Yeni Yaşam Gazete yazarı Mustafa Durmuş yazdı: Dökme su ile değirmen dönmez

Krizdeki bir ekonomi (üstelik kısa vadeli dış borç ödemeleri çok yüksek düzeydeyse), hem bu dövizi fiilen bulabilmesi, hem de bunu düşük kurla ve düşük faizle temin edebilmesi çok zorlaşır.

Bu tespit Türkiye ekonomisinin durumunu tam olarak yansıtıyor. Öyle ki bir yıl içinde ödenmesi gereken 177 milyar dolar dış borç, buna karşılık TL karşısında ciddi oranda değer kazanmış döviz kurları, dünyanın en yüksek faizlerinden borç bulmakta dahi zorlanan ve sıcak para girişleri ciddi ölçüde azalmış bir ekonomi gerçeğimiz var.

En az 1 ya da 2 faiz indirimi bekleniyor









Bu bağlamda bu haftaki FED toplantısının ardından Başkan Powell’in yaptığı açıklama Türkiye için çok önemliydi. Çünkü Powell FED’in bu yıl faizleri indireceğini söyledi. Bu, FED’in birkaç ay önceki faiz indirimi yapılmayacağı (hatta artırıma gidilebileceği) yönündeki açıklamalarından çok farklı bir açıklama.
Yapılan bir ankete göre, uluslararası finansal vadeli işlemler piyasasının aktörleri bu yıl faizlerde, Temmuz’da bir seferlik indirim olmasını yüzde 100 ihtimalle ve Eylül’de ikinci bir indirimi yüzde 50’den yüksek bir ihtimalle bekliyorlar (1).

Kur az da olsa gevşedi

Bu açıklamanın etkisiyle; ABD borsaları yükseldi, doların diğer güçlü paralar karşısında değeri ve 10 yıllık ABD Hazine bonolarının getirisi düştü. Türkiye’de ise TL/dolar kuru bir miktar gevşedi ve açıklama öncesinde 5,84 olan dolar kuru 5,77’ye geriledi (ancak bugün tekrar yükselerek 5,82’i oldu).

Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) faiz oranlarını artırmayarak parasal genişlemeye devam etme kararı ile birlikte bu karar FED ’in Türkiye’nin “imdadına yetişmesi” olarak değerlendiriliyor. Böyle bir indirimin ekonominin krizden çıkışına yardımcı olacağı, çünkü ekonominin ihtiyacı olan yabancı kaynağın (likiditenin) sağlanabileceği, böylece kurun ve ardından enflasyonun düşeceği ileri sürülüyor (2).

Parasal bollaşmayla sonuçlanacak faiz indirimi karar neden alındı, bunun uluslararası sermaye hareketleri üzerindeki olası etkileri neler ve bu durum krizdeki Türkiye ekonomisi için gerçekten can simidi olabilir mi?

Faiz indirimi kararı neden alındı?

Faiz indirimi kararının nedenini anlayabilmek için öncelikli olarak bu kararı alan ülke olan ABD ekonomisinin ne durumda olduğuna bakmak gerekiyor? Teorik olarak faiz indirimi durgunluk içindeki (ya da girmesi beklenen) bir ekonomide yatırım ve tüketim harcamalarını canlandırmak için yapılır.

Ancak veriler ABD ekonomisinin diğer Merkez Ekonomileri ya da Çin ekonomisi ile kıyaslandığında çok daha iyi durumda olduğunu gösteriyor. Borç stoklarının yüksekliğini bir kenara koyarsak, işsizlik yüzde 3,6’ya düştü (tam istihdam sınırında), enflasyon yüzde 2’nin altında ve kâr oranları 2008 krizi sonrasındaki yükselme eğilimini sürdürüyor. Bütün bunların sonucunda (her ne kadar “yeşil filizlerin sararmakta olduğu” teşhisi yapılsa da) bu yılın ilk çeyreğinde büyüme hızı yüzde 3,2 oldu (3).

FED diğer ekonomileri düşünür mü?

O halde FED (aslında ABD finans sermayesi) bu kararı neden aldı? Yüzeysel, iyimser yorum, ABD’nin kendinden çok, dünyanın geri kalan ekonomilerinin içinde bulunduğu durumdan endişelendiği, özellikle de yükselen ekonomileri düşündüğü yönünde. Buna göre, küreselleşmiş bir dünyada deyim yerindeyse “sadece kendinizin iyi olması yetmiyor. Sürdürülebilir bir iyilik için herkesin iyi olması lazım”.

Ancak Trump’ın uyguladığı hem içerdeki vergi indirimi, hem de ithalatta yüksek tarife politikaları bu iyimser görüşü çürütüyor.

Küresel resesyon olasılığı FED’i endişelendiriyor

Yine ana akım içinden, ancak biraz daha ayakları yere basan bir yaklaşım ise ABD’nin bu kararı almasındaki asıl etkenin Çin’e karşı yürüttüğü ticaret savaşlarının dünya ticaretini yavaşlatması ve dünya ekonomisinin büyümesini frenlemesi, hatta küresel bir resesyona neden olacak bir potansiyele sahip olması.

FED faiz oranlarını düşürerek bu olumsuz gidişatı durdurmaya ve tersine çevirmeye çalışıyor. Yani aslında başkaları için bir şey yapıyor görünürken kendi resesyon olasılığını bertaraf etme hali. Çünkü dünya ekonomisi hiç olmadığı kadar birbirine bağımlı halde. Çin’de ya da Hindistan’da ortaya çıkacak bir olumsuz gelişmenin ABD ekonomisini etkilememesi mümkün değil.

Nitekim dünya ekonomisindeki bu yılki küresel büyümenin yüzde 33’ünü Çin’in, yüzde 30’unu diğer Asya ülkelerinin (Hindistan gibi), yüzde 11’ini, ABD’nin ve yüzde 4’ünü Avro Bölgesi ülkelerinin gerçekleştireceği tahmin ediliyor (4).

Çin ve Hindistan ekonomileri yavaşladı

Bu küresel büyüme motorları arasında yüzde 50’den fazla paya sahip iki ekonomide (Çin ve Hindistan’da) durumlar iyi değil. Çünkü 2008 krizinden sonra dünya ekonomisinden pozitif ayrışarak dünyanın geri kalan ülkelerini resesyondan çıkarma işlevini yüklenmiş olan bu iki ekonominin büyümesi yavaşladı.
Çin’de geçen yılın son çeyrek büyümesi yüzde 6,4 ve Hindistan’da yüzde 6,8 olabildi. “Yeşil filizlerin sararması” tanımı bu iki ülke için daha uygun bir tanım gibi görünüyor.

Özellikle de Çin’den kaynaklanabilecek bir kriz dalgası, başta ABD olmak üzere tüm dünyayı sarsabilecek boyutta olacaktır. Bunun işaretleri de mevcut.

Çin’de patlamaya hazır finansal balonlar

Öncelikle, Çin’de 2018’in son çeyreğinde finans dışı sektör şirketlerinin borcu 19, 8 trilyon dolara erişti. Çin’de şirket borcunun GSYH’ye oranı ABD’dekinin 2 katından fazla oldu (ABD’de bu oran yüzde 74, 5, Çin’de ise yüzde 151,6 oldu) (5).

Kısaca yerel yönetimlerin devasa borçları da dâhil edildiğinde, Çin’de her an patlamaya hazır ciddi bir borç balonu mevcut.

Çin’de cari açık dönemi başlıyor

İkinci olarak, Çin ekonomisinde (hem artan ithalat maliyetlerinden kaynaklı olarak döngüsel faktörler, hem de finans sektöründeki gelişmelerden kaynaklı olarak yapısal faktörlerden dolayı) cari açık dönemi başlıyor.
2018 yılında, son 15 yıldan bu yana Çin ekonomisi ilk kez cari açık verecek (eksi binde 3). 2030 yılına kadar bu açığın eksi yüzde 1,6’ya çıkması bekleniyor. Bu da Çin’i sermaye ihracatçısı olmaktan çıkartıp, net sermaye ithalatçısı haline getirecek. 2019-2030 arasında her yıl ülkeye 200 milyar dolarlık yabancı kaynağın girmesi gerekiyor (6).

Ticaret savaşları daha çok Çin’i vuruyor

Çin’de ABD ile yaşanan ticaret savaşı ve tarife gerginliği yüzünden ABD’nin Çin’den olan ithalatı (Ekim 2018- Mart 2019 arasında) 52,3 milyar dolardan 38,3 milyar dolara olmak üzere, 14 milyar dolar azaldı. ABD’nin Çin’e olan ihracatı ise (Mart 2018-Mart 2019 arasında) 12,4 milyar dolardan 10,4 milyar dolara olmak üzere 2 milyar dolar azaldı (7).

Yani iki ülke arasındaki ticaret savaşlarından şu ana kadar Çin daha ağır etkilendi. Ayrıca Çin’de, ABD ile yaşanan ticaret savaşı ve tarife gerginliği yüzünden Nisan ayından itibaren göstergeler kötüleşmeye başladı.
Öyle ki Mart 2019’dan itibaren sanayi hasılası artış hızı yüzde 8,5’ten yüzde 5,4’e; perakende satışlar yüzde 8,7’den yüzde 7,2’ye; sabit sermaye yatırımları yüzde 6,3’ten yüzde 6,1’e geriledi. Dahası ABD, 10 Mayıs 2019’da, Çin’den gelen 200 milyar dolar tutarında ithalata uyguladığı tarifeyi yüzde 10’dan yüzde 25’e yükseltti (8).

Çin cari açık verirse bu Türkiye’yi olumsuz etkiler

Çin’in cari açık vererek yabancı kaynak ithalatçısı durumuna gelmesi uluslararası finans kapital açısından yeni bir tahvil ve bono piyasası anlamına gelebilir. Ancak bu durum (aynı zamanda) Türkiye gibi diğer azgelişmiş ülkelerin yabancı kaynak kullanımını zorlaştırıp, bu kaynağı daha maliyetli hale gelmesiyle sonuçlanabilir.

Dünya ticareti daha da daralacak

Kısaca Çin’in dünyanın en büyük ithalat talebine sahip ekonomisi olması nedeniyle, ABD’nin Çin’e uyguladığı yasakların dünya ticaretini etkilemesi kaçınılmaz olacaktır.

Buna bir de moment kaybeden küresel ekonomik büyümenin neden olduğu ithalat talebindeki daralma eklendiğinde dünya ticaretindeki kötüleşme artarak sürecektir. Nitekim bu tespit IMF dâhil uluslararası örgütlerin küresel ekonomik büyümeye ilişkin tahminlerinde de (9) yer alıyor.

Dünya ticaretine ilişkin veriler bu endişeleri doğruluyor. Öyle ki Dünya Ticaret Örgütü’ne (DTÖ) göre, dünya ticaret hacmi 2017 yılında yüzde 4,6 oranında artmıştı. 2018 yılında bu artış sadece yüzde 3 olabildi. Daha kötüsü, geçen yılın 3. Çeyreğinde yüzde 1,1 olan artış, 4. Çeyrekte eksi binde 6 ve 2019’un ilk çeyreğinde eksi binde 3 oldu (10).

Getiri Eğrisi terse döndü

Powell’in açıklamasının ardından (20 Haziran’da), 10 yıllık ABD Hazine bonolarının getirisi (faizi) 2016 Kasım’ından bu yana ilk kez yüzde 2’nin altına düşerek yüzde 1,97 oldu. 2 yıllıkların getirisi yüzde 1,75 olurken, 3 aylıklarınki yüzde 2,13 oldu ve 10 yıllıklarınkinin 11,6 baz puan üzerine çıktı (11).
Daha önce de (Mart 2019’da), 3 aylık Hazine bonosu getirisi yüzde 2,38’lik getiriye sahip 10 yıllıkların üstüne çıkarak yüzde 2,43 olmuştu (bu durum en son 2007 yılında yaşanmıştı). Keza yine Haziran ayında 10 yıllık devlet tahvillerinin getirisi 3 aylıkların getirisinin 21 baz puan altına düşmüştü (12).

Getiri Eğrisinin terse dönmesi resesyon belirtisi

Getiri eğrisinin terse dönmesi önemli, çünkü bu eğri piyasa iktisatçıları tarafından gelecekteki ekonomik büyümeyi ya da durgunluğu tahmin etmede başvurulan temel bir eğri. Öyle ki resesyonlar öncesinde uzun dönemli devlet tahvillerinin getirilerinin kısa dönemlilerin altına düştüğü gözlemleniyor.

Eğri farklı vadelere sahip devlet tahvillerinin getiri oranlarıyla oluşturuluyor. Piyasa analistleri de büyüme beklentisi ve resesyonu öngörmek için bu eğriyi kullanıyorlar. Eğri normalde yukarı doğru eğimli zira riskleri ortadan kaldırabilmek için uzun vadeli tahvillerin getirisi daha yüksek olmalı. Ancak bu durum ABD’de bir süredir terse döndü, iki vade arasındaki fark azaldı, eğri negatif eğimli hale geldi.

Aslında, sadece ABD’de değil; Avustralya, Britanya, Almanya, Japonya, Kanada, İsviçre, İngiltere, Japonya, Güney Kore ve Hong Kong’ ta da eğrinin negatif eğime döndüğünü ortaya koyan araştırmalar söz konusu. Bu gelişmelerin resesyon olmasa da, ekonomik durgunluğa işaret ettiği ileri sürülüyor. 2017 yılına kadar bu eğri ve iki getiri arasındaki fark (spread) pozitifti (13).

Türkiye’de hem Getiri Eğrisi ters, hem Kırılganlık Endeksi kötüleşti

Türkiye’de getiri eğrisi de benzer bir görünüm sergiliyor. 14 Mayıs 2019 tarihli DİBS ihalesinde 2,5 milyar liralık 1,9 yıl (707 gün) vadeli satış yüzde 24,55 faiz getirisiyle satıldı. Aynı gün yapılan 1,7 milyar liralık 6,2 yıllık (2,275 gün) DİBS satışında faiz getirisi ise yüzde 20,44 oldu. Bundan önce de (12 Şubat 2019 tarihinde) 9 aylık (336 gün) DİBS satışının faiz getirisi yüzde 19.10 olurken, 20 Şubat tarihli 6,5 yıllık (2,359 gün) DİBS satışının faiz getirisi yüzde 18,59 olarak belirlendi (14). Bu durum artan Kırılganlık Endeksi ve 450’yi aşan CDS’lerle de ile de teyit ediliyor.

Faiz indiriminden uluslararası sermaye hareketleri nasıl etkilenir?

FED’in açıklamasının Türkiye’yi en fazla ilgilendiren boyutu kuşkusuz düşürülen faiz oranları sonucunda, tahvil faiz oranları (getirisi) ABD’dekinin birkaç katı yüksek olan Türkiye’ye doğru sermaye akımlarının artıp artmayacağı ya da ülkeden çıkışların durup durmayacağı.

Çünkü Türkiye tahvil faizleri ve risk primi en yüksek ülkelerin başlarında (15) ve OECD içinde 10 yıllık tahvil faizi en hızlı yükselen ülkeler içinde birinci sırada (16) yer alıyor.

Normal koşullarda FED ve ECB’nin faiz düşürümü uluslararası sermaye akımlarının yeniden yükselen ekonomilere yönelmesiyle sonuçlanabilir ve böylece geçen yılın ikinci yarısında yaşanan büyük çaplı sermaye çıkışları tersine dönüp, sermaye girişlerine dönüşebilir.

Ancak meselenin hem sermaye hareketlerinin kaynağı olan ABD gibi Merkez Ekonomilerle, hem de alıcısı olan Çin ve Türkiye gibi ülkelerle ilgili boyutları var.

Faiz indirimi sağlıklı olmayan bir durumun sonucu

Öncelikle ABD’de düşük faiz oranları sistemin sağlıklı olmadığının, hatta tasarruf fazlası, düşük reel yatırım gibi kalıcı bir durgunluğun (secular stagnation) bir göstergesi olabilir. Nitekim ABD ekonomisinin bir-iki yıl içinde resesyona gireceğine inanılıyor. Üstelik yüksek borçluluk nedeniyle bunun derin bir resesyon olması bekleniyor (17). Bu arada 2000’li yılların başlarında ABD’nin faiz oranlarını düşürmeye başlamasının nedeninin yaklaşan resesyonu ötelemek olduğu unutulmamalı.

Çünkü Mart 2001’de ABD ekonomisinin durgunluğa girmeye başlaması ve 11 Eylül 2001 saldırılarının ekonomiye olan tüketici ve yatırımcı güvenini sarsması finansal bir çöküş yaşanabileceği endişesiyle FED’in kısa vadeli faiz oranlarını düşürmesine neden oldu. Faiz oranları yüzde 6,5 düzeylerinden yüzde 1,75’e kadar düşürüldü (18).

Kısa vadede belki rahatlatıcı, orta ve uzun vadede daha fazla zarar verici

Bugün faiz oranlarının yeniden düşürülecek olması aslında Çin ve diğer yükselen ekonomiler için kötü bir haber. Çünkü FED’in hali hazırdaki düşük faiz oranlarını daha da düşürmesi, ABD gibi yüksek bütçe açıkları veren ekonomilerde sadece para politikalarını uygulanamaz duruma getirmekle kalmayacak, aynı zamanda genişletici maliye politikalarının hayata geçirilmesini de zorlaştıracak. Bir resesyon durumunda Trump faturayı başkalarına kesmek için ticaret savaşlarını, tarife ve gümrük engellerini daha da artıracak. Bu da yükselen ekonomiler için yeni bir risk anlamına geliyor (19).

Yani faiz oranlarının indirilmesi yükselen ekonomileri kısa vadede rahatlatsa da, bunun orta ve uzun vadede faturası çok daha ağır olacaktır.

“FED daha ciddi sorunların üzerini örtüyor”

Nitekim Bloomberg, faiz indirim kararının zamanlamasından hareketle, FED’ in aslında çok daha temel ve uzun vadeli sorunlarının üstünü örtmeye çalıştığını ileri sürüyor (20).

Buna göre asıl sorun FED aracılığıyla yürütülen para politikalarının ve tamamlayıcı nitelikteki maliye politikalarını orta ve uzun vadede etkisiz hale gelmesi.

Para ve maliye politikaları sınırlarına erişti

Öncelikle, faiz indirimleri sürüp sıfır faize doğru yaklaştıkça para politikaları da etkisini yitirecektir. Keza maliye politikaları da etkisizleşecektir. Çünkü finans kapital maliye politikalarına geri dönüşü; finans piyasalarının ve finans sermayesinin itibar ve güç kaybetmesi olarak görür. Ayrıca bu denli finansallaşmış bir kapitalizmde ulus devletlerin uluslararası finans kapitali karşısına alacak pro-aktif maliye politikalarına yönelmeleri beklenmemeli.
Çünkü bunun bedeli sermaye çıkışlarının hızlanması ve ulusal paraların değer kaybetmesiyle ödenir. Yani finans kapitalin sınıfsal çıkarları koordineli bir teşvik politikası anlamında maliye politikalarının uygulanmasını önleyebilir.

Ya yeni bir kriz ya da radikal bir çözüm

Kısaca dünya ekonomisi özel bir duruma saplanmış kalmış durumda. Yavaş büyüme büyük ihtimalle resesyonla sonuçlanacak. Para politikası sınırlarına ulaştı. Yeni bir resesyonda para politikası için manevra alanı kalmadı. Finans kapital pro-aktif maliye politikalarına uzak durma konusunda uzlaşma içinde görünüyor.
O halde sistemin kendini restore edebilmesi için bir kriz yeterli olmadığında, bir yenisi kaçınılmaz gibi görünüyor. Yani sistem ya kendini yeni bir kriz ile restore edecek ya da sistem değişikliği gibi radikal bir çözüm gerekecek.

Türkiye ekonomik ve politik açıdan sermaye çekebilecek konumda değil

Asıl ve son soru FED faiz indiriminin (yaratacağı yabancı sermaye girişleri etkisi, kur ve enflasyon düşüşü biçiminde) Türkiye ekonomisini krizden çıkarmaya yardımcı olup olamayacağı.
Öncelikle ülkede derin bir çoklu kriz hali (ekonomik, politik ve sosyal) yaşanıyor. Ekonomik kriz anlamında büyüme hızı 2018 başından bu yana 8 kat azaldı. Ekonomi 2019’ de en iyimser tahminle yüzde 1 küçülecek. Bunun yüzde 3 olacağını ileri süren uluslararası kuruluşlar var.

Çünkü sırasıyla: Yatırımlar durdu. Perakende satışlar ve özel tüketim harcamaları sert düşüş yaşıyor. Yatırımcı ve tüketici güveni azalmaya, sanayi üretimi gerilemeye devam ediyor. Cari açık cari fazlaya döndü (bu durum resesyon göstergesi). Gerçek işsizlik, enflasyon ve yoksulluk yüzde 20 bandının üzerinde seyrediyor. Yüksek kur, yüksek faiz, yüksek özel sektör dış borç stoku, yüksek kısa vadeli dış borç ödemesi, yüksek CDS ve düşük borsa, sıfıra yakın rezervler finansal kriz riskinin sürdüğünü gösteriyor.

Kamu maliyesi krizi: Krizin son aşaması

Kamu maliyesine ilişkin göstergeler ise (bütçe açığı, vergiler, borçlanma, koşullu yükümlülükler, Merkez Bankası kaynaklarına el koyma gibi), ödemeler bilançosu (döviz) krizi biçiminde başlayan, borç ve bankacılık krizi potansiyelini sürdüren, derin bir resesyona dönüşen krizin, son aşama olarak kamu maliyesi krizine dönüşmekte olduğunu ortaya koyuyor.

2018 yılının üçüncü çeyreğinde, 5,1 milyar doları sıcak paradan, 12,6 milyar doları ise diğer sermaye kalemlerinden olmak üzere toplam 17,7 milyar dolarlık çıkış yaşanmış ve sermaye çıkışlarını finanse edebilmek için rezervlerde 9,1 milyar dolarlık azalış olurken, kaynağı belirsiz “net hata/noksan kaleminden” de 7,3 milyar dolarlık giriş olmuştu (21).

Bu yılın ilk 3 ayında durum daha da kötüleşti. Yabancı sermaye girişi (geçen yılın ilk 3 ayına göre) 11,8 milyar dolardan 7,6 milyar dolara düştü. Aynı dönemde Net Hata ve Noksan Kaleminden (kaynağı belirsiz döviz) eksi 5 milyar dolarlık bir çıkış var (22). Yani geçen yılın ilk 3 ayında ülkeye kaynağı belirsiz 3,7 milyar dolar gelmişken, bu yıl tersi olmuş ve 5 milyar doların üzerinde bu tür bir para çıkışı olmuş.

Böyle bir derin ekonomik kriz ve bunun başarısız, güven vermeyen yönetimi söz konusu iken; S-400 krizinin neden olacağı yeni ekonomik ve politik yaptırımları ve bölgede giderek artan jeo-politik riskleri ve ülkede derinleşen politik krizi de dikkate aldığımızda, FED faiz indiriminin yaraya merhem olmayacağı, olsa da bu iyileşmenin uzun sürmeyeceği apaçık ortada değil mi?

Dip Notlar
(1) https://www.cnbc.com/…/us-treasury-yelds-lower-after-federa… ?
(2) Mahfi Eğilmez, “Fed İmdada Yetişti”,http://www.mahfiegilmez.com/2019/06/fed-imdada-yetisti.html (20 Haziran 2019).
(3) C.P. Chandrasekhar and Jayati Ghosh, “Vanishing green shoots”,https://rwer.wordpress.com/2019/04/10 .
(4) Jeff Desjardins, https://www.visualcapitalist.com/economies-global-growth-20… (15 March 2019).
(5) https://wolfstreet.com/…/the-countries-with-the-biggest-cor… ).
(6) “Facing current account deficit, China looks abroad for capital”,https://www.morganstanley.com/ideas/china-foreign-capital ? (13 April 2019).
(7) C. P. Chandrasekhar and Jayati Ghosh, “Disruption in the World of Trade”, https://mronline.org/…/…/15/disruption-in-the-world-of-trade (11 June 2019).
(8) Agm.
(9) Gita Gopinath, “The Global Economy: A Delicate Moment”,https://blogs.imf.org/2019/04/09 .
(10) Chandrasekhar and Ghosh, Disruption, agm.
(11) https://www.cnbc.com/…/us-treasury-yelds-lower-after-federa… ?
(12) Inês Gonçalves Raposo, “The Inverted Yield Curve”, www.bruegel.blog (9 June 2019).
(13) Agm.
(14) T.C.M.B. Verileri.
(15) IMF, Fiscal Monitor, Curbing Corruption, April 2019, s. 13.
(16) OECD, Economic Outlook, Trade uncertainty dragging down global growth (21 May 2019).
(17) (13 April 2019).
(18) Mustafa Durmuş, Kapitalizmin Krizi, 4. Baskı, Gazi Kitabevi, (Ekim 2013), s. 134.
(19) Barry Eichengreen, “Emerging Risks for Emerging Economies”,https://www.project-syndicate.org (10 April 2019).
(20) https://www.bloomberg.com/…/fed-leaves-rates-unchanged-as-l… ?
(21) Zafer Yükseler, “Türkiye’de cari işlemler dengesi fazlası ve olası etkiler (Kriz dönemleri ile karşılaştırma)”, (Aralık 2018), s. 2.
(22) T.C. Merkez Bankası, Ödemeler Dengesi İstatistikleri, Mart 2019, Tablo 1. Ödemeler Dengesi Altıncı El Kitabı – Analitik Sunum, s.2.

Editör: Haber Merkezi