Hem dünyanın en büyük gerilla hareketlerinden birisine karşılığında sadece legalite hakkı vererek silah bıraktırdılar, hem de legal FARC’ı kitlelerden büyük oranda tecrit etmeyi başardılar. Kolombiya’da uzun süredir dibe vurmuş olan ‘Barış Süreci’ FARC’ın yeniden silaha sarılması ile son buldu.

 

 

 

Hem dünyanın en büyük gerilla hareketlerinden birisine karşılığında sadece legalite hakkı vererek silah bıraktırdılar, hem de legal FARC’ı kitlelerden büyük oranda tecrit etmeyi başardılar.



Kolombiya’da uzun süredir dibe vurmuş olan ‘Barış Süreci’ FARC’ın yeniden silaha sarılması ile son buldu.

Gerçi ‘Barış’ bir gerçeklik olmaktan ziyade bir temenni olarak kalmıştı. FARC’ın 12 bin gerillası silahlarını bırakıp, özel kamplarda sisteme entegrasyon sürecinde tutulurken, ordu ve uyuşturucu mafyası ile bağlantılı paramiliter çeteler silahsızlandırılmadı. Katliamlarına devam ettiler. 500 sosyal lider ve 150 eski gerilla öldürüldü. Resmî devlet bu cinayetleri izlemekle yetindi. Ama Kolombiya’da gerçek devlet her zaman paramiliter çetelerin arkasında olmuştur.

Kolombiya-FARC arasında altı yıl süren Havana görüşmeleri sonucunda, Küba ve Venezuela’nın arabuluculuğunda 25 Ağustos 2016’da imzalanan ‘Barış Anlaşması’ FARC’ın silah bırakma karşılığında yasal bir partiye dönüşmesini ve seçimlere katılmasını öngörüyordu. Anlaşmanın toprak ve demokrasiyle ilgili maddeleri baştan itibaren bir detay gibi görüldü ve zaten uygulanmadı. 50 yıllık silahlı çatışmanın temel toplumsal nedenlerini ortadan kaldıracak dönüşümler gerçekleşmedi. Kamuoyunun bütün dikkati eski FARC üyelerine af getirilmesi ve Senato’da FARC’a 10 kişilik kontenjan ayrılması üzerine yoğunlaştı.

Kolombiya’nın kanlı geçmişi tekrar ediyor

Kolombiya, bir gerilla kolu kurmanın, sendika kurmaktan daha kolay olduğu bir ülke. Resmiyette burjuva demokratik bir anayasası var. Ama fiiliyatta paramiliter çeteler ve uyuşturucu mafyası yaşamı belirliyor. Büyük oranda çeteleşmiş bir devlet. Anayasal bir devlet değil. Dolayısıyla, 1950’lerden bu yana sürekli gerilla örgütlerinin ortaya çıktığı, devletle savaşarak büyüdüğü, sonrasında silah bırakarak politik partiye dönüştüğü ve paramiliterlerin katliamlarına maruz kaldığı bir kısır döngü yaşanıyor.

FARC’ın yasal siyasete katılımıyla ilgili ilk büyük deneyim, 1985’te Yurtseverler Birliği’nin (UP) kurulmasıyla yaşandı. Bu yasal partinin kurulmasına paralel olarak FARC da ilk yasallaşma adımlarını atacaktı. UP halktan büyük bir ilgi gördü. UP Genel Başkanı Jaime Pardo, 1986 başkanlık seçimlerinde 350,000 oy aldı (%4,5). Mart 1988 yerel seçimlerinde UP 14 valilik kazandı. Gerçek bir siyasal değişimin yolda olduğunu gören Kolombiya devleti, örtülü aygıtlarını devreye soktu. UP Genel Başkanı Jaime Pardo, 11 Ekim 1987'de kontralar tarafından katledildi. Bunu izleyen dönemde UP üyelerine ve aktivistlerine yönelik korkunç bir devlet terörü yaşandı. 1988'de UP, o güne kadar 4'ü meclis üyesi olmak üzere 500 üyesinin kontralarca katledildiğini açıkladı. Pardo'nun katlinden sonra UP'nin başına geçen Bernardo Jaramillo Ossa da 22 Mart 1990'da katledildi.

Ardı arkası kesilmeyen katliamlar, Yurtseverler Birliği’nin bir yasal parti olarak varlığına son verdi. Bu süreçte UP’nin toplam 3.000 üye ve taraftarı katledildi. Bu dönemde UP ile politikleşen üniversite gençlerinden birisi de FARC’ın yeniden dağlara çıktığını açıklayan liderlerinden birisi olan Jesus Santrich’ti. UP’ye yönelik siyasi soykırım Santrich’i pek çok yaşıtıyla birlikte dağlara yöneltmişti.

Başkaca örgütler de o dönemde benzeri bir akıbeti yaşadı. Örneğin, son derece etkili bir devrimci örgüt olan M-19 hareketi de yasallık karşılığında silah bıraktı. Örgütün çok sevilen lideri Carlos Pizarro, 1990’daki başkanlık seçimlerinde aday oldu. Gerçekten seçilme ihtimali belirince, seçim kampanyası esnasında, uçağı havaya uçurularak katledildi.

FARC’ın 2016 barış anlaşmasından bu yana yaşadığı kanlı süreç, Kolombiya siyasi tarihine aşina olanlar için adeta bıktıran bir nakaratın tekrarı gibi.

Yasal FARC’ın başarısızlığı

Ne var ki, burada FARC’ın da süreci çok kötü yönettiğinin altını çizmek gerekir. Barış Anlaşmasının referanduma sunulması, büyük bir tuzaktı, bundan sakınamadılar. Aradan geçen üç yılda, FARC adıyla kurdukları yasal partinin ne genel merkezini ne de il binalarını açabildiler. Devlet başkanlığı seçimlerinde aday çıkartmayarak kendilerini taca attılar. Girdikleri yegane seçimde ise yüzde 1’i bile bulmayan bir oy alarak, halk için savaştıkları iddiasına ciddi anlamda zemin kaybettirdiler. Kuşkusuz, genel oy, devrimin kitle tabanının gerçek ölçütü hiçbir zaman değildir, dahası FARC tabanının bulunduğu uzak kırsal bölgeler çoğunlukla seçmen olarak dahi kaydedilmemişti. Ama yasal FARC’ın üç yıllık deneyimi, barış sürecinin FARC’ı kitlelerle buluşturmak için bir imkân olarak değerlendirilemediğini, tam tersine, Kolombiya oligarşisinin bu süreçten politik anlamda kârlı çıktığını gösteriyor. Zira hem dünyanın en büyük gerilla hareketlerinden birisine karşılığında sadece legalite hakkı vererek silah bıraktırdılar, hem de legal FARC’ı kitlelerden büyük oranda tecrit etmeyi başardılar.

Santos başkanlığında imzalanan Barış Anlaşması'na paramiliter çetelerin temsilcisi Uribe karşı çıkmıştı. Son seçimlerde devlet başkanı seçilen Ivan Duque, Uribe’nin bir kuklası. Kolombiya oligarşisinin en savaşçı ve en mafyatik kanadının temsilcisi olan Duque, seçim kampanyasını tamamen Barış Anlaşması karşıtı bir zemine oturtmuştu. Göreve geldiğinden beri defalarca anlaşmanın çeşitli hükümlerini tanımadığını belirten açıklamalarda bulundu.

Meselenin uluslararası boyutu

Meselenin bir de uluslararası boyutu var. Havana Anlaşması'nı sağlayan Küba ve Venezuela’nın arabuluculuğu olmuştu. Havana Müzakereleri süreci, Obama yönetiminin Küba’ya yönelik ambargoyu gevşetmesiyle aynı sürece denk düşüyordu. Ancak Trump döneminde ABD, Küba’ya ambargoyu yeniden sıkılaştırmakla kalmadı, Bolivarcı Venezuela’yı imha etmeye yönelik saldırılarını da yoğunlaştırdı. Bu saldırıların Latin Amerika’daki üssü ise Kolombiya oldu. Önceden Kolombiya oligarşisi Venezuela'ya askeri müdahale konusunda 10 kere düşünmek zorunda kalırdı, çünkü FARC vardı. FARC tasfiye edilince, elleri rahatladı. Kolombiya üzerinden Venezuela’ya yönelik (başarısız) bir askeri işgal girişimi gerçekleştirilebildi. Bolton not defterine rahatça "Kolombiya'ya 5000 asker" yazabildi.

FARC’ın yeniden dağlara dönüşünde, Venezuela faktörü önemli bir rol oynamıştır. Devlet Başkanı Ivan Duque’nin FARC’ın açıklamasına yanıt verirken, Maduro yönetimini açıkça suçlaması ve ‘meşru devlet başkanı’ (!) Juan Guaido’ya yardım çağrısı yapması da bunu teyit etmektedir. Guaido’nun FARC’a karşı Kolombiya’ya ne yardımı dokunur bilemeyiz! Ama Venezuela’nın, önümüzdeki dönemde FARC’ın lojistik destek üssü olacağı kesin gibi görünüyor. Bir yıl kadar önce, Kolombiyalı paramiliter grupların Venezuela’ya sızarak saldırılar düzenlediği dağlık 2219 kilometrelik sınırda, anlaşılan o ki, bu kez de FARC faaliyet yürütecek.

FARC’ın kendini koruma hamlesi

Senatodaki koltuklarını terk ederek tekrardan dağa çıkan Ivan Marquez, Jesus Santrich ve başkaca FARC komutanlarının yaptığı açıklama, bugün için FARC’ın küçük bir bölümünün tavrı imiş gibi görünse de, silahlı çatışmaların yeniden başlaması, zaman içerisinde hükmünü yürütecektir. Muhtemelen Timoçenko’nun yasal FARC’ı sosyal demokrat bir partiye doğru evrilirken, FARC yeni bir insan gücü toparlayarak yola devam edecektir.

Ancak Ivan Marquez ve Jesus Santrich’in açıklamaları da bir ‘devrim’ iddiası ortaya koymamakta, ülkenin anayasal reformlarla yeniden yapılandırılacağı bir Kurucu Meclis ve ‘yaşam güçlerinin geniş bir koalisyonunun’ kuracağı bir geçiş hükümeti çağrısına bağlanmaktadır. FARC’ın yeniden dağlara çıkması, Barış Anlaşması’na ‘devletin ihanetinin’ sonucu olarak açıklanmaktadır. Böylece FARC’ın yeniden silaha sarılması, bir tür kendini koruma refleksi gibi görünmektedir.

( Alp Altınörs Artı Gerçek'te yazdı: Kolombiya’da FARC yeniden dağlarda )