İSTANBUL - Batı Avrupalı çok az sayıdaki bağlama müzisyenlerinden biri olan Petra Nachtmanova, bu enstrümanın yüzyıllardır nasıl hâlâ birçok kültürün kalbinde yer aldığını öğrenebilmek için Berlin’den yola çıkarak Horasan’a gitti. Bağlamaya gönül vererek 10 bin kilometre aşan Petra’nın yolculuğu "saz" filmine konu oldu.


JINNEWS'ten  Safiye Alağaş'ın haberine göre; Şehirden şehre, dağdan ovaya kültürler ve zaman arasında bir köprü kuran “Saz” bir yol belgeseli. Adı gibi sazın yollarından şarkılar toplayan belgesel, yönetmen Stephan Talneau’nun ilk uzun metrajlı filmi. Dünya prömiyerini İstanbul Beyoğlu Sineması’nda gerçekleştiren filmde, az sayıdaki Batı Avrupalı bağlama müzisyenlerinden olan Petra Nachtmanova, sazın peşine düşerek Berlin’den Horasan’a yol hikayesini anlatıyor. Film boyunca türkülerle anlatılan saz, izleyiciyi aynı zamanda birbirinden ilginç sazla buluşturuyor.


Petra, bu enstrümanın yüzyıllardır nasıl hâlâ birçok kültürün kalbinde yer aldığını öğrenebilmek için Berlin’den yola çıkarak 7 ülke, 10 bin kilometre aşarak sazın doğum yeri Horasan’a gidiyor. Petra, 2 bin yıldır kuşakları bir araya getiren bu enstürmanın kökenlerini ve gizemini Erdal Erzincan, Erkan Oğur, Murat Ertel, Ayşe Şewaqî, Mübariz Aliyev, Telli Turnalar, Özgür Fırat, Umut Erdoğan, Saz Ensemble ve Tatavla Keyfi gibi müzisyenlerle birlikte keşfediyor.


‘Çocuklarla beraber kursa gittim’


Sazı neden araştırdığını anlatan Petra, 10 yıl önce Berlin’de genelde Pazar günleri çocukların saz kurslarına gittiğini söyledi. Çocukların sırtlarında ilginç bir şey taşıdığını dile getiren Petra, “Bu çocuklar göçmen çocuklarıydı. Ben de merak ettim. Merak üzerine sazla ilgilendim. Kursla birlikte çalmaya başladım. Bağlama ile ilgilenirken insan onun sadece bir enstrüman olduğunu düşünüyor ama sadece enstrüman değil. Çalabiliyorsun ama en önemli şey türküler, şiirler, deyişlerdir. En önemli şey sözler. Çünkü bağlama bu sözleri taşıyor. Bunları anlamak için dil öğrenmek lazım. Mesela sadece bir tane dil değil birçok dil öğrenmek gerekiyor” dedi.


‘Yolda olmak en güzel yöntem’ 


Türkçe öğrenmeye karar veren Petra, sadece dil de değil tarihi de daha iyi anlamak için yolculuk yapmak gerektiğini ifade etti. Birçok araştırma yaptığını belirten Petra, “Bir sürü yere gidiyorsun,  farklı şeyleri görüyorsun. Sadece Anadolu değil, daha ileri gidiyorsun. Oradan bir kaynak çıkıyor mu, çıkmıyor mu onu araştırıyorsun. Kaynak zaten zor bir şey. Gerçek kaynağı yok. Elimizde bir belge yok. Bu yüzden araştırmalar yapmak gerekiyor. Yolda olmak, insanlarla tanışmak, beraber çalmak onlardan bir şey öğrenmek en güzel yöntem” sözlerini kullandı.


‘Avrupa’ya anlatmak istedik’


Sazın ülkelerine doğru yolculuk yapmayı hep düşündüğünü ancak bir belgesel olarak çekme fikrinin Stephan Talneau’ya ait olduğunu dile getiren Petra, “Stephan yolculuk fikrimi öğrendiğinde belgesel çekmeyi önerdi. Bana ‘saz hakkında bir film var mı’ diye sordu. Bir sürü sanatçı hakkında belgeseller vardı ama biz bu kadar geniş bir belgesel görmedik. Biraz da Avrupa, Batı Avrupa’ya böyle bir enstrümanı anlatmaya ihtiyaç duyduk” diye konuştu.


‘Doğayı dinlerken birinin müziğini dinlemek çok güzel’


Uzun yolculuğuna birçok hikayeyi sığdıran Petra, neler yaşadıklarını da şöyle anlattı: “Balkanlardan İran’a kadar büyük bir misafirperverlik var. Anadolu’ya gidiyorsunuz, teyzeler sarılıyor. Herkes size yemek veriyor. Çok güzel bir şey.  Kültür biraz farklı. Bizde de misafirperverlik var ama bu kadar açık değil. Bu kadar ön planda değil. Sanırım insanlarla görüşmek çok etkileyiciydi. Onlarla beraber çalmak, onlardan bira şeyler öğrenmek, özellikle doğada, dışarıda çalmak çok güzeldi. Doğayı dinlerken birinin müziğini dinlemek çok güzel. Horasan’da çok kısa kaldık. Çünkü son durağımızdı. Çok yorgunduk. Horasan’ı tanımak için bir sürü yere gitmek lazım. Başka ülkelere gitmek lazım. Aslında Horasan tarihini anlamak için Afganistan’a gitmek lazım ama oraya pek kolay gidilmiyor. Çekimi kolay yapılmıyor. Kadın olarak kolay şarkı söylenmiyor. İran’daki Horasan bölgesi de çok zengin. Horasan Türkmenleri, Kürtleri, Farsları var. Onların hepsinin yanına gitmek gerekiyor. Saz çalan türkü söyleyen kadınlar var. Onları göstermek çok güzel olurdu. Bizim zamanımız kısıtlıydı ama öneriyorum siz gidin oraya. İnsanlar oraya gitmeli bence.”


‘Saz bin yılların hikayesini anlatıyor’ 


‘Saz’ kelimesinin Farsça’dan geldiğini ve sadece ‘enstrüman’ anlamına geldiğini, Türkçe’de ise ‘bağlama’ olarak geçtiğini hatırlatan Petra, “Bu kelimeyi niye seçtik. Her şey Berlin’deki tecrübeden başladı. Berlin’de herkes ‘saz’ diyordu. Kimse ‘bağlama’ kursu demiyordu ‘saz’ kursu diyordu. Burada insanların aklına ilk ‘bağlama’ geliyor. Horasan’daki dotar iki farklı çalgıdır. Ama benim için sosyal birleştirici rol sazdı. Bir de söze eşlik eden bir enstrüman ve saray enstrümanı olmaması benim için birleştirici rol. Dotar, bağlama, cura, olabiliyor isimleri ve farklı enstrümanlar. Eminin bazı hocalar hepsine saz dememize itiraz edecekler. Haklı da olabilirler ama bu benim görüşüm. Ben böyle görmüyorum. Bu akademik bir araştırma değil zaten. Bütün tarih bu şiirlerde saklanıyor. Bin yıllık sözlü tarih var. Her bölgenin ya da her etnik grubun tarihi aktarılmış” diye vurguladı.
Editör: Haber Merkezi