HABER MERKEZİ – Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde 1990’lardan günümüze özgür basın emekçilerinin maruz kaldığı baskılar sürerken, 32 gazeteci ise cezaevinde tutuluyor. RSF’nin 2023 yılı Basın Özgürlüğü Endeksi sıralamasında Türkiye önceki yıla göre 16 sıra gerileyerek, 165'inci sıraya düştü. 

Dünya genelinde yasama, yürütme ve yargıdan sonra 4’üncü güç olarak bilinen, ancak günümüzde birinci güç olarak kabul edilen basın, iktidarların kendi devamlılığını sağlama amaçlı kullanılıyor. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun (BMGK) 1993 yılında aldığı karar ile 3 Mayıs, Dünya Basın Özgürlüğü Günü olarak kabul edilir. 3 Mayıs aynı zamanda, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Türkiye’de de Anayasa’ya dahil edilmiş durumda.  Toplumu ilgilendiren ya da bilmesi gereken olayları objektif bir şekilde yansıtmak, farklı sorunları, toplumu düşünmeye itecek şekilde tartışmaya açmak, iktidarları denetleme, eleştirme ve uyarma, toplumsal sorunlar konusunda halkı bilgilendirme gibi görevleri olan basının, bu konularda özgürce haber yapma ve yayma özgürlüğü ise iktidarların hedefinde. 

Basın özgürlüğünün tarihçesi 

Basın özgürlüğü birçok anayasada, uluslararası bildiri ve sözleşmede düşünceyi açıklama özgürlüğü ile birlikte ele alınır. 1776’da Virginia İnsan Hakları Yasası’nın 12. Maddesi’nde basın özgürlüğünün en güçlü kalelerinden biri olduğu ve sadece baskıcı hükümetler tarafından engellenebileceği belirtilir. 1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi, düşünce özgürlüğüyle birlikte düşüncelerin yayımlanmasına dair ifadeler barındırarak basın özgürlüğünü işaret eden ilk belgelerden biridir. Bildirgenin 11. Maddesi’nde “Düşüncelerin, fikir ve kanaatlerin başkalarına serbestçe söylenmesi, insanın en değerli haklarındandır. Her vatandaş, serbestçe konuşabilir, yazabilir ya da yayın yapabilir” denilir. 

Basın özgürlüğü konusunda ilk kalıcı düzenleme ise Amerika anayasasına 1791 tarihinde “Kongre…söz ve basın özgürlüğünü engelleyici yasa yapamaz” ifadesini taşıyan İlk Değişiklik Maddesi’nin eklenmesiyle gerçekleşir. Anayasal düzenleme açısından bakıldığında ABD, söz ve düşünce özgürlüğü ile birlikte basın özgürlüğünü anayasal güvence altına alan ilk ülkedir. Diğer ülkeler de aynı yolu izleyerek basın özgürlüğünü anayasal güvence altına alır. 

Farklı ülkelerde basın özgürlüğü: Değişen bir şey yok 

Düşünce ve basın özgürlüğü 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 10 Aralık 1948 günü Paris’te ilan ettiği İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 18. Maddesi’nde de açıkça ifade edilir. İsveç’te basın özgürlüğü ile ilgili yasa, 1776’da, Polonya’da, 1532’de kabul edilir. Rusya’da ise basın özgürlüğü Rusya Anayasa’sının 29. Maddesi ile güvence altına alınır. Türkiye’de ise Anayasa’da basın özgürlüğünün korunmasını güvence altına almak amacıyla düzenleme ve hükümler yer alır. Söz konusu hükümler, basın özgürlüğünün kişisel hakların korunmasına yardımcı olacak şekilde uygulanmasını gerektirse de yerine getirilmez. 

Yasanın da faydası yok 

Newslabturkey. org ’da yer alan bir haberde, Avrupa ülkelerinde basın özgürlüğünün nasıl hedef alındığına kimi örneklerle dikkat çekiliyor. Fransa’da ifade özgürlüğü, Fransız Devrimi’nin bir mirası olarak görülüyor ve hala günümüzde buna göre bir düzenleme ve değerlendirme yapılıyor. Şu anki basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğü yasasının temeli, 1881’de düzenlenen bir yasaya dayanıyor. Basın özgürlüğü yasası, halka açık ortamlara hakaret ya da karalama gibi yazılı ya da sözlü ifadelerin cezalandırılmasını öngörüyor. Fransa Anayasası’nın 26’ncı maddesinde hiçbir parlamento üyesi, görevlerini yerine getirirken, ifade ettiği görüşler ve kullandığı oylar nedeniyle kovuşturulamaz, susturulamaz ve tutuklanamaz diyor. Bu madde aynı zamanda güçler ayrılığını da tanımlıyor. Dolaylı olarak ve güçler halinde ifade özgürlüğünü destekleyen bir olgu olarak görünüyor. Günümüzde en önemli belge olan AİHS ve AİHM’de Türkiye’nin en sık mahkum edildiği haklardan biri ifade özgürlüğüdür. 2021 yılında Türkiye ile ilgili verilen hak ihlalleri davalarında 31 kararla ifade özgürlüğü başı çekiyor. 

Polis şiddetine rağmen 24’üncü maddede geri adım yok 

Fransa’da ifade özgürlüğü birey, devlet ve basın diye üç ayaktan oluşur. Bireyler için ifade özgürlüğü bireyin gelişimi, saygınlığı, devletler için ise iyi bir yönetim, basın için ise hükümeti ve muhalefetin medya tarafından takip edilmesi, yolsuzluk ve usulsüzlüklerin ortaya çıkarılmasına yardımcı olmak ve kamu yararına olması gerektiği vurgulanıyor. Ancak ülkede basın özgürlüğünü hedef alan birçok olay yaşandı, yaşanıyor. Bunlardan biri de 2020’de ülkede basının polislerin görüntüsünü almasını yasaklayan, para ve hapis cezasını da öngören bir güvenlik yasasının kabul edilmesidir. Bu yasa Meclis’te kabul edildikten sonra Senato’da onaylanmayı beklerken, gazetecilik örgütleri ve STÖ’lerin tepkisi söz konusu olur. Ülke gündemine yansıyan bu durum sırasında aynı yılın sonunda Fransa’da göçmenlerin kaldığı yerlerin tahliye edildiği bir eylemi takip eden gazeteci Remy Buisine’nin polis şiddetine maruz kalması kameralara yansır.  Bu görüntüye karşı ülke genelinde tepkiler yükselirken, savcılık polis hakkında soruşturma başlatır. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, bu olay sonrası “Toplumumuzda şiddet var, polis şiddeti var” der ancak, 24’üncü madde geri çekilmez ve senatoda bekletilir. 

Maddede güncelleme yok 

Fransa’daki polis şiddetine yönelik toplumsal tepkinin önemi ortaya çıkarken, Türkiye’de olduğu gibi gazetecinin cezaevine girmesi ya da polis şiddetine maruz bırakılması, toplumun geneli tarafından sanki mesleğin bir alt başlığıymış gibi görülmediği için ve bir genel kabul olmadığı için hak aramak mümkün. Tüm bu olaylardan sonra, ülkenin İçişleri Bakanı, söz konusu 24’üncü maddenin yeniden düzenleneceğini söyler, ancak bu maddeye dair bir güncelleme halen yapılmış değil. 

Bakanın tehdidinin üstü örtüldü 

Almanya’da ise devleti eleştirmek suç değildir, ancak belli sınırlara geldiği zaman belli siyasal iktidarlar döneminde suç kapsamına giriyor. Yakın tarihte Taz isimi sol görüşlü bir gazetede yazarlık yapan Hengameh Yaghoobifarah,  polisler hakkında yazdığı bir yazı ile George Floyd olayının üzerine gider ve bu durum tartışmaya yol açarken, bu kez de Almanya’da da polisin tepkileri tartışılmaya başlanır ve yazarın üzerine gidilir. Polis teşkilatını hedef alan yazıya dönemin İçişleri Bakanı Horst Seehofer, çok sert tepki verir ve yazara dava açılması gerektiğini belirtir. Bakan daha sonra bu söyleminden geri adım atar. Ancak bir İçişleri Bakanının bir yazarı dava açmakla tehdit etmesi, herhangi bir yurttaşın bir gazeteciye dava açması ile aynı şey değildir. Tüm mekanizmaları elinde bulunduran iktidarın bu söylemine karşı yazara sahip çıkanlar da olur. Yazının iyi ya da kötü olmasından ziyade ifade özgürlüğünün korunması gerektiği üzerine yazara sahip çıkılır.  Türkiye’de haksız da olsa haklı da olsa iktidarı eleştiren gazeteci ya da yazar hakkında hemen soruşturma başlatılırken, Almanya’dan da pek de farksız bir durum yaşanmaz. Ancak bakanın tehdidi, tartışmalara yol açsa da üstü kapatılır. 

Rusya’da sınır içi gazetecilik

Rusya da ise 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana yürütülen politikalar ile geldiği noktaya dikkat çekerek, basın özgürlüğünün neredeyse olmadığını tahmin etmek zor olmasa gerek. Bunun nedeni ise Rus medyasına, devlet destekli olsun ya da olmasın, dijital medyası ve haber sitelerine ulaşılamıyor. Bu durum, basın özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilebilir mi? O da ayrıca bir tartışma konusu.  

Fikir özgürlüğü de yok 

Sonuç olarak Almanya da olduğu gibi Avrupa’nın birçok ülkesinde, Türkiye ile kıyaslanmayacak derecede fikir özgürlüğü söz konusu. Bu ülkelerde insanlar fikirlerinden dolayı soruşturmaya nadir de olsa maruz kalıyor. Basın özgürlüğü dediğimizde ilk akla kalan Avrupa’da da basın özgürlüğünün ne boyutta olduğu ortada.  

12 Eylül darbe anayasası ve Kürt basını  

Türkiye’de ise basın özgürlüğünde söz etmek neredeyse imkansız hale gelmiş durumda. Söz konusu yasalar ve kısıtlamalar, 12 Eylül darbe anayasası ile basın özgürlüğü üzerinde baskı, gözaltı, tutuklama, işkence ve benzeri uygulamalarla hayata geçirildi. Özellikle dönemin iktidarlarının da hedefinde olan 1990-1992 yılları arasında haftalık yayın yapan Yeni Ülke gazetesi, Özgür Gündem adıyla 30 Mayıs 1992'de yayın hayatına başlar ve 14 Nisan 1994'te mahkeme kararıyla kapatıldı. Gazetenin ilk yayın döneminde aralarında yazar, muhabir ve dağıtımcıların da olduğu 27 çalışanının çoğu faili meçhul bir şekilde katledildi. Gazetenin birçok ofisi ve bürosuna da saldırı düzenlendi. Yayımlanan 580 sayıdan 486'sı hakkında dava açılır ve gazete çalışanlarına 147 yıl hapis cezası verildi. Yine bu süre zarfında gazetenin İstanbul ve Ankara büroları 3 Aralık 1994'te bombalı saldırıya uğradı. Bu saldırıda gazeteci Ersin Yıldız yaşamını yitirirken, 23 çalışan ise yaralandı. Özgür Gündem gazetesinin kimi zaman günlük, kimi zaman haftalık ya da aylık periyotlarla Güncel, Yaşamda Gündem, Haftaya Bakış, Öteki Bakış, Yeni Bakış, Alternatif, Gelecek, Özgür Ülke, Gerçek, Günlük gibi değişen adlarla yayınını sürdüren ardılları, benzer nedenlerle kapatma, toplatma, dağıtım engelleri ile karşılaştı. 

Kürt basını için 90’lar bombalı saldırılara, sokak ortasında katledilen gazeteci ve dağıtımcılara, gazete kapatmalara, hapis cezalarına rağmen Türkiye’deki ilk günlük Kürtçe ve Türkçe gazetelerin çıkartıldığı, ilk uydu televizyon yayınının yapıldığı yıllar oldu. 

90’lı yıllarda başlayan ‘Özgür basın’ geleneği 

Yine 1992 yılında Özgür Gündem’in sorumlu yazı işleri müdürü Işık Yurtçu, tutuklanarak, hakkında açılan davalarda toplamda 16 yıl 10 ay hapis cezası aldı. Bu süre zarfında, Işık ile cezaevinde görüşen Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) Türkiye Temsilcisi Nadire Mater, basının neden içerideki gazetecilerle ilgilenmediğini sordu. RSF, Işık için 7 dakikalık bir film hazırlarken, söz konusu film, Fransa’daki tüm TV kanallarında program aralarında gösterildi. Ardından Gazetecileri Koruma Komitesi de (CPJ), cezaevindeki gazetecilere dair hazırladığı raporda, 1996 yılının sonunda en az 78 gazetecinin cezaevinde olduğunu duyurdu. Tüm bu gelişmeler ışığında dünyada birçok gazeteci için Türkiye’deki “hapis gazeteciler” Işık’ın durumu üzerinden yazı ve kampanya konusu oldu. Bu süreçte RSF ile beraber Kürt basının çıkarttığı onlarca yayın, “Özgür Basın” geleneği adını aldı.

90’larda katledilen gazeteciler 

Kürt basınına yönelik baskılar sadece gözaltı ve tutuklamalar da sınırlı kalmaz. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) katledilen gazeteciler listesine göre, Özgür Gündem’in yayına girdiği 1992 yılında 14 gazeteciden 13’ü Kurdistan’da katledildi. 8 Haziran’da Diyarbakır’da evinden gazeteye giderken muhabir Hafız Akdemir vurularak katledildi, 31 Temmuz’da Batman muhabiri Yahya Orhan evine giderken sokak ortasında katledilir, aradan bir hafta geçmeden 5 Ağustos’ta Diyarbakır muhabiri Burhan Karadeniz Hizbullah tarafından silahlı saldırıya uğrayarak 19 yaşında felç oldu. Dört gün sonra, 9 Ağustos'ta Urfa’da muhabir Hüseyin Deniz katledildi. Katliamdan bir Hizbullah üyesi sorumlu tutuldu. Aynı yıl 20 Eylül tarihinde ise "Apé Musa" lakabıyla tanınan Kürt aydını, gazeteci-yazar Musa Anter JİTEM tarafından katledildi. 

Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel ise gazeteci Hasan Cemal'in bir sorusuna cevaben Ağustos 1992’de “Öldürülenler bildiğimiz anlamda gazeteci değil. Gazeteci kılığında militanlar. Birbirlerini vuruyorlar” diyerek, gazetecilerin katledilmesini meşrulaştırdı.

İlk televizyon kanalı

1995’te Avrupa’daki stüdyolarında İngiltere üzerinden uydu yayını yapan ilk Kürt televizyon kanalı MED TV Kürt basın tarihinde önemli bir yere sahip. MED TV yayını,  PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın uluslararası komplo ile Türkiye’ye getirilmesinden kısa bir süre sonra, 1999’un Nisan ayında İngiliz Bağımsız Televizyon Komisyonu tarafından engellenir, ancak uydu yayınına yeni kanallarla devam etti. 

2010'larda 'Özgür Basın' 

AKP iktidarının olduğu 2011 yılında 20 Aralık günü, "KCK basın komitesi" adı altında Özgür Gündem, DİHA'nın tüm büroları, Demokratik Modernite Dergisi, Etik Ajans ve Fırat Dağıtım'a polis baskınları düzenlendi. Gözaltına alınan 50'ye yakın basın emekçisinin notları, fotoğrafları suç delili sayıldı. Davada son gazeteciler ise yaklaşık 2 buçuk yıl cezaevinde kaldıktan sonra 12 Mayıs 2014'te tahliye edildi. 46 gazetecinin yargılandığı dava ise hala devam ediyor. 

KHK’lerle engelleme

Yine özgür basına yönelik saldırılar 2016 yılında da sürdü. AİHM’e yapılan başvuru sonucunda Özgür Gündem gazetesine dair hak ihlali kararı verilirken, gazete 17 yıl aradan sonra 4 Nisan 2011'de yeniden yayın hayatına başladı, 16 Ağustos 2016'da ise KHK ile kapatılır. Kürtçe yayın yapan tek günlük gazete olan Azadiya Welat da, yayın hayatına 1992'de haftalık 'Welat' adıyla başladı. 2006'dan itibaren günlük olarak çıkan gazete de 2016 yılında KHK ile kapatıldı. Aynı tarihte dünyanın ilk kadın haber ajansı olan Jin Haber Ajansı (JINHA), Dicle Haber Ajansı (DİHA) ve daha birçok basın kurumu ya da haber siteleri, KHK İle kapatılanlar arasındadır. 

10 ay sonra hazırlanan iddianamede suç unsuru: Haberler 

Özgür basına yönelik baskılar 2022 yılında da devam etti. Son bir yılda 33 gazeteci tutuklanarak cezaevine gönderildi. İlk olarak, 16 Haziran 2022’de JINNEWS Haber Müdürü Safiye Alağaş’ın da aralarında olduğu 16 gazeteci tutuklandı. Gazetecilerin yaptıkları haberler, programlar ve dijital medya paylaşımları ise tutuklamaya gerekçe olarak gösterildi. Yine ajans ve prodüksiyon şirketlerine yapılan baskınlarda ise bilgisayar, kamera ve fotoğraf makinelerinin de aralarında olduğu onlarca teknik malzemeye el konuldu.  Gazeteciler hakkında iddianame ise 10 ay sonra hazırlanırken, iddianamede yer alan haber konuları, programlar, dijital medya paylaşımları suç olarak gösterildi.  

9 gazetecinin iddianamesi 4 ay sonra hazırlandı

Aynı yıl 29 Ekim'de ise yine JINNEWS editörü Habibe Eren ve muhabirler Öznur Değer ile Derya Ren’in de aralarında olduğu 9 gazeteci tutuklandı. Haklarında 4 ay sonra hazırlanan iddianamede ise haber içerikleri suç unsuru olarak gösterilmeye çalışıldı.   

Basın özgürlüğünün neredeyse anılmaz olduğu bir süreçte yaklaşan 14 Mayıs seçimleriyle beraber özgür basına yönelik baskılar, haber takibinde engelleme, gözaltı ve benzeri uygulamalar ise giderek ağırlaşıyor. 

4 gazeteci tutuklandı

Amed merkezli operasyon kapsamında 25 Nisan günü gözaltına alınan 150’ye yakın kişiden JINNEWS muhabiri Beritan Canözer ve Mezopotamya Ajansı (MA) editörlerinden Abdurrahman Gök ile gazeteciler Mehmetşah Oruç ile Remzi Akkaya da tutuklandı. Gazetecilerin tutuklanmalarına ilişkin ise yaptıkları haberler suç olarak gösterildi. 

Yine gazeteciler ve gözaltında işkence 

Ankara merkezli 29 Nisan günü yapılan operasyon kapsamında Amed’de Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG) Eşbaşkanı Dicle Müftüoğlu ile MA editörü Sedat Yılmaz da tutuklandı. Gazeteciler, 15 saat boyunca ters kelepçe işkencesine maruz kalırken, Sedat, uğradığı polis şiddetinden dolayı işitme kaybı yaşadı.

Basın özgürlüğünde gerilerde 

Öte yandan Türkiye’de basın özgürlüğü birçok ülkeye göre çok daha gerilerde duruyor. RSF’nin 2023 yılı Basın Özgürlüğü Endeksi’ne göre Türkiye, 180 ülke arasında 165'ini sırada yer alıyor. Türkiye önceki yıla göre basın özgürlüğü sıralamasında 16 sıra geriledi. 

( Kaynak: JINNEWS )

Editör: Haber Merkezi