İZMİR - Tarım ve enerji politikalarının tarımsal üretimi olumsuz etkilediğini vurgulayan Çiftçi-Sen Genel Örgütlenme Sekreteri Adnan Çobanoğlu, endüstriyel tarım uygulamaları ve gıda sisteminden vazgeçilerek ekolojik tarıma yönelerek bu krizden çıkılacağını söyledi.

Kuraklık, gelecek dönemde yaşanacak gıda krizi ve su savaşlarını tetikleyecek en büyük unsur olarak küresel çapta büyük bir kriz olarak duruyor. Türkiye'de de bu krizin uzun yıllardır hissedilmesi ile birlikte son yıllarda gıdada dışa bağımlı bir hal alındı. Özellikle buğday, arpa gibi ürünler geçmiş yıllarda ithal edilirken şimdi ihraç edilir duruma geldi. Yaşanan bu durumda iktidarın tarım politikalarının yanı sıra enerji ve ekolojik talan politikaları da önemli faktörler arasında.

Ekolojik talanın en yoğun olduğu bölgelerden olan Ege illeri de bu talandan nasibini aldı. Meteoroloji Genel Müdürlüğü 2022-2023 Su Yılı 3 Aylık Alansal Kümülatif Yağış Raporu'na göre, Ege Bölgesi'nde 1 Ekim-31 Aralık 2022 döneminde yağışlar normalin ve geçen senenin altında gerçekleşti. Meteoroloji Genel Müdürlüğünün Standart Yağış İndeksi'nde yer alan kuraklık haritası analizlerine göre 3 aylık değerlendirmede, İzmir, Denizli ve Aydın "orta kurak", Manisa ve Uşak ise "şiddetli kurak" olarak tanımlandı. 12 aylık veriler dikkate alındığında ise İzmir'in büyük bölümü "şiddetli kurak", Aydın "orta kurak", Denizli "hafif kurak", Manisa ve Uşak'ın önemli bölümleri "olağanüstü kurak" şeklinde tanımlandı.

BARAJ SEVİYELERİ DÜŞTÜ

İzmir Su ve Kanalizasyon İdaresinin (İZSU) 24 Ocak tarihli verilerine göre de kentteki 5 barajın doluluk oranı geçen senenin aynı ayına göre azaldı. Geçen yılın aynı dönemine göre, doluluk Tahtalı'da yüzde 54'ten yüzde 39'a, Balçova'da yüzde 49'dan yüzde 30'a, Güzelhisar'da yüzde 67'den yüzde 60'a, Alaçatı Kutlu Aktaş'ta yüzde 73'ten yüzde 42'ye, Ürkmez'de yüzde 77'den yüzde 39'a düştü.

EKİM YAPILAMADI

Ege Bölgesi 2022 Eylül ayında son 18 yılın en düşük yağışını alırken tarımın yoğun yapıldığı Gediz Havzası’nda son 38 yılın, Kuzey Ege ve Küçük Menderes havzalarında ise son 21 yılın en düşük ekim ayı yağışları yaşandı. Yağışların az olması yağmur suyuyla beslenen buğday, arpa, fiğ gibi ürünlerin ekiminde ise gecikmelere neden oldu. Eylül ayında ekilmesi gereken tohumlar için aylarca yağmur beklendi. Kuraklık nedeniyle meyve bahçeleri de sulanmaya ihtiyaç duyarken kışlık sebzelerin ekimi de gecikti. Yine son yılların en yüksek nem oranının yaşandığı Aydın'da ise incir zarar gördü. Hasat sezonunda esen nemli rüzgar nedeniyle rekoltenin neredeyse 3'te biri hasat edilemeden ağaçlarda eridi.

DOLU HASADI VURDU

Kuraklığın yanı sıra bölgesel ve ani yağışlar da ürünlere büyük zarar verdi. Manisa'nın Salihli ve Alaşehir ile Denizli'nin Çameli, Çal ve Bekilli ilçelerinde meydana gelen ani yağmur ve dolu yağışları yüzlerce dekarlık alandaki üzüm bağlarını talan etti. Üzüm bağları hasar görürken, toplanıp kurumayı bekleyen üzümler de sel sularına kapıldı. Salkımlarda dolunun vurduğu yerlerde kararmalar meydana gelirken dolu nedeniyle hububat tarlaları ile meyve bahçelerinde de zarara oluştu.

EKOLOJİK TALAN ÜRETİMİ ENGELLEDİ

Bunların yanı sıra ekolojik talanda tarımsal üretimi büyük ölçüde etkilerken, tarım alanları yok olmaya başladı. Tarım alanlarının içine ya da yakınlarına yapılan maden, termik santraller, jeotermal enerji santralleri ya da taş ocakları verimi düşürmenin yanı sıra ürünlerde ağır metallerin birikmesine neden oluyor. Aydında geçtiğimiz yıllarda ihracat edilen incirlerde kükürt çıkması dolayısıyla 1 buçuk ton incir geri gönderildi. Yine havada biriken ve ağır metal içeren gazların yağmurla ürünlerin üzerine düşmesi sonucu bölgede bulunan incir, üzüm ve zeytin gibi ürünlerde hasat yapılamadı. Özellikle geçmişte tarımla anılan Söke, Gediz, Menderes gibi havzalarda kurulan fabrika ve sanayi siteleri tarıma ağır darbe vurdu.

Çiftçiler Sendikası (Çiftçi-Sen) Genel Örgütlenme Sekreteri Adnan Çobanoğlu ile tarım politikaları ve ekolojik talanın kuraklık ve üretime etkilerini konuştuk.

TARIM VE ENERJİ POLİTİKALARI

Bugüne gelinen sürecin 1950'li yıllarda başlayıp 2000'li yıllardan itibaren hız kazandığını söyleyen Çobanoğlu, neoliberal tarım politikaları, tek tip tarımsal üretim ve hibrit tohumların üretimde verimi düşürürken toprağı da verimsiz hale getirdiğini kaydetti. Bu tohum ve üretim tarzının daha fazla suya ihtiyaç duyduğunu belirten Çobanoğlu, "Bu sistem aslında iklim krizi denilen şeyin kendisinin ortaya çıkarttığı üretim tarzıydı. Çünkü tarımda kimyasal kullanımı teşvik edildi. Toprağın özelliği bozulmaya başladı. Öyle bir noktaya geldi ki toprağın karbon emme özelliği ortadan kalkmaya başladığı gibi kullanılan kimyasallar doğayı kirletti. Toprağı, su kaynaklarını ve iklimi etkiledi. Neoliberal politikalar aynı zamanda enerji politikalarında da öne çıkmaya başladı. Yenilenebilir enerji adı altında tarım arazilerinde Rüzgar enerji santralleri, jeotermal enerji santralleri yoğunlaşmaya başladı. Su hazvalarında Hidroelektrik Santralleri gündeme getirildi. Bu yönüyle bakınca tarımsal üretimle enerji politikalarını bütün olarak ele almak gerekiyor" dedi.

YASALAR KURAKLIĞI GETİRİYOR

Son yıllarda çıkarılan yasalarla tarımın bitirilmek istendiğine değinen Çobanoğlu, "Örneğin büyükşehir yasası ile 5 bin 500'den fazla köy bir gecede mahalleye dönüştü. Dolayısıyla bu köylerin mal varlıklarına, meralarına, otlaklarına el konuldu. Bu ister istemez yeme bağlı bir üretim sistemini beraberinde getirdi. Bu hayvanların gıda ihtiyacını karşılamak içinde tarım arazilerinde tek tip üretime geçildi. Bunun en güzel örneğini İzmir Tire'de yaşıyoruz. İlçede tarım arazileri hayvan yemi yetiştirmek üzere kurgulandı. Üreticiler kendi ihtiyacını bile ilçe dışından temin etmeye başladı. Yine tütün yasası ile tütünde kısıtlamaya gidilince bölgede yeni arayışlara geçildi. Tütün kurak bölgelerin ürünüydü ve bu bölgelerde başka ürün yetiştirmek için daha fazla suya ihtiyaç oldu. Üretimin devam edebilmesi için mecbur artezyen vuruldu. Bu çoğalınca yer altı suları çekiliyor ve ekolojik dengede bozulma yaşanıyor, kuraklığa neden oluyor" diye belirtti.

EKOLOJİK TALAN

Ekolojik talanın da bu kuraklığa etkisinin olduğuna dikkati çeken Çobanoğlu, şöyle devam etti: "Çünkü iklim krizi denilen şey atmosferdeki güneş ışınlarını kesen sistemlerin ortadan kalkmasıdır. İkinci bir yanıyla güneş ışınlarının toprakta emilememesi ve bitkilerin çeşitliğinin, ormanlık alanların yok edilmesi. Siz toprağın karbon emme özelliğini ortadan kaldıracak uygulamalar yaparsanız, sera gazının oluşmasına neden olan kimyasallarda tarımsal üretimi yaparsanız, sera gazı oluşturan JES'ler ile tarım alanlarını yok ederseniz kuraklıkla da karşı karşıya kalırsınız. Çünkü su oluşması ve yağmurları sağlayan koşulları ortadan kaldırıyorsunuz, tarım arazilerini, ormanları madene açıyorsunuz."

KURAK BİR YAZ BEKLİYOR

Asıl tehlikenin önümüzdeki yaz aylarında yaşanacağını belirten Çobanoğlu, normal şartlarda üzüm bağlarında kasım-aralık aylarında kış budaması yapılması gerekirken bunun yapılamadığını söyledi. Yine Mart-Nisan aylarında patlaması gereken bağ gözlerin şimdi patlamaya başladığını aktaran Çobanoğlu, "Ani bir soğuk hava akımı ciddi bir sorun oluşturur. Bu diğer ürünlerde de öyle. Yerel ve hibrit buğday türlerinde de bu kuraklık olunca üretimde düşme söz konusu olacak. Bunun için biyoçeşitliliğe yeniden kavuşmak gerekiyor. Örneğin tarlalarda hayvan yemi olarak mısır yetiştirmek yerine doğrudan biyoçeşitliliği arttırmak ve hayvanları otlak ve meralara salmak lazım. Bu alanların amaç dışı kullanımının engellemesi gerekiyor. Toprak içerisindeki binlerce böceği ve canlısıyla topraktır. Bunlar kimyasallarla yok edildiğinde orası artık toprak değil kum olur. Bunlardan hızla vazgeçilmeli. Ancak o zaman kuraklık olgusundan kurtulmaya başlarız" ifadelerini kullandı.

İKLİM KRİZİ TEHLİKESİ

İklim krizinin bir yanıyla kuraklık diğer yanıyla da aşırı ve ani yağışlar olduğuna dikkati çeken Çobanoğlu, hasat dönemlerinde yağacak yağmurların da ürünlerin yok olmasına neden olabileceğini dile getirdi. "Kuraklıkta bir kısmını koruyabileceğimiz ürünlerin, asit yağmurları yağması durumunda tamamını kaybedebiliriz" diyen Çobanoğlu, "Örneğin Aydın civarında böyledir. Oradaki JES'ler ciddi bir asit olgusu yaratıyor. Gene geçmişte siyanürlü altın madenlerinin bulunduğu bölgelerde yazın yağan yağmurlar bir günde bölgenin tüm tarımsal ürünlerini yok etmişti. Bunu Sarıgöl'de yaşadık. Şimdi Sarıgöl Ovası'nda 'aman yağmur yağmasın' diye üzüm bağları örtü altına alınır. Belki kuraklık daha kabul edilebilir bir durum haline bile gelebilir" diye aktardı.

'ÇÖZÜM EKOLOJİK TARIMDA'

"İklim krizine gerçekçi gözüm ekolojik tarımdır" diyen Çobanoğlu, endüstriyel tarım uygulamalarından vazgeçerek gıda sisteminin değiştirilmesi gerektiğini kaydetti. Yerel tohumların iklim koşullarına daha dayanıklı olduğunu belirten Çobanoğlu, "Dünyada kullanılabilir suyun yüzde 70'den fazlası tarımda kullanılıyor. Bunu eski yerel üretim tarzıyla devam ettirirsek, yer altı sularını çekmezsek suyun daha az kullanımını sağlayabiliriz. Enerji tüketiminin yüzde 30'a yakını endüstriyel tarımda kullanılıyor. Bu sistemden vazgeçerek zamanında ve yerelde üretip, tüketme sistemi uygulanırsa enerjiden de yüzde 20'den fazla tasarruf sağlanır. Dolayısıyla daha az enerji yatırımına da yönelinir. Bu yönüyle üretici, tüketici, bilim insanıyla halkın gıda sistemi olan gıda egemenliği için harekete geçmemiz lazım. Bu konuda sistem değişikliğini talep etmemiz ve mücadelesini yürütmemiz lazım" diye konuştu.

MA /  Tolga Güney

Editör: Haber Merkezi