“Yenilmez”, “yıkılmaz” Osmanlı devleti hem yenilmiş, hem de yıkılmıştı. Sevr vb.

“Yenilmez”, “yıkılmaz” Osmanlı devleti hem yenilmiş, hem de yıkılmıştı. Sevr vb. hadiselerde buna eklenince sadece Türkiye’nin egemen sınıfları arasında değil, diğer toplum katmanları arasında derin bir travma ve Beka endişesi bir tür “milli” haslet olmuştu.

Tarihi yaşanmışlıkların yarattığı sonuç, Beka düşüncesinin toplumda içselleşmesi, devlete aidiat düşüncesinin gelişmesi oldu. “Beka” düşüncesi toplumda öylesine içselleşti ki, neredeyse tüm dünyanın düşman olduğu yanılsamasına kapılan travmatik bir devlet bilinci ortaya çıktı. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi üzerinden bu durum hükümetlerin uymak zorunda olduğu Kırmızı Kitap oldu, yani T. C’nin kırmızı çizgilerinin kitabı…

Bu çerçeve de sayın Erdoğan ve asker-sivil Ergenekon çevresi, 7 Haziran’dan sonra artan ölçüde Beka siyasetine öncelik tanıdılar.

Beka perspektifinden Osmanlının yıkılış sürecine ve Sevr’e ısrarla güçlü vurgular yaptılar. Buradan doğru yapay bir zorlamayla Kürt Özgürlük mücadelesiyle, Beka arasında ilişkiler kurdular.

***

20. Yüzyıl da T. C. siyaseti Beka temelinde inşa edildi.

Bedeli de çok ağır oldu. 1930’larda ve Kürtlere dönük yok edici inkâr siyaseti oldu. 1950’lerden 2000’e kadar izlenen faşizan/darbeci siyaset oldu. Üç darbe, 68, 78 kuşakları ve 1990-96 ‘kirli savaşı’ oldu…

***

“2000’lerin başlarında Beka siyasetinin aşağı çekildiği şeklinde bir imaj yaratıldı.

Çünkü Sayın Öcalan yakalanmıştı: “Düşünmesen Kürt sorunu yoktu” artık…

Ancak süreç meselenin hiç de öyle olmadığını gösteriyordu. Özgürlükçü Kürtler, Misak-ı Milli’nin ötesinde, Rojava’da, Başur’da yeni bir yaşam kuruluşuna gidiyorlar, artan ölçüde güçlenme eğilimi gösteriyorlardı.

21. Yüzyıl, Ortadoğu’da Kürtlerin Yüzyılı olduğu mesajını veriyordu.

***
2013 -2015 Çözüm Süreci artan ölçüde toplumsal destekle buluşuyordu.

Sayın Erdoğan’ın “ünlü” anketleri, sorunlar çözülmezse dahi çatışmasızlık halinin HDP’yi güçlendirdiğini gösteriyordu.

Özellikle 7 Haziran Seçimlerinden sonra Türkiye’nin asker ve sivil muktedirleri, ciddi olarak son Türk devletinin bu şekilde varlıklarını sürdürüp sürdüremeyeceği endişesine kapılmışlardı.

Sayın Erdoğan’da bu endişeden bir ‘Biat ve Tek Adam düzeni’ çıkarırmıyım hesabını yapıyordu.

En evvel HDP’nin ulaşmış olduğu yüzde 13 oy oranı ve buna eşlik eden Ortadoğu’daki gelişmeler, Arap Baharı’nın öngörülmez sonuçları, Amerikancı FTÖ’nün 15 Temmuz Darbe Girişimi vb. bu endişeleri daha bir güçlendirecekti.

Birde buna “dış güçler” tehlikesi ve “bölünme” parayonasını içselleştirmiş bir toplumun bu eğimlerine, Tek Adam’ın istismar politikaları kullanması eklenince, Beka siyaseti tavan yapacaktı.

***

Devlet muktedirleri, " Beka" dışında kalan temel sorunları görmeyecekti.

Olağanüstü Hali ve KHK’yi olağanlaştıracak, Meclisi işlevsizleştirecekti.

En küçük demokratik kıpırdanmaya ”terör” diyecekti.

Başka bir memleketin topraklarını işgal girişimini (toplumun nezdinde) normalleştirecek, işgali zihinlerde “vatan savunması” olarak formatlayacaktı.

***

Tarih, güncel ve gelecek siyaset anlayışı çerçevesinde, Beka siyasetini bütün yönleriyle aşağı çekme, teşhir etme ve itibarsızlaştırma gereği zorunluydu.

Ancak Muhalefet partileri topluma yedirilen Beka zokasına karşı mücadele edemedi. (Edemezlerdi! Çünkü ”Beka” deyince hemen hazırola geçiyorlardı)

Sol, demokratik muhalefet de, Beka gündemini aşıcı bir siyasal perspektif ve aktif bir demokratik mücadele ve demokratik direniş programı ortaya koyamadı.

Sonuç, Surda, Cizre’de olduğu gibi “devletin varlığını koruma” ve “Ulusal egemenlik” ya da en sonu Afrin’de olduğu gibi “Ulusal güvenlik” türünden safsataların, siyasetin ve toplumsal algının merkezine yerleşmesi

oldu.

Şimdi bu zehirli algıyı söküp atmanın zamanıdır!