Yavuz: “Küçük balık tutmayacaksın, 500 gramdan küçük balığı yakalamam”


 FETHİYE-ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ:  Kıyı balıkçı Remzi Yavus Gazeteciler Cemiyetin günlük 24 gazetesinden gazeteci yazar Sultan Yavuz'a konuştu.

"Tatil için gittiğim memleketim Fethiye’de hayatımın en özel röportajını, babam Remzi Yavuz’la kıyı balıkçılığına ilişkin yaptım. Röportajımız esnasında oltasına küçük bir balık yakalanan babam, ‘Bu çok küçük’ diyerek, balığı yeniden suya bıraktı. 500 gramın altındaki balıkları avlamayan babamın anlattığına göre, onun geldiğini gör en balıkçılar kendi aralarında ıslıklaşarak, ‘Çerkes geldi’ diye haberleşiyorlarmış. Çünkü babam, bulunduğu yerde küçük balık tutulmasına izin vermiyormuş. Babam, bir “hastalık” olarak gördüğü balıkçılığı, hangi balığı nereden, nasıl avladığını ve balıkçılık anılarını meraklısı için 24 Saat gazetesine anlattı. Röportajımızın birinci kısmı…

SULTAN YAVUZ- Fethiye’nin güzelim doğası içinde, amatör balıkçıların mekânlarından biri olan ve Çalış sahiline açılan kanalın kenarındayız. Balıkların, Caretta Caretta’ların, yılanların, ördeklerin, kurbağaların ve nice canlının yaşam alanı olan kanal, yeşil sazlıklarının arasından bize “Rastgele” diyor. Usta bir balıkçı olduğunu bildiğim babam Remzi Yavuz, sakince oltasını hazırlıyor ve balık tutma işini âdeta dini bir ritüel gibi sessilik içinde yerine getirken, hikâyesini bana ve kız kardeşim Şeyma’ya anlatmaya başlıyor…
Tokat’ın Sulusaray ilçesinin bir Çerkes köyü olan Çermik’te üçüncü nesil olarak 1955 yılında dünyaya gelen babam Yavuz, köylerinden geçen Çekerek Irmağı’nda altı yaşındayken başlamış balık tutmaya. Önceleri büyüklerinden görerek elle tuttuğu balıkları, zaman içinde yorgan ipiyle tutmaya başlayan babam, “Misina ve iğne çıktıktan sonra” bu malzemeleri kullanmaya başlamış. 10 yaşına geldiğinde ise gurbette çalışan babasının yokluğunda, tutttuğu balıkları köydeki kaplıcaya gelen konuklara satarak ailesinin geçimine yardım etmiş. Babam nasıl balık satmaya başladığını şöyle anlatıyor:
“Köyümüzdeki kaplıcaya çok yabancı gelirdi, ben de 10 yaşındayım. ‘Acaba tuttuğum balıkları satabilir miyim?’ diyerek gittim. Bir elimde olta, bir elimde bir çubuğa dizdiğim balıklarım, zayıf, kara bir oğlanım. Amcam restoran çalıştırdığı için, oranın kalabalık olduğunu düşünerek içeri girdim fakat girer girmez öğretmenimizi görünce, ‘Eyvah!’ dedim. Kaçmak istedim ama kaçamadım da… Bu sırada öğretmen beni görünce, ‘Remzi gel buraya’ diye bağırdı. Korkarak gittim, ‘Buyrun öğretmenim’ dedim, ‘Balıkları satıyor musun?’ diye sordu, sattığımı söylersem kızar sanıyorum, köyde öğretmenden çok korkardık. ‘Satacağım öğretmenin’ deyince, ‘Göster bakalım, nasıl satıyorsun?’ dedi. O sırada bir adam yaklaştı, ‘Yeğenim, satıyor musun o balıkları‘ diye sordu, hiç unutmuyorum ‘3 lira’ dedim. ‘Pazarlık etmeyelim, 2 buçuk liraya alayım’ dedi, sattım, parayı aldım. Dışarıda arkadaşlarım, ‘Öğretmen seni döve döve öldürür, hiç öğretmenin yanına restorana girilir mi?’ dediler. Pazartesi günü gittim, öğretmen, ‘Remzi buraya gel’ dedi, o kadar korktum ki, dövecek sanıyorum. ‘Bakın çocuklar, Remzi örnek bir arkadaşınız, balık satıp evdeki bütçeye katkıda bulunuyor’ dedi. Beni epey övünce çok hoşuma gitti. Ondan sonra tuttuğum balıkları satmaya başladım. Günde üç defa tutup satıyordum… Balık tutmaya başladığım günden beri de şansım bu konuda hep açık oldu…”
1960’lı yıllarda Çekerek ırmağının o kolunun çok temiz olduğunu ve köye çeşme gelmeden önce, köylünün içme suyunu bile orada temin ettiklerini vurgulayan Yavuz, “Su temizdi, balık ise bol ve lezzetli. Sazan, karabalık ve kaya balığı tutardık. Ben bir saatte beş-altı kilo tutabiliyorum, sabah kahvaltılarında ise annemle balık yiyorduk. Tüm çocuklar tutuyordu ama bu bir şans meselesi, benim kadar çok tutan kimse yoktu. Ben sabırlıydım, balık mutlaka gelecek diye bekliyordum. Şimdi ise ne yazık ki, kokudan ve pislikten o suya giremezsiniz bile…” diyor.
Eşi Meliha Yavuz ile

“Biz kirlettik bu suyu, yazık!”
Babam balıkçının önce sabırlı, sonra da şanslı olması gerektiğini belirtiyor. “Ama şansını da kendin yaratacaksın” diyen babam, balığın sesten, gürültüden hoşlanmadığını, ayak altı yerlerde balık avlamanın mümkün olmadığını ifade ediyor. Tatlı sudaki balığın oltaya kolay yakalandığını kaydeden babam, tuzlu suda ise kıyı balıkçılığının daha zor olduğunu söylüyor. Kıyıdan en çok levrek, çipura, kefal ve mırmır balıklarını yakaldığını dile getiren babam, Fethiye’de hem denizden hem de Çalış kanalından tuttuğunu belirtiyor.
iki yıl öncesine kadar söz konusu kanalın çok temiz olduğunu ifade eden babam, bu sırada oltasına yakalanan küçük bir balığı “Bu daha küçük” diyerek tekrar suya bırakıyor. Babam, Fethiye’deki kanalın ve körfezinin kirliliğine ilişkin şunları söylüyor:
“Bu kanal eskiden akvaryum gibiydi, her türlü balık gelirdi. Levrek çıkardı, artık eser kalmadı. Bundan önceki yönetim son yılında hiç ilgilenmedi, buranın yukarısında bir arıtma var, arıtmanın suyunu bu kanala saldılar. Yeni yönetim de aynısını yapıyor, buraya da hâliyle balık girmez oldu. Yoksa cam gibi, tertemiz bir suydu, ormandan geliyor neden pislensin? Biz kirlettik bu suyu yazık! Ara sıra tekneyle körfezin içine de açılıyoruz ama körfezi de bitirdiler, öldü.
Bir yandan yasak olduğu hâlde körfezde her gece ağ atan balıkçılar, bir yandan su işlerinden gelen kanalların atıkları körfezi bataklığa çevirdi. Tekneler bile zor gidiyor, eski belediye başkanı denedi ama bir dönüm bile temizlenmedi. Haliç’i temizledikleri gibi yapmaları lazım ama bütçe yetmez.
Kirlilik dışında Fethiye’nin bir diğer sorunu da otopark. Tatile gelen kişi aracını park ediyor, geri döndüğünde 150 lira park cezası ödüyor. İlk 15 dakika ücretsiz, sonraki her dakika bir lira ekleniyor, diğer yerleri bilmem ama Fethiye’nin sorunu bu…”
Kızı Şeyma Yavuz ile

“Yumurtlama döneminde balık tuttukları için neslini yok ediyorlar”
Balıkların yumurtlama dönemleri olan Şubat ve Mart arası avlanmanın yasak olduğunu vurgulayan babam Yavuz, “Balık, yumurtlama döneminde çok saldırgan olur, yazık avlamamak lazım, zaten yumurtlama döneminde balık tuttukları için neslini yok ediyorlar” diyor.
“Küçük balık da tutmayacaksın” diye mesaj veren babam, bazı kişilerin 10 cm’lik balıkları tutmasını eleştiriyor. Balık tuttuğu bölgede yaklaşık 20 kişinin birbirini tanıdığını belirten babam, kendisini gören balıkçıların kendi aralarında ıslık çalarak ‘Çerkes geldi’ diye birbirilerini uyardıklarını, çünkü o varken küçük balık avlayamadıklarını anlatıyor.
Balık tutarken kamış ve ipek ip kullandığını belirten babam, ipek ipin daha sağlam olduğunu ve misinaya göre balıklarca daha zor fark edildiğini ifade ediyor. Dip balığında “mamun” denilen canlı yem, diğer balıklar içinse ekmek kullanan babam, şimdiye kadar yakaladığı en büyük balığın da 6 kiloluk bir levrek olduğunu sözlerine ekleyerek, “Çok zorlandım o balığı çıkarırken, elimi kesti ama zaten 500 gramdan küçük balığı almam, büyümesi lazım” diyor.
“Balık tutarken nefes bile almıyorum”
Babam, balığın taze olduğunun solungaçlarının tazeliğinden ve gözlerinin parlaklığından anlaşılabileceğini belirterek, dip balığına ilişkin ilginç bir bilgiyi de paylaşıyor: “Gece ay ışığı fazlaysa, o gün gündüz vakti balık tutamazsın, sadece gece… Çünkü balık ay ışığı olunca yayılır, yorulduğu için de gündüz inine çekilir. Gece karanlıksa da gündüz tutarsın.”
Balık tutmanın sabır işi olduğuna dikkat çeken babam, “Konuşarak, radyo dinleyerek balık tutulmaz. Ben balık tutarken nefes bile almıyorum. Zaten beni bilenler yanıma yöreme yaklaşmaz bu yüzden, ancak benim gibi olanlar gelir” diyor. Balık tutmanın terapi olduğunu ifade eden babam, o esnada başka hiçbir şey düşünmediğini, kendisini balık tutmak kadar hiçbir şeyin rahatlatmadığını söylüyor. Balıkçılığın bir “hastalık” olduğunu düşünen babam, bir fıkrayı da paylaşıyor:
“Adamın kızı evlenmiş, babasına mektup yazmış, ‘Ne yapayım, damat kumarbaz çıktı’ demiş, Babası, ‘Kızım düzelir, bekle, sabret’ diye cevap yazmış. Zaman geçmiş, babasına yine mektup yazmış, ‘Baba damat içkiye de başladı’ Adam, ‘Kızım düzelir, sabret’ demiş yine. Babasına neyi şikâyet etse, babası hep ‘Sabret’ diye yanıtlamış. iki sene sonra, ‘Baba, müjde! Tüm kötü alışkanlıklarını bıraktı. Senin damat düzeldi, balıkçılığa başladı’ demiş. Babası, ‘Dön gel kızım, onun çaresi yok’ yazmış. Balık böyle bir alışkanlık, kurtulamazsın, hiçbir şeye benzemez…”
Babam, en büyük hayâlinin ise Kanada ve Amerika ormanlarında somon balıklarının yumurtlayacağı zaman nehirden geçerken ayılar tarafından kolayca yakalanma ânına tanıklık etmek olduğunu söylüyor. Babam, “Ne kadar zevkli olur ya! Hem onları izlemek hem de bir kepçeyle, sıçradıkları an tutmak isterdim” diyor.



 

 

Kaynak: http://www.24saatgazetesi.com/rastgele-remzi-baba/?fbclid=IwAR2hwUdzLoBh_92A-m3Miu244fDyy1CdLLwTTbLZ5ZyK6KpLQ-5BzNK6a_A
Editör: Haber Merkezi