Toplumcu dinamiklerinde öznesi olduğu dipten gelen sınıf dalgalarının yönsüzlüğü, yönü tayin decek iradelerin zayıflığı kabaran dalgaların bir zaman sonra geri çekilmesiyle elde kalanın sel sonrası kum tanecikleri benzeri avuçlarından kaymasına "vah-tüh" modunda güzellemeler mehiyeler düzenlenmesine özelliklede kendi aramızda döndürdüğümüz tartışmalarla mevcut darlığımızı, kitleselleşememe halimizi, yakalanan kimi dinamikleri neden süreklileştirip büyütemediğimizi tartışıp reçeteler sunma gayretkeşliğinden pek bi haz alır olduk! Umudu yitirmemek, yeni yollar aramak-tartışmak elbette anlamlı. Fakat bu yol ve yöntemler bizim kafalarımızdaki şablon ve sınırlara göre belirleniyorsa ve hep aynı minvalde dönüp farklı sonuç yaratabileceğimizi düşünüyorsak bu işte bir şeylerin yanlış olduğu idrakine varmakıyız.

Toplumcu dinamiklerinde öznesi olduğu dipten gelen sınıf dalgalarının yönsüzlüğü, yönü tayin decek iradelerin zayıflığı kabaran dalgaların bir zaman sonra geri çekilmesiyle elde kalanın sel sonrası kum tanecikleri benzeri avuçlarından kaymasına "vah-tüh" modunda güzellemeler mehiyeler düzenlenmesine özelliklede kendi aramızda döndürdüğümüz tartışmalarla mevcut darlığımızı, kitleselleşememe halimizi, yakalanan kimi dinamikleri neden süreklileştirip büyütemediğimizi tartışıp reçeteler sunma gayretkeşliğinden pek bi haz alır olduk!

Umudu yitirmemek, yeni yollar aramak-tartışmak elbette anlamlı. Fakat bu yol ve yöntemler bizim kafalarımızdaki şablon ve sınırlara göre belirleniyorsa ve hep aynı minvalde dönüp farklı sonuç yaratabileceğimizi düşünüyorsak bu işte bir şeylerin yanlış olduğu idrakine varmakıyız. Çünkü bu fasit daire içinde dolanma halimiz bir süre sonra yüreğimizde kalan umut kırıntılarını da kazıyacak bir neştere dönüşmesi işten bile değildir.

Gezi’den sonra ortaya çıkan "forumlara" çok anlam yükledik. Neredeyse tüm umudunu onlara bağlayacak bir iyimserlikle hareket etti bazılarımız. Sonra bir baktık ki bu forumlarda ben-sen-bizim oğlan kalmışız. Şimdi de referandum sürecinde yakalanan nispi canlılık sürecine kah yerel dinamiklerle açığa çıkan örgütlülüklere kah sol güçlerin bir araya gelerek oluşturdukları platformlara "meclis" anlamı yükleyerek onları kalıcılaştırmaya, tüm umudumuzu onlara yüklemeye doğru gidiyoruz.

Oysaki bir sürecin ortaya çıkardığı örgütlenme modellerini küçümsemek ne kadar yanlışsa, onları her şeyin merkezine koymak da o kadar sakattır diskurunu unutuyoruz. Hele bizimki gibi ele avuca gelir bir toplumsal iç örgütlülükten, bu konuda yerleşmiş bir öz geçmişten, tarihsel bir bilinç ve kültürden beslenemeyen coğrafyalarda gerçekliğin bu olduğunun üzerinden atlıyoruz.

Üstüne üstlük “demokratik anayasa” talebi gibi en fazla kimi burjuva demokratik hakların elde edilmesiyle sınırlı bir ufukla hareket ediliyorsa bu daha fazla böyledir. Aynı şekilde "meclis" dediğimiz ama gerçekte bir meclis esprisiyle buluşamayan, en fazla "platform" diyebileceğimiz modellere bir de yıllardır döne döne tekrarladığımız, en fazla kent orta sınıflarının özlemlerine tercüme olan sınırlarda talepler yüklüyorsak dönüp dönüp aynı yere gelmemiz kaçınılmazlaşıyor.

Dert demoktatikleşmeyse gerizi teferruattır zihniyetiyle sınıfsal çıkarları bir birne taban tabana zıt tüsiad ve benzeri örgütlülüklerden medet umma, egemen klikler arasındaki iç çelişkilerden nemalanırız mantığı ile beklenti içerisine girme safdilliği geniş emekçi sınıfları durağınlaştırmanın etkisizleştirmenin vehçeleridir.Bugün toplumsal muhalefet dinamiklerinin en ciddi sorunu da budur zaten: Kendisine net bir sınıf kimliği oluşturamaması, dahası net bir sınıfsal içerik ve duruştan yoksun olmasıdır.

Geniş emekçi kitleleri kucaklayacak, derinleşmiş mevcut toplumsal kutuplaşmayı kıracak ortak taleplerse esas olarak net bir emek-sermaye karşıtlığı üzerinden şekilleniyor. Sözü edilen "demokratikleşme" de esasında bu nesnel zemin ve temel çelişki üzerinden yükselen toplumsal hareketin mayalanmasıyla mümkün olacaktır.

"Siyasi olanın toplumsallaştığı toplumun siyalaştığı" günümüzde bu gerçeğe gözlerini yumup en fazla liberal demokrasi sınırlarına açılan bir perspektifle hareket etmek, o hep özlediğimiz, kökleri derinlere dalan bir toplumsal hareketle buluşmanın hayallerde kalması dışında bir sonuç yaratmayacaktır.

Geniş emekçi bölükleri dışında aslında tüm toplumsal kesimleri ilgilendiren iş güvencesinin tamamen tasfiye edilmesini ve buna bağlı olarak kıdem tazminatının gasbedilmesini, 657 sayılı devlet memurları yasasının değiştirilmesini, kiralık işçiliğin yasallaştırılarak yaygınlaştırılmasını, egemenlerin bile ödünü koparacak düzeye ulaşmış işsizler ordusunun varlığını, büyüyen yoksullaşmayı es geçen bir

yaklaşımın, anladığımız tarzda kökleşmesi, kalıcılaşması ve sistemi zorlaması kelimenin gerçek anlamıyla mümkün değildir.

İkide bir TÜSİAD’la aynı kapıya çıkan "demokratikleşme" tekerlemelerinden kendini kurtaramayan, örgütlenme mekanları olarak bir türlü üretim alanlarına yönelmeyen, eylem tarzı olarak kentlerin çeşitli alanlarına sıkışmış basın açıklaması ve yürüyüşleri aşamayan bir yaklaşımın muradına ermesi mümkün değildir.

75/76 kitleselleşmesinin,88 madenci grevlerinin 90'lı yılların kamu emekçileri nezdindeki hak alma mücadelerinin, TEKEL direnişinin, Gezi Direnişinin, 7/8 Ekim Kobane dayanışma eylemlerinin ortak keseni ve fakat en zayıf karnı nasıl ki sınıfsal bir omurgadan ve mücadele programından yoksun olmak idiyse referandumda yakalanan diri dinamiklerin büyütülmesinin handikabı da aynı nedenlerdir.

Tam da bu nedenlerle "sol" hareketin -en baştada HDP'nin- kendisini, dönemsel yükselişler ve onların ortaya çıkardığı dinamiklerle sınırlamadan (elbette onları da küçümsemeden) gerçekten sınıfsal eksende bir toplumsal faaliyete yönelmesi artık kaçınılmazlaşmıştır. Başa yazmamız gereken her şeyden önce budur. Sabırla ve ısrarla bu temelde bir hareketi mayalamak için çalışmaktır.

OHAL, KHK terörü, doldurulan zindanlar, yasaklanan alanlar ancak güçlü bir sınıfsal zemine dayanan toplumsal bir hareketle yarılabilir. İşçi grevlerinin yasaklanmasını görmeyen, dahası öncesinde o işçilerle herhangi bir teması olmayan bir “solun” toplumsal bir hareketi ateşlemesi, ona istikrarlı bir omurga kazandırması mümkün değildir!

HDK 8.genel kurulu souç bildirgesinde somut ifadesini bulan demokrasi güçlerinin birlikte olma ve bir arada mücadele etme zorunluluğu başata HDK Meclisleri olmak üzere formların ve platformların da bu gerçek zemin üzerinden geliştikleri oranda anlamlı, dönüştürücü olacaktır. Biz her şeyden önce yönümüzü unuttuğumuz bu gerçeğe dönmek zorundayız!