Hükümet 15 Temmuz’da bir Darbe Girişimi ile karşılaştı. 15 Temmuz Darbe Girişimi daha ilk günde beteraf edildiği halde, ‘FTÖ’cü darbe tehlikesi’ kisvesi ardında 20 Temmuz’da OHAL ilan edildi.

Hükümet 15 Temmuz’da bir Darbe Girişimi ile karşılaştı. 15 Temmuz Darbe Girişimi daha ilk günde beteraf edildiği halde, ‘FTÖ’cü darbe tehlikesi’ kisvesi ardında 20 Temmuz’da OHAL ilan edildi. OHAL, ‘artçı darbe şokları’ ve ‘hileli yönlendirme’ yöntemleriyle her defasında uzatıldı.

Giderek ‘olağanlaşan’ OHAL Rejimi şekli bir yasallığa, Kanun Hükmünde Kararname’lere (KHK) dayanıyordu. ‘FTÖ’cü darbeciliğe’ karşı ilan edilen OHAL kapsamına, ‘fırsat bu fırsattır’ zihniyetiyle son derece sübjektif ölçülerle ‘terörle Mücadele’de alındı. Darbe ve darbe girişimi ile ‘terör’ aynı şey olmadığı halde böyle yapıldı.

***
Kamuoyunda epey tartışılan 696 Sayılı bir KHK çıkarıldı en son olarak. Buna göre,’Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmedikerine bakılmaksızın 15.07.2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişilerin cezai sorumluluğu olmayacak’

Hükümet yetkilileri eleştiriler karşı her ne kadar ‘696 sayılı KHK’nin, 15 ve 16 Temmuz darbe girişimi için geçerli olduğunu’ ifade etseler de, bunlar niyet beyanı ve ciddiye alınır yanları yok. Kararname yazılımı ortada. Kararname Sayın Cumhurbaşkanının ifade ettiği gibi gayet ‘açık’…

Zaten Sayın Kuzu, yaptığı açıklamada söz konusu KHK’yi özetledi: "15 Temmuz benzeri bir darbe veya terör saldırısı yeniden gerçekleşirse, bu ihanete müdahale edecek vatandaşlarımız kanuni olarak koruma altına alınacak."

***
Şimdi burada sorun şu: durup dururken neden böyle bir kararnameye ihtiyaç duyuldu?

Aslında Tek Adam Rejimi kurulmuş, polise ve askere geniş yetkiler tanınmış, yargı denetimi diye bir şey kalmamış, medya iktidarın dümen suyunda, amiyane deyimle ‘dediğim dedik, çaldığım düdük’, o halde neden?

Hükümet, toplum üzerinde inandırıcılığını ciddi olarak kaybetti. Artık istediği gibi ideolojik hegemonya kuramıyor. Nispi demokratik öğelerin kalan kırıntıları yerini artan ölçüde baskı ve zulüm öğelerine bırakıyor.

Hükümet, resmi güvenlik güçlerine verdiği olağanüstü yetkiler altında dahi kendini yeterince güvence de hissedemiyor.

Çeşitli adlar altında aşağıdan yukarıya doğru örgütlenen sivil faşist güçler yasal koruma altına alınıyor. 15 Temmuz günü köprüde teslim olan, silahsız, korumasız genç subay adaylarının kafalarının kesenler, köprüden aşağı atanlar zaten daha önce çıkan KHK ile zaten yargıdan muaf tutulmuşlardı. Şimdi ise ‘üstü örtü’ yasal güvenceye kavuşturulan silahlı milis güçlerin önünü açıyor…

Seçimler de geliyor. 7 Haziran Genel Seçim sonuçları sonrasını hatırlayalım. Siyasi partilerin bazılarını satın alarak, bazılarını ‘beka’ yalanıyla kandırarak, bazılarını ’erken zafer’ uykusuna yatırarak, şiddet, yaygara ve gözdağı yöntemleriyle nasıl olmuştu da, yüzde 8,5 oy oranıyla 1 Kasım Seçim sonuçlarını almıştı.

Türkiye toplumu güç toplumu, güce saygı duyan, güce boyun eğen bir toplum… Hükümet parayla, statüyle, korkuyla, türlü güç yöntemleriyle buna oynuyor.

Bakalım ‘gücü hak’, amaca giden her yolu ‘doğru’ gören irade, 7 Haziran sonrasının tekerrürüne güç getirecek mi?