700 hafta… Tam 4 bin 900 gün… 27 Mayıs 1995… Anneler, ablalar, sonra kızları, kız kardeşleri, oğulları, kardeşleri, dostları, arkadaşları, giderek ‘insanım, bu acıya bigane kalamam’  diyenler dahil oldu… Katılamayan, el ele tutamayanlar, yüreklerini kattılar. Koca bir yürek yarattılar… Bir insanlık yüreğidir 700 haftadır çarpan… Kaybedilenlerin mi kaybedenlerin mi peşine düştüler… Kaybedilenlerin acılarını gömdüler yüreklerine, yeni acılar yaşanmasın, yeniden göz yaşı dökülmesin, başka evlere ateş düşmesin diye… Kaybedenlerin peşine düştüler… Kaybettirilen oğullarının, kızlarının, kardeşlerinin resimleriyle meydanda beklemelerine izin verilmedi… Dayak yediler, işkence gördüler, baskıyla, davalarla, hapisle korkutuldular… Yerlerde sürüklendiler, yaka paça gözaltına alındılar… Dahası, akıbetlerinin, aradıkları çocuklarının akıbetine dönüşebileceğiyle tehdit edildiler… Biz devletiz, biz güçlüyüz dediler… Onca Hükümet geldi geçti, onca iktidar, Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakan… Ağızları devlet mührüydü, hep aynı devlet tavrını sergilediler… Duvar gibi… Acımasız… Yüreksiz… Anneler, ablalar, kardeşler, yüreklerince karşı durdular… Hani demişti ya büyük üstat, “İnsan, evrende gövdesi kadar değil, yüreği kadar yer kaplar” diye… Genç, ihtiyar, her yaştan insan… On yıllar içinde anne-baba, çocuk, torun her kuşaktan insan…Yüreklerince doldurdular dünyayı… Dünyanın her bir yanında nasıl davranmışsa kadınlar diktatörlüklere, nasıl direnmişse faşizme, nasıl arayıp durmuşsa eşitliği, özgürlüğü, barışı, nasıl kol-kanat olmuşlarsa sevdiklerine, öyle yürek dolusu haykırdılar… İnsanlığın yüreğine su serptiler… Katillerin, zorbaların, zalimlerin yüreğine korku saldılar, uykularını kaçırdılar… Asit kuyularına dolduranları unutturmadılar… Gözaltında kaybedilenleri, işkencede öldürülenleri, idam edip mezarını gizlediklerini, kemiklerini bile ailelerine vermediklerini, Beyaz Toroslarıyla götürüp, cesedini bir yol kenarına attıklarını… Ölümleri, kayıpları, işkenceleri, idamları… Yani bir zulüm devrini ve ona sessiz kalarak onaylayanları, hala suskun kalanları…Ve aslında onların yolunda yürümekte olanları… Bunların hepsini Cumartesi Anneleri yürekten bağırışlarıyla söylemeye devam ediyor.

700 hafta… Tam 4 bin 900 gün…

27 Mayıs 1995…

Anneler, ablalar, sonra kızları, kız kardeşleri, oğulları, kardeşleri, dostları, arkadaşları, giderek ‘insanım, bu acıya bigane kalamam’  diyenler dahil oldu…

Katılamayan, el ele tutamayanlar, yüreklerini kattılar.

Koca bir yürek yarattılar…

Bir insanlık yüreğidir 700 haftadır çarpan…

Kaybedilenlerin mi kaybedenlerin mi peşine düştüler…

Kaybedilenlerin acılarını gömdüler yüreklerine, yeni acılar yaşanmasın, yeniden göz yaşı dökülmesin, başka evlere ateş düşmesin diye…

Kaybedenlerin peşine düştüler…

Kaybettirilen oğullarının, kızlarının, kardeşlerinin resimleriyle meydanda beklemelerine izin verilmedi…

Dayak yediler, işkence gördüler, baskıyla, davalarla, hapisle korkutuldular…

Yerlerde sürüklendiler, yaka paça gözaltına alındılar…

Dahası, akıbetlerinin, aradıkları çocuklarının akıbetine dönüşebileceğiyle tehdit edildiler…

Biz devletiz, biz güçlüyüz dediler…

Onca Hükümet geldi geçti, onca iktidar, Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakan…

Ağızları devlet mührüydü, hep aynı devlet tavrını sergilediler…

Duvar gibi… Acımasız… Yüreksiz…

Anneler, ablalar, kardeşler, yüreklerince karşı durdular…

Hani demişti ya büyük üstat, “İnsan, evrende gövdesi kadar değil, yüreği kadar yer kaplar” diye…

Genç, ihtiyar, her yaştan insan… On yıllar içinde anne-baba, çocuk, torun her kuşaktan insan…Yüreklerince doldurdular dünyayı…

Dünyanın her bir yanında nasıl davranmışsa kadınlar diktatörlüklere, nasıl direnmişse faşizme, nasıl arayıp durmuşsa eşitliği, özgürlüğü, barışı, nasıl kol-kanat olmuşlarsa sevdiklerine, öyle yürek dolusu haykırdılar…

İnsanlığın yüreğine su serptiler…

Katillerin, zorbaların, zalimlerin yüreğine korku saldılar, uykularını kaçırdılar…

Asit kuyularına dolduranları unutturmadılar… Gözaltında kaybedilenleri, işkencede öldürülenleri, idam edip mezarını gizlediklerini, kemiklerini bile ailelerine vermediklerini, Beyaz Toroslarıyla götürüp, cesedini bir yol kenarına attıklarını…

Ölümleri, kayıpları, işkenceleri, idamları… Yani bir zulüm devrini ve ona sessiz kalarak onaylayanları, hala suskun kalanları…Ve aslında onların yolunda yürümekte olanları…

Bunların hepsini Cumartesi Anneleri yürekten bağırışlarıyla söylemeye devam ediyor.

Her Cumartesi değil, her an kâbusu oldular, uykularını kaçırdılar onların…

Yaşı ne olursa olsun…

Kürt, Türk, Arap, Laz, Çerkes, Ermeni, Rum, Boşnak…

Sünni, Alevi, Hıristiyan, Yahudi, Müslüman, inançlı, inançsız…

Hangi milliyetten, hangi dilden, hangi inançtan olursa olsun, ayrımsız…

Birlikte cesaret anne, cesaret abla, cesaret kardeş oldular...

Didar Abla, Berfo Ana, Leman Abla… Hatice Abla… Ve daha niceleri…

Cumartesi Anneleri…

12 Eylül askeri darbesinin karanlık günlerinin her anında direndiler…

Direnç gülleri oldular.

Bu ülkenin ayıbını, karanlığını, faşist yüzünü sergilemek için her cumartesi toplandılar…

Bir meydanda, Galatasaray Meydanı’nda.

Memleketi düze, güzelliğe, dostluğa, barışa, kardeşliğe, eşitliğe onların sevgi seli, direnç gülleri çıkaracak…

Cumartesi Annelerinin haykırışları ne zaman yanıt bulursa, Türkiye o zaman güzelleşecek…

Ve Dünya…