“İÇERİ” ve “DIŞARI” ya dair Sevgili Nadir Kalkan’a "Kendi cezaevimde" yaşamımı sürdürürken bir mahpus ikidir ziyaretime geliyor.   Hâlbuki ziyaretime gelmesin diye ne çok önlemler alıyorum kendimce.

 

 

 

“İÇERİ” ve “DIŞARI” ya dair

Sevgili Nadir Kalkan’a

"Kendi cezaevimde" yaşamımı sürdürürken bir mahpus ikidir ziyaretime geliyor.  Hâlbuki ziyaretime gelmesin diye ne çok önlemler alıyorum kendimce...

Önce, tek kişilik hücre tipinde bir cezaevi inşa etmiş, etrafına yüksek duvarlar örmüş, duvarın üstüne dikenli tellerle örgü çekmiş,  bu tellere de bin volt elektrik vermiştim. Yetmemiş kapıya X ray cihazı koymuş başına 'gardiyanlar' görevlendirmiştim.  Tüm bu engellerin aşılması olasılığına karşı retinadan kimlik tanıma özelliği olan yüksek güvenlikli mekanizmalar hücremi korumaktaydi.

Biz yenilmişlerin dünyasında kirlenmemiş gözbebeklerine "kirlenmiş gözbebeklerimle" bakmak saflığına kir sürmek istemiyordum belki... Ancak bu mahpus, önüne çektiğim tüm engel ve eziyetlere rağmen inatla ziyaretime geliyor.

Her iki gelişinde de birer saat sürüyordu ziyaretleri... Karşımda oturuyor, gözlerimin içine bakarak gülüyor O... bense gözlerinde kaybolma korkusuyla başım önümde hep... Nerden bilsin ki! Ziyaretime gelemesin diye ona çıkardığım zorlukları... Nerden bilebilir!  Cezaevimde kurduğum dünyamda ona yer olmadığını... Bilebilir mi ki konforlu çağın konformist insanı bizlerin, düzenleri uğruna onu/onları hep yok saydığımı, saydığımızı.  Elbette tüm bunları bilmeden bana “Eğer bir gün mahpusluk hayatım biterse” (Halen 30 yılın üzerine bir 7 yıl daha eklemesi gerekiyor)  diye giriyor söze.

Ben ise ya gerçekten yedi yıllık mahpusluğu biter de dışarı çıkarsa diye içten içe korkuyorum. "Kendi cezaevlerinde" mutlu yaşadıklarını sananlara soracakları, vermelerini istediği hesapları olmalı diye düşünüyorum ki,  onun yerine ben gün sayıyorum.

Hâlbuki bilirim yıllarca mahpus yatan arkadaşların çıktıktan sonra kimseye pek de sitem etmediklerini.

Sadece güçlü duygularla dışarı çıktıktan sonra yaşadıkları yoksunluk travmalarıyla başa çıkmak için içlerine kapandıklarını. Bilirim bu mahpusta benzer şeyler yaşayacak.

Ancak gözbebeklerindeki sevinci ve umudu tüketmek istemediğimden olsa gerek “Ağabey; bıraktığın yerde değiliz artık” bile diyemedim ona.

Otuz yıl önce girmişti mahpushaneye ve halen yedi yılı var çıkmaya. Yakalandığı günlerde annesi ziyaretine gitmişti büyük bir sevinçle... “Oğlum, iyi ki!  Yakalanmışsın, hiç değilse artık nerede olduğunu ve yaşadığını biliyorum” demişti.

Annesinin sevinci gölgelenmesin diye O, “Ama anne ben birden çok idam istemiyle yargılanıyorum" bile diyememişti.

Nadir halen Tekirdağ’da mahpus... Ya ben? Yoksa biz mi demeliydim