Böke'nin epeydir tutturduğu devrim tınılı ve sınıf soslu söylemlerin tek bir işlevi var, o da halkın öfkesinin kapitalist düzene yönelmeye yüz tuttuğu bu kriz koşullarında kitlelerin sol duyusunu sömürüp zihinlerini bulandırmak ve onları burjuva muhalefete yedeklemek.Böke'nin Gezi referansıyla ezilenlerin birleşik demokratik cephesi HDP'ye yaktığı ışığın üstümüze gelen kamyonun farı olduğunu görmemek de olanaksızdır. 

Hayat pahalılığı, işsizlik ve borçluluk halkın öfkesini içten içe harladıkça sadece iktidar değil, burjuva muhalefet de bu öfkenin kapitalizme yönelmemesi ve kitlelerde sosyalizm fikrinin kıvılcımlanmaması için kendince "ön almaya" çalışıyor. CHP'nin ekonomist kurmaylarından Selin Sayek Böke'nin BirGün'de yayınlanan "Nasıl Bir Yeni" yazısı da bu kapsamda kaleme alınmış.(1)

"Finansı ekonominin merkezine alan, finans ve üretimin bağını zihinlerde kopartan bir derin değişimle karşı karşıya" olduğumuzu söyleyen Böke, içinde bulunduğumuz bu düzenin "bireyi yurttaşlık bilincinden koparttığı ve borçlu tüketici kimliğine hapsettiği" tespitini yapıyor. Böke bunun nedenini "üretimin ve kaynak ihtiyacının dışarıya bağımlı" hale getirilmesi olarak tespit ediyor. İthalat ve dış borç bağımlılığı altında "cari fazlanın üretimde çöküş, cari açık da aşırı borçlanma" yarattığını söyleyen Böke'ye göre ekonomideki sorunları "düzeni yamayarak" değil, "üretimi ithalat bağımlılığından kurtaracak, borçlanma ihtiyacını ortadan kaldıracak bir düzen değişikliği" ile giderebiliriz. Böke, bunu mevcut iktidarın gerçekleştiremeyeceğini söylüyor, zira "dışarıya bağımlı düzeni kurmuş olan bu iktidar. Bu iktidarı ve Saray rejimini var eden de bu düzen."

Böke'ye göre bu düzenin değiştirilmesi için "Yeninin" inşa edilmesi gerekiyor ve bunun adresi de örtük olarak CHP-HDP ittifakı olarak konuluyor: "Öyle bir yeni ki, yeninin düzen değişikliği anlamına geldiğini cesaretle söyleyecek ve bunu söyleyen ve Gezi'den beri birikerek bunu talep eden topluma öncülük yapacak ve toplumsal ittifakı yansıtan bir siyasi ittifakın öncülüğü yapacak..."

Okuyana CHP-ML Merkez Komitesi tarafından(!) yazılmış izlenimi veren bu safsataları teşhir etmeye nereden başlayacağını bilemiyor insan doğrusu...

Öncelikle, Böke'nin bahsettiği dış bağımlılık olgusunun "düzen" falan olmadığını söyleyelim. Düzen, kapitalizmdir. İthalat ve dış finansman bağımlılığı kapitalist üretim tarzının ve eşitsiz gelişim kanunun yarattığı doğal sonuçlardan biridir sadece. Yerli burjuvazi olarak iç pazar için yerli üretimin kârınıza koyduğu sınırlardan kurtulup, engin dış pazarlara ulaşma rüyasıyla uluslararası tekeller ve mali sermaye oligarşisine kapılarınızı adına ardına kadar açmışsanız, bunun için kamu üretimini tasfiye edip işçinin nefes borusunu kesmişseniz, ithalat/bol dış kredi nimetinin yarattığı bağımlılık ayağınıza vurmaya başladığında da kalkıp kapitalizmin hareket kanunlarına tek bir itiraz getirmeden "düzen değişmeli" diye itiraz edemezsiniz.

Bu noktada burjuva muhalefetin bağımlılık faturasını siyasi iktidara kesip kendini aklamasını da bıkmadan, usanmadan teşhir etmek gerekiyor. Evet, AKP, emperyalizmin Türkiye'yi mali-ekonomik sömürgeleştirme programını uygulamıştır ancak bunu kendisinin dolaylı, CHP'nin de doğrudan temsilcisi olduğu işbirlikçi-tekelci sermayenin onayı ve koşulsuz desteği ile gerçekleştirmiştir. Kısacası, "hepsi oradadır". Zaten Türkiye kapitalizminin sıçramalı büyümesi bu mali-ekonomik sömürgeleştirme programı sayesinde mümkün olmamış mıdır? Yandaşıyla, candaşıyla bir bütün olarak yerli sermaye özelleştirmeler ile, ucuz ve niteliksiz işgücü ile, ucuz ithalat/bol dış finans ile büyümemiş midir? Türkiye imalat sanayiinde daha fazla ithal girdi kullanarak, döviz açığına katkıda bulunan sektörler daha hızlı büyümediler mi? Bu noktada bir diğer burjuva iktisatçısı Güngör Uras'ın 2013'te söyledikleri hatırlanmalıdır: "Sezarın hakkını Sezar'a vermek gerekir. Bizde katma değer (yerli üretim) neden artmıyor da azalıyor? Sermaye sahibi, girişimci için önemli olan "kâr maksimizasyonu"dur. Zarar ederek hiç kimse, hiçbir firma ayakta kalamaz. Bizim bugünkü düzenimiz katma değeri artırmayı cazip kılmıyor."(2)

Bunu en iyi Böke bilmektedir, zira kendisi bugün şikayetçi olduğu "dış bağımlılığı" yaratan IMF programlarının yılmaz bir savunucusudur. 2013'te Birikim'de yine bugünün "muhalif" iktisatçılarından Refet Gürkaynak ile beraber kaleme aldığı yazısında "2001 programının içsel tutarlılık, uygulanabilirlik ve kredibilite yaratma bakımından çok kuvvetli bir program olduğunu, bu programın o zamana kadarki yerleşik IMF reçetelerinin dışında öğeler içerdiğini ve genel çerçevenin uygulanmasında atılacak somut adımların büyük ölçüde Türkiye bürokrasisi tarafından belirlendiği, yerli bir program olduğunu vurgulamak gerekir" diye yazmıştır. Hatta Böke'nin derdi IMF'sizliktir. IMF programı sona erince sorunların başladığını söylemektedir: "2001 sonrası ortaya çıkan hem iyi iktisat politikası uygulamaları hem de önemli kurumsal kalite ilerlemeleriyle tanımlanan dönem 2007 itibariyle fiilen sona ermiş, 2008'de de IMF programının resmen bitmesiyle, aslında iki yıl önce başlamış olan iktisat politikası boşluğu yeni dönemi tanımlar hale gelmiştir."(3)

O halde ne oldu da Böke bugün "düzene isyan" ve "bağımsız ekonomi" şarkıları söylemeye başladı? Bunun hem genel, hem de özel nedenleri var.

Genel neden, yukarıda da değindiğimiz gibi, önceleri yerli burjuvazilerin kârlarını katlamalarına yarayan bağımlılığın bugün kapitalizmin son küresel krizinin bitmeyen bir Uzun Bunalım'a dönüşmesi ile birlikte tüm mali-ekonomik sömürge burjuvazileri için bir sorun haline gelmiş olmasıdır. Azalan ortalama kâr oranları küresel üretim ve ticareti yavaşlatınca, esas fonksiyonu ülke içinde üretilen artıdeğerin aslan payını emperyalist tekellere aktarmak olan yerli burjuvazilerin kârları da erimeye başladı. Azalan hacmin yanında bir de mali sermaye akışlarının yavaşlaması kur krizleri yaratınca dış borçlar durduğu yerde katlandı üretimi iyice kilitledi. Böyle bir dönemde tüm mali-ekonomik sömürge burjuvazileri krizden çıkış için hızlıca yerli üretim oranını yükseltip, emperyalist üretim zincirinde daha yüksek fiyatlı üretim süreçlerini içeren halkalara tırmanma paniğine düştü.

Bu anlamda Böke'nin yerlileşme, bağımsızlaşma derdi işçi sınıfının çıkarları ile değil, sermayenin değişen çıkarları ile ilgilidir. Ancak traji-komik olan şudur: Bahse konu üretkenlik atılımının emperyalizme entegrasyon düzeyinden ve sömürü oranından taviz vermeden yapılması gerekmektedir ve bunun için ihtiyaç duyulan finansmanı sağlayacak şey yine bir IMF anlaşması olmaktadır. Böyle bir program "nitelikli işgücü" adı altında işsizlik, "verimlilik" adı altında kemer sıkma, kısacası sefalet demektir. İşçi ve emekçiler için ne kadar da farklı bir alternatif!

Sol söylemlerin burjuva muhalefetin gündemine girmesinin özel nedeni ise burjuva bloklar arasındaki rekabettir. Mali-ekonomik sömürge programının temellerinin atıldığı 10 yılı aşkın süre boyunca iki sermaye blokunun çıkarları büyük oranda örtüşüyordu demiştik. Ancak iktidarın doğrudan temsilcisi olduğu burjuva blokun sermaye birikimi ve teknik düzey açısından göreli yetersizliği ve giderek olgunlaşan kriz koşulları Erdoğan'ı bu bloka kaynak aktarmak için devleti tek adam hizmetinde yeniden örgütlemeye yöneltince, burjuva bloklar arasındaki çıkarlar da çatallaşmaya başladı. Böke'nin temsilcisi olduğu blok yandaşların yüzdürülmesine son verilmesini, kamunun iki blok arasındaki kaynak dağıtımında adil davranmasını istiyor. TÜSİAD bunu her açıklamasında baş gündem yapıyor. Nitekim Böke de T24'den Barış Soydan'a verdiği röportajda "Nihayetinde adil ve eşit bir düzenle, hepimizin kendisini içinde bulabildiği bir kapsayıcılıkla var olan bir düzen" istediğini vurgularken tam da buna işaret ediyor(4).

Kısacası Böke'nin önerilerinin varacağı tek yer IMF kapısı ve rantın patronlar tarafından adil paylaşımından başka bir şey olmuyor. Böke'nin epeydir tutturduğu devrim tınılı ve sınıf soslu söylemlerin tek bir işlevi var, o da halkın öfkesinin kapitalist düzene yönelmeye yüz tuttuğu bu kriz koşullarında kitlelerin sol duyusunu sömürüp zihinlerini bulandırmak ve onları burjuva muhalefete yedeklemek.

Böke'nin Gezi referansıyla ezilenlerin birleşik demokratik cephesi HDP'ye yaktığı ışığın üstümüze gelen kamyonun farı olduğunu görmemek de olanaksızdır. Gezi'de kurulan toplumsal ittifak CHP'liler ile HDP'liler arasındaki değil, Türkiye işçi sınıfı ile Kürt halkı arasındaki ittifaktır. Bunun yansıması olan siyasi ittifak da CHP-HDP ittifakı değil, bizzat ezilenlerin birleşik demokratik cephesi olan HDP'dir. CHP bu ittifakın bir üyesi değil, hedef aldığı düzenin bir parçasıdır. O, mali sermayenin, taşeronculuğun partisidir ve ezilenlerin öfkesini kendi sınıf-içi iktidar mücadelesine payanda etmeye çalışmaktadır.

Emek-sermaye çelişkisinin yüzeye çıktığı bugünlerde sözde dış bağımlılık eleştirisi ve ulusal kurtuluşçuluk masalları üzerinden siyasette kendine alan açmaya çalışan burjuva muhalefeti yalıtmak ve krizin kapitalizmde, çözüm ise sosyalizmde olduğunu söylemek giderek daha da elzem hale geliyor.

ETHA'dan alınmıştır http://www.etha15.com/haberdetay/selin-sayek-bokenin-devrimciligi-109375
Editör: Haber Merkezi