“Türkiye Türklerindir”, “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” diyenlerin mottoları depremde yıkıldı, dağıldı ve enkazın altında kaldı. Bir yanda milliyetçi, (Siz buna ırkçı eklemesini de yapabilirsiniz) dinci siyasetin hali pürmelaldir tanık olduğumuz, diğer yanda halklar olarak dayanışmanın zenginliğini, direncini yaşadık ve yaşıyoruz. Türkiye halkları olarak Türkler, Kürtler, Araplar ve tüm halklar olarak birbirimiz için çaba sarf ediyoruz haftalardır. Sadece Türkiye halkları da değil, dünya halklarıyla can olduk, dayanışma olduk enkazın başında. Birlikte ağladık, bir can kurtulduğunda birlikte nefes aldık.

Halkların kültürü ile iktidarların yoz kültürü çatışıp durdu depremin ilk dakikasından itibaren. Ve o iki kültür kıyasıya mücadele halindedir. Şimdi halkların dayanışma ve paylaşma kültürünün, bu çürümüş, halkları birbiriyle düşmanlaştıran, sömürü ve yağmayı temel alan kültüre karşı örgütlenme ve egemen olma zamanıdır.

Zira halkların, depremden hemen sonra gösterdiği bu birlikte yaşam, birlikte çözüm tutumu politik dayanak haline getirilebilirse, yaşayacağımız doğa felaketlerinin katliamlara dönüşmesini de engellemiş oluruz. Depreme dayanıklı konutlar pekala olası; ancak bu, gözünü kâr hırsı bürümüş iktidarların karşısındaki halk gücüyle olasıdır. Bu, halkların örgütlenmesi ve karar mekanizmalarında yetkili hale gelmeleriyle başarılabilir.

Tüm kaynakların aktarıldığı savaşa son vermek ve Kürt sorunu da bu halkçı tutum içinde yoğurulabilir. 40 yıldır savaş politikalarıyla “çözüme” kavuşturulmak istenen Kürt sorununu, süregelen iktidar yanlışlarından, şiddetten ve savaş politikalarından ancak halkların depremde gösterdiği tutumla gerçek çözüm yoluna yönlendirilebiliriz.

Depremde, 45 bin insanımızı kaybederken, yaralarımızı sararken yanan yakılan hep halktı, halklarımızdı. İktidar, feryatları duymadı, günler boyunca yoktu. Sonrasında, yardımlara el koydu, başa geçmeye çabaladı. Şimdilerde küfür etmekte, çadır satmakta, acıyla kıvranan çocuklara para savurmaktalar…

Halkın dayanışma tutumudur bizi düze çıkaracak olan.  Bu tutum kanayan yaramız olan Kürt sorununda barış ve çözüm için bir olanaktır. Kürtlerin barıştan ve birlikte yaşamda bu denli ısrar ettikleri ve bunu her vesile ile gösterdikleri gerçeği orta yerdeyken, iktidarın “bölücülük”, “terörizm” söylemi ve savaşı derinleştirme politikalarına karşı durmayı başaracak olan halkların depremde gösterdiği tutum olacaktır.

Zira barış ve çözüme dayanak olacak birçok gelişme yaşanıyor. HDP’nin daha önce aldığı “Cumhurbaşkanı adayı göstereceğiz” kararının yeniden değerlendirme kapsamına alması değil anlatmak istediğim. Depremin ilk günlerinde Diyarbakır’da yan yana gelen, HDP Eş Başkanı Pervin Buldan ile CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun aynı istikametteki söylemleri de değil sözünü edeceğim. Ayrıca, Kılıçdaroğlu’nun depremden hemen sonra aldığı inisiyatif, hızla deprem bölgelerine ulaşması, halkın acıları ile hemhal olarak girişimleri, iktidarın yanında hizaya gelmeden, “Yenikapı ruhu” denile tutuma düşmeden açıklamalarda bulunması ve bunun Kürtler üzerinde yarattığı olumlu etkide değil değinmek istediğim. Elbette bunların her biri önemli ve ayrıca değerlendirmeyi hak ediyor.

Ancak başka bir gelişme oldu; KCK, depremin hemen ardından “eylemsizlik kararı” aldığını açıkladı. Bu kararın, önceden alınıp alınmadığını, kararda başka faktörlerin rol alıp almadığını bilmiyoruz. Zira seçim sürecinden hareketle böyle bir karar alınması da olası. Ancak depremin ardından açıklanmış olmasından dolayı depremle ilişkilendirerek değerlendirmek doğru olacaktır.

Herkesin, her kesimin “eylemsizlik” kararına dair bir şeyler söylemesi, kararın süreklilik kazanması için çaba göstermesi önemli. Önemli, çünkü depremde bir kez daha görüldü ki hangi, dilden, hangi inançtan, hangi, kültürden olursa olsun, felaketlerden ve iktidarın politikalarından herkes etkileniyor. Siyasi iktidarın, depremin felakete dönüşmesindeki rolünden herkes payına düşeni alıyor. Ve bu topraklarda yaşayan tüm halklar ayrımsız aynı acıyı çekiyor, aynı tavrı sergiliyor, dayanışma için canını dişine takarak çaba gösteriyor. Dolayısıyla Kürt sorununda şiddetsiz, savaşsız, operasyonsuz, harekatsız bir ortama ihtiyacımız var. Sınır içinde ve sınır dışında çatışma olmasın, silahlar patlamasın!

Elbette iktidar hırsıyla kavrulmuş olanlar “eylemsizlik” kararını görmezden gelecektir. Kürtleri, Kürt iradesini yok saymaya devam edecekler. Yerel yönetimlerde yaptıkları gibi… HDP’yi kapatma hesabında olduğu gibi… Kürt siyasetçileri hukuksuzca hapiste utmaları gibi…

Biliyoruz, savaştan çıkar elde edenler, “eylemsizlik de ne demek” diyebilir. Savaş naraları atabilirler. Tekrar “bölücülük”, “terörizm” diyerek düşmanlaştırmayı sürdürmek isteyebilirler. Ancak yıllarca can verdiğimiz, kaynaklarımızın aktarıldığı savaş politikasının sonuçlarıdır başımıza yıkılan dayanaksız konutların varlığı...

Özcesi; Kürt, Türk, Arap demeden yaralıları birlikte kurtaran kardeş halkalarımız, iktidarın savaş politikaları karşısında birlikte durabilirse, Kürt sorunu, eşit halklara dayalı demokratik çözüme kavuşur. Ve demokratik bir Türkiye, tüm halklarımıza iyi gelecektir…