Önce “bize bir şey olmaz” tutumu takındılar. Çinlilerin yarasa ve yılan yemelerinin iğrençliği üzerine dönen geyiklerle sarıp durdular aylarca.













 

Önce “bize bir şey olmaz” tutumu takındılar. Çinlilerin yarasa ve yılan yemelerinin iğrençliği üzerine dönen geyiklerle sarıp durdular aylarca. Hem Çin nere Türkiye nereydi…

İran’ı en tepeden başlayarak kırmaya başlayan o günlerde de pek oralı olmadılar. Bol bol geyiği muhabbeti yapıldı Korona’nın. Ne önlem ne çözüm arayışı…

Aynı zamanda ülkenin hatırı sayılır çapta bir özel hastaneler zincirine sahip olan Sağlık Bakanı arzı endam edip duruyordu. Özel hastaneler zinciri sahibi bakanın çıkıp bilgiler sunduğu o ilk günlerde kimsenin kendine yakıştıramadığı bir tutum hakimdi yine de.

Saray’ın da pek umurunda değildi Korona.

Bize bir şey olmazdı…

Umre seferleri sürüyordu… İç dış seyahatler, iç dış askeri harekatlar…

Sadece o mu, şaha kalkmış bir milletin ahvadı olarak tüm sınır boylarında süren bir cenk içindeydi baştakiler…Beka meselesiydi kılıç salladıkları…

Bu uçaklar mermi sıkıyordu o da paraylaydı…  Su yakmıyordu savaş uçakları, leblebi atmıyordu silahlar, tanklar, toplar… Bunların hepsi paraydı…

Sağlığın özelleştirilerek aslında tekellere teslim edildiği, Şehir Hastaneleri konsorsiyumlarına hasta garantisi verildiği, ama aslında halkımızın sağlığının Allah’a emanet edildiği bir süreç içindeydik.

Tarihe ismini şanla şöhretle yazdırmış, kılıçla kalkanla var olmuş, yedi düvele karşı savaşmış bir milletin evlatları bu Korona illetinin da üstesinden gelirdi inşallah…

Yanı başımızdaki Müslüman İran’ın hızla yayılan mikrop karşısında çaresiz kaldığına pek aldırış edilmedi. Belki mezhepsel bir durumda yaşanan…

Sonra başka birçok Müslüman ülkeden kötü haberler geldi, ancak zaten oldukça “kırılgan” olan ekonomiyi sarsmadan, panik yaratmadan, hızla yükselen Euro’yu, Doları daha fazla ürkütmeden hareket etmek en iyisiydi…

Mekke dezenfekte edildi… Umreden dönen on binleri bulan Hacı ana ve amcalarımızın salındığı ülkenin her yanında elleri öpüldü, duaları alındı. Sonra eziyetin bini bir türlü hallere sokuldu yaşlı analar, babalar…

O ilk günlerin birinde taksiciyle sohbete Korona’dan başlamıştık. “Abi bunlar da yarasa yiyormuş, yılan yiyormuş, iğrenç şeyler, hiç yenir mi, tabi bunun cezasını çekiyorlar…” Çinlilere verip veriştirmişti önce. “O bir yemek kültürü” demiştim. Bizim yediğimiz bazı şeyleri de onlar iğrenç bulabilir… Bin yıllardır süren bir yemek kültürü onlarınki...”

Durmuştu. Ben arka koltukta bakıyordum. Bize bir şey olmaz havasındaydı… Elini salladı.

Hükümetin pek önemsemediği, “Bize bir şey olmaz inşallah” dışında pek bir hazırlık içinde olunmadığı o günlerde taksicinin tavrını olağan karşılamayıp da ne diyeceksin…

Anlamak istiyordum taksicinin söylediğini. Tanrının Çinlileri cezalandırması mıydı Korona… Yoksa yarasa ve yılan gibi hiç de sevimli saymadığımız, kötü anılara, hikayelere, masallara, kötü filmlere konu olmuş bu iki mahlukattan iğrendiğinden mi diye bakmıştım, nasıl sürdürecek diye ağzından çıkacak sözcüklere kilitlenmiştim. Bocaladığını görüyordum orta yaştaki sakallı adam direksiyon sallarken. Bin yıllardır yarasa ve yılan yediklerine ve bugüne kadar böylesi bir durum yaşamadıklarına göre bu başka bir şey olmalıydı bu Korona…

Ben böyle sürdürünce, hık mık ederken vitesi arttırıp gaza yüklendi.

Demek mantıklı gelmişti söylediğim ya da “Adamın pek dinle imanla ilişkisi yok gibi” hükmüne varmış olmanın verdiği “ne desem boş” çaresizliğiydi içinde kaldığı bocalama hali. “Bizim dinimiz de milletimiz de…”

Adamın “bize bir şey olmaz” konusundaki fikrini değiştirmemin pek mümkün olmadığını az sonra anlayacaktım.

Korona ne kan grubu, ne cins ne cibilliyet ayırmıyordu… Ne desem boş… Sonra bir hükümet övgüsüne girdi ki, ne yapacağımı şaşırdım.Yorgun yüzüne bir kan geldi birden… O da en baştakinin halet-i ruhiyesine bürünmüş ha bire el kol sallayarak konuşuyordu. Her tarafımız düşmanla çevrilmişti, kimse Türkleri sevmiyordu. Reisi düşürmek için dünyanın fitne peşinde dolduğu bir zamandı…

Daha ne diyebilirdim ki…

Korona’ydı mevzumuz ama buraya geldik… Vatan, millet, ezan, bayrak konusunun içinde yıkanmış durulanmış gençleşmiş, rüzgardaki bayrak gibi dalgalanan ücretli taksicilik yaptığını az önce öğrendiğim bir taksiciyle karşı karşıya kalmıştım. Oysa o da Korona karşısında en az benim kadar korumasızdı.

Kenara çekmesini istedim ve nefes almak için indim daha yolum varken…

Türkiye’yi neredeyse yirmi yıldır yönetenlerin yerleştirdiği zihniyetin sonuçlarını Korona günlerinin ta başından beri çekiyoruz.

Şimdi biraz değişti mi durum…