Sopalı seçim tabiri, 1912 seçimlerine yakıştırılır. İttihat Terakki Partisi’nin diktatörlüğünü inşa etme sürecinde çok kritik bir yerde durur bu seçimler.

Sopalı seçim tabiri, 1912 seçimlerine yakıştırılır. İttihat Terakki Partisi’nin diktatörlüğünü inşa etme sürecinde çok kritik bir yerde durur bu seçimler. Rakip parti Hürriyet İtilaf’ın Trabzon’a faaliyet yürütmek üzere gönderdiği Mustafa Nuri Bey, İttihatçı fedailer tarafından sopayla dövülmek suretiyle öldürülmüştür. “Sopalı seçim” deyişi, bu olaya atıfta bulunur. 1908 Hürriyet Devrimi’nin ardından yapılan seçimlerde büyük bir çoğunluk elde eden İttihat ve Terakki, 1909 31 Mart askeri kalkışmasını bahane ederek sıkıyönetim ilan etmiş ve bundan itibaren ‘Hürriyet’ nostaljik bir slogan olarak kalmıştır.

Bütün baskılarına rağmen, İttihatçılar karşısında büyük bir muhalefet gelişiyordu. 31 Mart kalkışması çizgisindeki muhalefet güçleri birleşerek Hürriyet ve İtilaf Partisi’ni kurdu. 1911 ara seçimlerinde bu parti büyük bir başarı elde etti. Bunun üzerine İttihatçılar, Sultan Reşat’a meclisi feshettirerek ülkeyi erken seçime götürdüler. İşte 1912 Ocak seçimleri bu şartlarda gerçekleşti. İttihatçı teşkilatlar her yerde halka büyük baskılar yaptı. Adeta insanları kendisine oy vermeye mecbur etti.

Ne var ki, seçim sonuçları yine de İttihatçıları memnun etmemişti. Mayıs ayında iş başı yapan Meclis’i Ağustos’ta yine feshettirdiler. Altı ay sonra, Ocak 1913’te Bab-ı Ali Darbesi ile bütün iktidarı ellerinde toplayarak ülkede fiili bir cunta yönetimi kurdular. Nihayet yaşadıkları toplumsal meşruluk krizini çözmek adına ülkeyi 1. Dünya Savaşı’na soktular. Alman emperyalizmiyle birlikte girişecekleri fetihler onları ülkeye tam anlamıyla hakim kılacaktı. Nihayet 1918’de savaş bittiğinde Enver-Cemal-Talat üçlüsü soluğu Almanya’da aldı. 1946 seçimleri, bir diğer “olağanüstü” seçimdi. ABD’nin talebi üzerine “çok partili” sisteme geçiş hazırlıklarına giren İnönü hükümeti, bir yandan da potansiyel iktidar adayı DP üzerinde baskı kuruyordu. Nihayet CHP’nin istediği Serbest Fırka deneyimi türünden bir girişimde bulunmaktı.

DP’nin rolü bir azınlık partisi olmak, böylece sisteme demokratik bir hava vermekten ibaret kalmalıydı. DP’nin kurulmasıyla seçimleri erkene çeken CHP, seçim kanununda yaptığı değişiklikle “açık oy, gizli sayım”ı geçirdi. İktidar partisi alenen hileyle seçimleri kazandı. Ancak bu seçimler CHP’nin ciddi bir güç kaybına da sebep oldu. 1950 seçimlerinde CHP neredeyse meclisten silindi. Ancak bu kez Demokrat Parti’nin fiili tek parti iktidarı kurulmuştu. DP de iktidarı bırakmaya asla razı değildi.

1955 mali kriziyle birlikte DP düşüşe geçmiş, CHP yükselmeye başlamıştı. 1957 seçimlerinde DP dışındaki 3 parti ittifak kurdu (o tarihe kadar seçim ittifakı yasaldı). CHP, Hürriyet Partisi ve Cumhuriyetçi Millet Partisi (MHP önceli) eğer bu ittifakla seçime girebilmiş olsa idi, 1957’de iktidar değişecekti. Zira bu 3 partinin oyları toplamı %52 idi. Ne var ki, DP seçime kısa süre kala seçim ittifaklarını yasakladı. İttifak partilerinden birisinin başkanı olan Osman Bölükbaşı’nı (dokunulmazlığını kaldırarak) hapse atttırdı. Bununla da kalmadı. Daha oy verme işlemi sürerken (saat 14:00’da) radyodan “seçimleri DP’nin açık ara kazandığı” yönünde duyurular yapılmaya başlandı. DP’nin bu tür müdahaleleri, normalde seçim yılı olması gereken 1961’e giderken had safhaya varacaktı (Tahkikat Komisyonları vb.) Ancak hiç kuşkusuz, tarihteki bu örneklerin hiçbirisi, 7 Haziran seçim sonuçlarının büyük bir şiddet dalgası (Suruç, 10 Ekim katliamları, HDP binalarına yapılan yüzlerce saldırı vb.) ile 1 Kasım’da değiştirilmesi ile kıyaslanamaz. Daha önce yapılan hiçbir seçim hilesi, 16 Nisan referandumunda YSK’nın “mühürsüz pusula” kararı kadar büyük bir etki yaratmamıştır. İşte, böyle bir ülkede, hükümet sözcüsü Bekir Bozdağ, “Türkiye’de sandıkta kim hile yapılıyor diyorsa bilin ki kaybetmiştir. Türkiye’de hilenin-hurdanın olmadığı yer seçimdir” diyor.

AKP’nin meclise sunduğu tasarı ile, mühürsüz pusulalar yasallaşıyor. Böylece iktidar sahiplerinin, yandaşlarına pusulaları bir gece önceden dağıtmasının yolu açılıyor. Sandık başkanlarının devlet memuru olması şartı koşuluyor. Böylece neredeyse tümünün iktidar partisi tarafından belirlenmesi imkan dahiline giriyor. Keza sandık başına polisin gelmesi “vatandaşın çağrısı” ile mümkün oluyor. Zaten OHAL şartları altında yapılacağı için hiçbir demokratik meşruiyeti olmayan, muhalefetin söz söyleme, propaganda yapma, örgütlenme haklarının peşinen çiğneneceği şimdiden belli olan seçimlerde, oy verme ve oy sayımı işlemleri de bu yasayla şaibeli hale getiriliyor. Herhalde 2019 seçimleri hem sopalı, hem hileli, hem de Türkiye tarihinde görülmedik türden bir seçim olacak.

ALP ALTINÖRS