Erdoğan, bir süre öne, “Fırat’ın doğusundaki terör yapılanmasını da çökerteceğiz. Planımızı programımızı da yaptık.

Erdoğan, bir süre öne, “Fırat’ın doğusundaki terör yapılanmasını da çökerteceğiz. Planımızı programımızı da yaptık. Geçtiğimiz günlerde buna da başladık. Yakında terör örgütünün tepesine ineceğiz. Bir gece ansızın gelebiliriz” demişti.

Konuşmanın seçimler propagandasıyla birlikte yapılmış olması, haliyle, yerel seçimler öncesinden başlatılmış olan savaş eksenli, politikanın dinmeden süreceğine yorumlanmıştı. Genel seçimlerden önce Afrin’e sefer düzenleyen, Afrin’den sonra aslında nüfusunun büyük çoğunluğu Arap olan Menbic’i hedef gösteren Erdoğan belli ki, yeni bir fetih peşindedir ve önümüzdeki günlerde bizi, hiç de sakin günler beklememektedir.

Hatırlanacağı üzere, 2016’daki ‘Fırat Kalkanı Harekatı’ sürecinde El Bab’tan, Menbic’e yönelmek isteyen Türkiye yönetimi bunu başaramamıştı. Ve Rojava tüm kantonlarıyla hedeften düşmemiştir.

Menbic’in, çoğunluğu Arap ve sonra Kürtlerden ve diğer tüm halklardan oluşan bir meclis üzerinden yönetiliyor olması gerçeğine rağmen, Erdoğan, yönetimin Kürtlerin elinde olduğu hesabıyla orayı hedef seçmekte veMenbic’e de kayyım atamayı hesaplamaktadır. Ve anlaşılan“içeride kayyım dışarıda kayyım” hesabı içindedir.

Seçilmiş belediye başkanları ve meclis üyelerinin görevden alınıp, çoğunun hapse doldurduktan sonra, yolsuzlukları konuşulan atanmış kayyımlarla övünülürken, seçimden sonra da kayyum atanacağının ilanı ve Menbic’e yönelik hedefler belirlenmesi hayra alamet değil!

Anlaşılan, nerede olursa olsun, Kürtlerin yerel ve ulusal kapsamlı demokratikleşme ve güç olma yönlü çabalarına aman verilmeyeceği düşünülüyor. Dolayısıyla, önümüzdeki dönem açısından, kaygı verici bir durumla karşı karşıyayız.

Tek başına bunlar bile, kimilerinin, AKP hükümetinin, Kürt sorununda bazı yumuşamalara gidebileceği yönlü varsayımlarına karşın, önümüzdeki sürecin farklı bir seyir izleyeceğinin ifadesi olsa gerek.

Bölgede, IŞİD’e karşı mücadelede en etkili/kararlı güç olarak Kürtlerin başını çektiği YPG ve SDG’nin başarısının tüm dünyaca kabul edildiği, bölgenin aktif aktörleri olarak başta ABD, Rusya ve diğer emperyalist güçlerin de bu hakkı teslim etmek zorunda kaldıkları biliniyor.

Türkiye yönetiminin ise, Emevi Camii’nde namaz kılma telaşından beri IŞİD’e ve cihatçı İslami örgütlere karşı kararlıca mücadele eden YPG’ye ve sonrasında SDG’ye hiç ısınamadığı biliniyor. Hatta bir nevi Esad’ı kurtarıcısı olduklarından daha da yan gözle baktığı sır değil! Bu durum; bölge üzerinde hesapları olan emperyalistler için bulunmaz bir olanak sundu ve sunmaya devam ediyor.

Türkiye yönetiminin, IŞİD’in temizlenmesine yönelik kaygılar ve çabalar içine girmek yerine, hala tüm hesabını Kürtler üzerinden yapıyor olması ve bunu iç politikaya malzeme olmak üzere sıkça dillendirmesi ise, önümüzdeki dönemin bölgesel politik hesaplarından bağımsız düşünülemez.

Bilindiği gibi, Erdoğan’ın yukarıda sözünü ettiğimiz “Bir gece ansızın gelebiliriz” açıklamasından sonra, TSK, Fırat’ın doğusu denilen bölgedeki SDG mevzilerini hedef aldı.

Bu gelişmelerin akabinde, ABD tarafından, Menbic Askeri Meclisi’ne zırhlı araçlar ve ağır silahlar gönderdiği haberleri dolaşıma girerken, diğer tarafta ABD Türkiye ilişkileri “memnuniyet verici bir boyut” kazanmış oldu. ABD ve Türkiye’nin IŞİD ile mücadeleyi bir kenara bırakarak, bölgedeki Kürt varlığı üzerinden bir pazarlığa girdiği gözleniyor. Giderek sıkışmakta ve varlık nedeni/gerekçeleri hepten ortadan kalkmakta olan ABD’nin, İran’ı, IŞİD ile aynı kategoride değerlendirerek, Türkiye’yi yeni manevralarına unsur yapma hesabında olduğu görülmektedir.

ABD’nin, Menbic’te, SDGnin denetiminde bulunan bölgede TSK ile ortak devriye yapması, Türkiye’ye karşı açık tutum almak yerine, Türkiye’nin sınır güvenliğinden söz ederek, “ABD’nin terör listesindeki PKK’nin Türkiye’nin sınır güvenliğine karşı oluşturduğu tehdit”ten söz edip, mücadelede birlikte hareket edeceklerini açıklaması boşuna olmasa gerek. Bu, Rusya, İran, Suriye birlikteliği karşısındaki kaygıdandır.

Pentagon’un, PKK yöneticileri Murat Karayılan, Cemil Bayık ve Duran Kalkan için 12 milyon dolar ödül koyması da, bölgedeki yeni manevra ve pazarlıklarının boyutuna işaret etmektedir. Bunun, Avrupa emperyalistleri ile arasında yeni bir rekabet/kapışma alanına dönüşeceği de görülen İran Ambargosu kararından sonraya denk gelmesi de boşuna olmasa gerek.

Özcesi, Erdoğan yönetiminin, bu emperyalist kapışmadan yararlanma hesabının nasıl sonuçlanacağını göreceğiz! Ancak, bir kez daha görüldüğü üzere, emperyalistler ve bölge egemen güçleri, onca çelişki ve çatışma içinde Kürt sorununu ve Kürtleri her dönemin‘en değerli malzemesi’ olarak görmeye devam ediyorlar.