ANAMVATAN

Doğup büyüdüğüm, çocukluk ve on sekiz yaşıma kadar yaşadığım mahallemde hasta ve yaşlı akrabamı ziyarete gittim. Hâl hatırdan sonra adet olduğu üzere geçmişten, o güzelim hatıralardan konuştuk. Öyle çok konuşacak, hatırlanıp hatırlatılacak anılarımız vardı ki… O hatıraları yâd etmek, tıpkı çocukluğunuzda çok severek yediğiniz, özlemini çektiğiniz bir lezzet gibi gelip duruyor damaklarınıza. Yâd ettiklerinizin konuşmaları ses tonları dahi canlanıveriyor hafızanızda.

Sonra çocukluğunuz… Kendi hatırladıklarınızın dışında, sizi hatırlayıp yaptıklarınızı unutmamış bir yetişkinden dinlemek ayrı bir zevk. Sizin belleğinizin dışında bir başka bellekte yer edinmek, önemsendiğinizi hissettiriyor bir yanıyla. Zeynep teyze benimle ilgili hatırladıklarını anlatırken, “Hatırlıyor musun, bir ara sürekli gelip bana,”Zeynep abla sakın Kürdçe konuşma, seni tutuklarlar!”deyip duruyordun. Ben de sana,”E kızım ne yapayım, konuşmayayım mı? Türkçe de bilmiyorum diyordum. Bunları söylediğin zaman beş ya da altı yaşlarındaydın. “ dedi. Hatırladım… Evde ve sokakta ne kadar çok konuşulmuşsa artık, sevdiklerimizi ve ailemizi kaybedeceğimiz korkusuyla yaşadığımız o günleri, üzülerek hatırladım. Kendi anamı da konuştuğu dil yüzünden kaybetme korkusu yaşamış olmalıyım ki okula başladığımda anamın bizi okula götürmesini, okula gelmesini istemiyordum. Arada velilerimiz okullara çağrıldığında, “Anam okula gelirse Kürd olduğumuz anlaşılır, konuşmayı da bilmiyor.” diye içimin sızladığını, kendi kendime utandığımı da hatırlarım. Neyse ki liseyi bitirmiş ablalarım vardı, onlar gelirdi.

Babam, uzun zaman köyünden ayrı, şehirlerde çalışmış, ardından dört yıllık askerlik derken Türkçeyi öğrenmiş. Okul yüzü görmemiş, kendi kendine okuma yazma öğrenmiş. Okumaya merakı yüzünden zengin kelime dağarcığı, hitabeti kuvvetli, çok düzgün konuşan bir adamdı. Ama anamla sadece Kürdçe konuşurlardı. Anam da nihayet öğrenmişti... “Uzmana Osman, öğretmene uratman, televizyona telezon…”gibi, kendi diline uyarlayarak da olsa öğrenmişti Türkçeyi. Anam, pürülan menenjite yakalanmıştı. Bilinç kapalı, uzun bir yoğun bakım sürecinden sonra nihayet gözlerini yeniden hayata açmıştı. Ama algısal bozukluk, bilinç bulanıklığı ve hafıza sorunu yaşıyordu. Doktorlar, “Deliryum” safhasında olduğunu söylemişlerdi. Konuşmaları, sorulan soruları anlamıyor, dikkatini veremiyordu. Kendi kendine ve sadece Kürdçe konuşuyordu. Tedavi devam ettikçe; bilinç bulanıklığı açılmaya, hafızası yerine gelmeye ve ikinci dilini o zaman konuşmaya başlamıştı.

Tarihsel dilbilim ve dil felsefesi üzerine epistemolojik tanımlamalardan bi haber, dilin ne demek olduğunu, deliryum safhasından öğrendik... Korkular, iç sızıları ve anlamsızlıklarla büyüttüğünüz o çocuklara, dil ve vatanın ne olduğunu anlatmaya çalışıyorsunuz. Hani şu ekranlardan höykürerek,”Anlamını bilmediğimiz, doğu dili!” diye nitelendirip konuşulmasını yasakladığınız o dil; anamvatandır! Her insanın anavatanı; çocukluğudur… Anavatan, çocukluğunuzda kulağınıza fısıldanan ninniler ve anne sesidir.