“‘Bülbül de güle aşıktır ama onu yok etmez’ demeyi destur edinmek, yüreği aşk ile kutsamaktır. Bülbül kendi dilinde kendi kültüründe kendi toplumunda arşı alem şakımış ise aşkını, eli gırtlağında boğmaya meyilli kirli duyguları kim aşk diye yutturabilir ya da yaşamaya tenezzül edebilir?”


Derya Arslan JINNEWS' Kadın kaleminde yazdı: Duygunun, anlamın, aşkın yitimi


Destanların ruhuna dokununca anlıyorsun ki bu kadim topraklar anlam deryasında kulaç atmış insanları yüreğinde barındırmış ve yüceltmiş. Öylesi bir yüceltiliş ki masalsı anlatımların lirik öykülerine dönüşmüş. Lakin hayal ürünü kahramanlardan ziyade reel yaşanmışlıklar ve varlığı tartışılmaz kahramanlarla anlatılmış öyküler olmuş bunlar. Şimdilerde daha iyi anlıyoruz ki bu mistik masallar yüzyıllar boyu büyük emeklerle hırpalanmadan, kırılmadan bir fanusta korunup saklanıp bizlerin avuçlarına bırakılmış derin bir hassasiyetle. Evet anlam yüklü hikayeler gösteriyor ki toplumsal bir duygu bütünlüğü ve köklü his bütünlüğü, sahiplenici bir öz çıkarıyor ortaya. Kendini yaşadığın toplumu ve onun bileşkesi insanı anlam bütünlüğü içerisinde ele aldığında derin bağlılıklar, duygusu olan biraradalıklar tabi ki bu sinerjinin yarattığı koruma  kollama sahiplenme enerjisi çepe çevre sarıyor tüm bütünselliği.İşte tamda bundandır ki yeniden ve yeniden dokunulması anlam verilmesi ve kadim duygusunun tanımlanması gerekiyor bu destan, hikaye ve masallara.


Çocukluktan biliriz ki her anlatıda anlatıcının melodik sesine bizlerin düş ve hayal dünyası eklenir ve zenginleşir hikâyeler, anlatıcı anlata dursun bizler çoktan hikâyeyi yaşıyor ve kendimizi kahramanlardan biri olarak tasavvur ediyoruzdur. Bir destan kulaklarımda çınlıyor tamda konunun burasında, Karacadağ eteklerinde, Cudi’de, Şengal dağlarında şeyh adi de yaşanmış dengbêjlerin lorilerinde, günümüzle buluşmuş Êzidî genci Evdî ile Milan aşiretinin dillere destan güzelliği ile bilinen kızı Rihme’nin aşkı. Şimdi "Derwêş vardı o hikâyede" dediğinizi duyar gibiyim. Ancak kavuşma heyecanını ve kesinliğini kafasına koymuş ve mutlak kaybedeceği bir savaşın yiğit cengâveri Derwêş yanına 12 arkadaşını alarak çıktığı yolda imkânsız bir kavuşmanın hayali ile hareket etmiş ve sevdasının dilinde bir ağıttan başka bir şey yaratamamıştı yazık ki. Evdî'ye gelirsek; ne toplumsallığından ve onu korumaktan vazgeçmiş ne de aşkının yüreğindeki ateşine su döküp söndürmüştü. Politik bir çıkış gerekiyordu ve Evdî bu yolu seçmişti. Milan aşiretinin miri İbrahim Bey de biliyordu ki bu aşk asla bitmez ama toplumsallığını da yok sayıp kişiselleşmez.


İşte tamda burada aşk Evdî ve Rihme den çıkıp halklaşıyor, ölümden daha derin bir bedele dönüşüyordu. Aşk ve ölüm nasıl ki bir seçenek ise aşk ve yaşam daha çok bir tutum bir baş kaldırıydı Evdî’de... mir İbrahim babasının aksine hesapsız Derweş’i ölüme gönderirken bunu hesaplamış olmalı “Arkadaşlarla volta atarken tartıştık ben kendimi Evdî olarak görüyorum” diyordu birazda tebessümle Bilge can. ilkeli bir aşkın toplumsal korumacılığın haritasıydı söylem. Güncel bir anlatım der ki; Şengal’de yaşayan Êzidîler, ilki 906’da sonuncusu ise 2014’de olmak üzere 74 katliam yaşadı. İnançlarını toplumsallıklarını ve varlıklarını korumayı günümüze kadar başarmış bu halkın kahramanı kesinlikle Evdî gibi yüreğinde aşkı ve halkını barındıran ve asla vazgeçmeyen bir kişiliğin öyküsüdür. Aşk göz göre göre yok etmeyi değil varlığın kutsallığını özünde taşır, taşımalıdır. 21’inci  yy’ın itibarını kökten yitirmiş kokuşmuş sözde aşkları, süslü ve gerçek dışı söylemlerle afyonlanmış duygular açığa çıkarıp celladına sarılan çürük “aşıklar”ı katletmekten öteye bir şey yaratmayacaktı. Duygusunu ve anlamını inkar eden bir toplum, Hakikat bir aşktan yoksun, yok olmanın demine sürüklenir; ki gelinen aşama tamda budur.


Aşkın Evdî ve Rihme gibi ilkeleri vardır elbet. Ucuz aşklar pazarı olan lanetli bir sistemde boğulmaktan ve yok olmaktan çok “Aşkın aşktan önemli ilkelerini ve ölçüsünü “ bir kere daha anlamak tartışmak güncellemek gereği vardır. Bülbül de güle aşıktır ama onu yok etmez demeyi destur edinmek, yüreği aşk ile kutsamaktır. Bülbül kendi dilinde kendi kültüründe kendi toplumunda, arşı alem şakımış ise aşkını, eli gırtlağında boğmaya meyilli kirli duyguları kim aşk diye yutturabilir yada yaşamaya tenezzül edebilir? Burada aşkın felsefik tanımında İyi ve kötü ikilemini de bilmek gerekir. Güzellik iyilik ve ahlakı merkezine almak ölçüyü ortaya koyacaktır. Tersi tüm kavramlarla savaşmalıdır aşk. Gerçek bir aşk “beni “aşar “Biz”de karşılığını bulur. Güzel olan iyi olan ahlaklı olan sevilesidir. Aksi, aşkın kutsal varlığına ihanettir. Asıl hedefi varlığını sonsuzlaştırmak ise bu Evdî misali fikri zihni bir yaşamla mümkündür. Yaşam ve aşk tek başına kalp değil beyin gücü gerektirir. Aksi halde kaybediş ve yok oluşlar çöplüğüne dönüşür evren.


Duygusu anlamı ve aşkı yitmiş bir evren ölümdür bunu bilip öyle yaşamalıdır. Aşkı koruyalım duyguyu koruyalım anlamı koruyalım, yani “Em biparezin” sesini tüm kutsal aşklara hürmeten yükseltelim...
Editör: Haber Merkezi