerinin nasıl da boş olduğunu söylediğinde bu yüzden hiç şaşırmadım.

Ezilenlerin pedagojisini kullanarak, soldan referans aldığı kavram, söz ve davranışlarla bir kapma aygıtı işlevi görüyor Peker. Güç ve iktidar yapılarının en iyi bildiği şeyi yapıyor yani. Sonrasına gelince, malum...

Su akıyor, sol bakıyor!

Editör: Haber Merkezi