eşcinsellik konusunun, bu iktidarın 'aa, bak kuş geçiyor'larından biri olduğunun farkındayız.





 




önce şunu söylemeliyim. lgbti+ hareketi de, önemli bir müttefiki olan kadın kurtuluş hareketi de ciddi bir politik geçmişe, deneyime ve reflekslere sahip. eşcinsellik konusunun, bu iktidarın “aa, bak kuş geçiyor”larından biri olduğunun farkındayız. bayram değil seyran değil yani mesela onur haftası değil, bir eşcinselin açıksözlü bir beyanı gündeme oturmuş değil, ramazan ayındayız, cinselliği anıştıran bir şeyin bile anılması pek münasip sayılmazken diyanet işleri başkanı cuma hutbesinde neden eşcinsellere değinsin ki.

türkiye ile ilgili söylenecek tek şey bu değil tabii ama toplumun en önemli yapıtaşlarından birinin belli kesimlere duyulan ortak nefret olduğunu söylemek yanlış olmaz sanırım. o nefretin nesneleri çeşitli; ermeniler, eşcinseller, translar… o yüzden eşcinsellik konusu deyim yerindeyse “kullanışlı” bir yönetme aracıdır.

ama işte bu tür her saldırıdan sonra lgbti+ hareket ve söylem güçlenerek çıkıyor. bu sefer de öyle oldu, oluyor. barolar, baskı göreceklerini bile bile tepki verdi.

öncelikle, mevzu ali erbaş’ın aktardığı kadar mutlak ve kesin değil. hep atıf yapılan lut kavmine dair sureyi, erkek erkeğe ilişki değil zorbalık, zorla ilişki yani tecavüz olarak tefsir edenler var. diğer yandan “kadınsı davranışlar sergileyen erkek” anlamındaki “muhannesûn”un hem peygamber hem de dört halife döneminde toplumun bir parçası olduğunu gösteren çok kaynak var. eşcinsellikle ilgili “ceza”lar mezheplerle birlikte ortaya çıktı, türkiye’de geçen yıl bir afişte yer alan, “kimin lut kavminin sapık işini yaptığını görürseniz, fâili de mef'ûlü de öldürün” cümlesi, bazı kaynaklarda hazreti muhammed’e atfedilen bir hadiste yer alıyor; altını çizeyim; “atfedilen” ve “hadis.” osmanlı da dahil olmak üzere tüm islam tarihinde eşcinsel ilişkileri, bugünkü bilincimizle transseksüel diyeceğimiz kişilikleri anlatan şarkılar, edebiyat vb. üzerine de kütüphane dolusu araştırma var.

bugün türkiye’de, bu bilgilerin çok daha fazlasını, çok daha ayrıntılı bir biçimde aktaracak onlarca ilahiyatçı var, neden sustukları, kimden çekindikleri hepimizin malumu. diğer yandan böyle bilgiler bir yazı çerçevesinde anlamlı ama süren güncel tartışmada bunlara yer yok çünkü türkiye laik bir ülke ve laik bir ülkede müslümanlık dışı inançları benimsemiş ya da inançsız vatandaşların da vergileriyle, bir islam kurumunun ayakta tutulması doğru değil. diyanet işleri başkanlığı, din eğitiminin, ne diyeceği, ne yapacağı belirsiz ellere kalmasını engellemek açısından belki anlamlı olabilir ama onu da yapmadığı herkesin malumu.

ama esas itiraz edilen nokta ali erbaş’ın islami görüşleri aktarması değil, kur’anda yer alan sözleri, eşcinselliğin hastalıkları beraberinde getirdiği şeklinde yorumlaması. bunun, virüsten daha fazla etkilenecek yaşlılara karşı dahi düşmanlık gösterilen şu pandemi ortamında bir nefret ve şiddet dalgasına sebep olacağını dikkate almaması. ya da belki tam da bunu dikkate alarak konuşması.

ali erbaş’ın hutbesi üzerine birer açıklama yayınlayan ve hakkında soruşturma açılan barolardan ankara barosu’nun başkanı erinç sağkan, nevşin mengü’nün röportajında süreci yorumlayarak istanbul sözleşmesi’nin hedefte olduğunu söylüyor ve bu sözleşmede yer alan ayrımcılık yasağının bazı kesimleri uzun zamandır rahatsız ettiğinden söz ediyor ki özellikle diyanet işleri başkanlığı’nın yayınladığı bildiride, hazreti muhammed’in “nefret”in kaynağı olarak gösterilmesinden söz edilmesi, bu iddiasını güçlendiriyor.

iktidar yanlısı basında durumdan vazife çıkartanlar var tabii, ibrahim karagül, konuyu genişletip nedense türk tabipleri birliği’ni de katmış ve ankara barosu’ndaki avukatların yüzlerine tükürülmesi çağrısında bulunmuş. evet, açık açık. hukuktan mı korkacak!

hilal kaplan eskiden beri konunun takipçisidir, tayyip erdoğan’ın, eşcinsellerin de, kendi hak ve özgürlükleri çerçevesinde güvence altına alınmalarının şart olduğunu ifade ettiği günlerde dahi, eşcinselliğin hastalık değil günah olduğunu savunmuştu, o sırada solun bir kesimi çeşitli konferans ve toplantılarda kendisine kürsü verirdi, kimi feministler nezdinde de itibarı, mail gruplarında yeri vardı, allah affetsin. nitekim bugün de, konuyla ilgili yazısında, abd’de transseksüel çocuklarla ilgili –türkiye’de de karşılığı olan- bazı tartışmalara yer vererek performansında bir eksilme olmadığını ispatlamış. yalnız lgbti+ hareketin, yazısının başlığında atıf yaptığı sloganını yanlış hatırlıyor. o slogan “durma, haykır…” diye değil, “susma haykır…” diye başlar.

hukuk mücadelesi, lgbti+’lerin varoluşuna dair her hakkın insan haklarının vazgeçilmez bir parçası olduğuna dair mücadele harekete çok şey kazandırdı. ama pazartesi akşamı, #LGBTHaklarıİnsanHaklarıdır hashtag’i tt olduysa bunu sadece hukuk ve haklar alanında verilen mücadeleye borçlu değiliz. susmadığımız, her fırsatta lgbti+’lerin var olduğunu, onurlarıyla yaşayacaklarını haykırdığımız için geldik bu noktaya.

hukukun ne kadar kolay çiğnenebildiğini, ne kadar kırılgan bir alan olduğunu son yıllar bize gösterdi. ama bir de toplumun kolektif bilinci var. o bilinci çarpıtmayı, nefret ortaklığını sürdürmeyi ve bunun sayesinde varlığını, iktidarını korumayı hedefleyenler ve ellerinde çok güçlü araçlar var.

onların yazdıkları, söyledikleri teori, eşcinsel cinayetleri, trans cinayetleri pratiktir. o teori o pratiği aklar, meşrulaştırır, destekler. ama geçtiğimiz otuz yılda, lgbti+ olanların, olmayanların bilincinde bir dönüşüme sebep olacak bir mücadele yürütüldü, bu ideolojik mücadele en az hak mücadelesi kadar önemli ve son yılların projeler ve stk’lar pratiği bunu zaman zaman gölgelese de özgür ve eşit geleceğin kurulmasında hukuktan bile daha önemli bir etmen olacağına şüphe yok.

o yüzden, lgbti+ olalım, olmayalım, hepimiz bir kere daha haykıracağız, “nerdesin, aşkım?”

çünkü sen olmadan hiçbir aşkın tadı yok.

( Ayşe Düzkan Artı Gerçek için yazdı: burdayız aşkım, yan yanayız, birlikteyiz )

Editör: Haber Merkezi