Çocukken bayramları iple çekerdik. Arife günü saatler geçmez, bir türlü uyku saati gelmezdi. Hele de bayramlık elbise ayakkabılar alınmışsa gün, daha da uzardı. Ertesi gün bayram ve biz neredeyse sabah ezanıyla çıkardık mahalleye. Uğramadığımız kapı kalmazdı. Makarna poşetlerine doldurduğumuz kırık leblebi ve çocuk şekerleriyle eve dönerdik. Evet, çocuk şekeri, adı böyleydi o şekerlerin. Çarşı- pazar tezgâhlarında bayramşekerleri, “misafir şekeri” ve “çocuk şekeri”diye aynen bu etiketlerle satılırdı. Çocuk şekerleri; merdiven altı üretim, kalitesiz ve en ucuzuydu. Kendi çocuğuna bayramlık elbise alan da diğer çocuklar için “çocuk şekeri” alırdı. Uğradığımız evlerden misafir şekeri veren olduğu zaman o bayram gerçekten bayram olurdu bizim için.

Ataerkil yapıdaki toplumun çocuğa verdiği değerdi bu “çocuk şekeri”. Ekonomik yoksulluğunu çocuk şekerinde tatlandırıp kırık leblebilerle savuşturmaya çalışan emekçi halklara sitem edecek halimiz yok tabii ki. Sınıflı, sömürücü, erkek egemen sistem sadece çocuğa değersiz muamelesi yapmaz elbette. Emekçiler, kadın ve doğa da nasibini alır bu belalı düzenden. Sistem büyüyüp derinleştikçe daha da azgınlaşıyor. Azgınlaştıkça da en mazlum ve savunmasız olan çocuğa yönelik şiddet, taciz, tecavüz, yok sayma ve susturma fiilleri olarak yansıyor gündemimize . Gün geçmiyor ki çocuklara uygulanan tecavüz ve şiddet haberleri olmasın, üstelik alelacele yayın yasaklarıyla birlikte. Şimdilerde geriye dönüp baktığımda, o bayram gezmelerimizi istismar ya da tacize uğramadan yapabildiğimiz için şanslıymışız diye düşünüyorum.

Geçtiğimiz günlerde Hiranur Vakfı’nın altı yaşındaki çocuğu istismarı ile ilgili tutuklu baba ve kocanın dava duruşması vardı. Tabii ki olayın adli boyuta ulaşması, baskı ve korkularını yenerek olayı duyuran H.K.G. sayesinde oldu. Duruşmaya gönüllü avukatlar, gazeteciler, sivil toplum kuruluşları ve kadınların mağdura destek katılımı engellenmeye çalışıldı. Adliye binası dışında ise cemaat üyelerinin oldukça kalabalık ama sadece erkeklerin katılımıyla tutuklulara destek gösterileri vardı.Cemaat üyelerinin mitingi andıran gösterilerinde, “Yusuf hocamız yalnız değildir!”diye sloganlarla tutuklu istismarcıya destek olundu.Evet, bizde biliyoruz ki maalesef Yusuf hocanız yalnız değil, her biriniz birer Yusuf hocasınız. Davacı kadının verdiği ifadeleri okurken bizler insanlığımızdan utanırken, istismarcıya sahip çıkanlar utanmadılar. Grubun sözcüsü elinde megafon”…Biz Müslümanlar büyük bir imtihandan geçiyoruz.”diye bağırıyor. Anlaşılan” biz Müslümanlardan” kasıtları da sadece erkekler, çünkü içlerinde tek bir kadın yoktu.

Çocuklara yönelik istismar ve şiddet olaylarını sadece cemaat ve tarikatlarla ilişkilendirip sınırlamak doğru bir sapmada değil. Tarikat, cemaat gibi dini yapılanmalar soygun ve talan düzeninin bir sonucudur en nihayetinde. Gayet seküler yaşamı olanlarında da bu çarpık düzenin rantından beslenerek böylesi sapkınlıkları olabiliyor. Tıpkı geçtiğimiz aylarda Diyarbakır’da iktidar ortağı partinin il başkanının çocuk tecavüzüyle suçlandığı dava gibi. “Çocuk cinsel eylem anında güldü, rızası var” gerekçesiyle beraat kararı veren yüce adalet ve faili davul ve zurnayla karşılayan kalabalığın çocuğa ve istismara bakış açısını sergilemişti. Bu devletin kadın bakanı bile çıkıp,” bir kereden bir şey olmaz” diyerek çocuk istismarının olağan bir durum olduğunu kabul etmişti. Bunlar sadece istismar vakalarının gazetelerdeki rutin haberlerinden birer örnek.

Çocuklara “misafir şekerlerinin” layık görülüp verildiği günlere kadar susmak yok. Umudum; insani değerleri olmayan ve tanımayan, kadın, çocuk ve doğaya acımasız olan bu belalı erkek düzeni, kadınların çocuklarıyla birlikte değiştirecek olması.