EMEP GYK Üyesi Sabri Topçu, DDK'ye verilen yetkinin meslek örgütleri ve sendika yöneticilerini görevden almaya kadar genişletilmesini değerlendirdi.




Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Cumhurbaşkanlığına bağlanan Devlet Denetleme Kuruluna (DDK) verilen yetki, meslek örgütleri ve sendika yöneticilerini görevden almaya kadar genişletildi. Bu yetki DİSK’in kapatıldığı 12 Eylül’ü hatırlatsa da bugün başka bir anlamı daha var. 12 Eylül’de yöneticisi olduğu Ulaş-İş, DİSK’e katılma kararı aldığı için kapatılan, kendisi hakkında arama kararı çıkarılan Sabri Topçu, “İçlerinde mücadeleci sendikacılar vardır, ancak pek çoğu için bu karar, hiçbir şey yapmamanın bahanelerinden biri olacaktır” dedi.

Türk-İş’e bağlı TÜMTİS’te önce örgütlenme sekreterliği, ardından genel başkanlık yapan Topçu, şu anda Emek Partisi Genel Yönetim Kurulu Üyesi. Topçu’nun 80 öncesinde genç bir işçiyken yaşadıkları ve sonrasına dair anlattıkları, sendikal hak ve özgürlüklerde geriye gidişi gösterdiği gibi, kısa bir metnin sınırları içinde bir işçi için yol gösterici aynı zamanda.

80 ÖNCESİ ULAŞ-İŞ


“O zamanki yasalar, bugünkü yasalara göre daha demokratikti” diyerek 70’li yılların başında henüz genç bir işçiyken üyesi olmadığı sendikanın grevine katıldığını anlatıyor Sabri Topçu: “Ankara’da Ulaş-İş Sendikası grev kararı almıştı. İşveren greve katılacakların iş akitleri fesh edilecek diye yazı asmıştı. Biz TÜMTİS üyesiyiz, TÜMTİS merkez yönetimi ise greve karşıydı. O zaman İşçilerden, şoförlerden, tamircilerden oluşan dayanışma derneği vardı. 100-150 kadar devrimci, demokrat işçinin bir araya geldiği bir dernek. Biz bu grevden yanayız, bu greve karşı çıkamayız dedik. Ulaş-İş’in üyesi de değiliz o dönem. Gidip Ulaş-İş Genel Başkanı Sururi Baykal’la görüştük. Dört kişilik bir heyet seçilmişti, biri de bendim. Genciz o zaman, 24-25 yaşlarındayız. Greve destek vereceğimizi söyledik ama tek şartımız bu ekipten bir heyet de TİS görüşmelerine katılacak. Bunu kabul etti. Gecenin 10’unda grevi başlattık. Ekipler kurduk, şoförlere ‘Çek garaja, grev başlamıştır’ dedik. Gece arabaların tekerlerini indirdik. Grev kırılmasın diye... Temsilci karşı, sendika karşı, işveren karşı.”

Siz o dönem çok gençsiniz, greve sahip çıkmayı neden bu kadar istediniz?

Kendimize devrimciyiz, sosyalistiz diyoruz. Böyleysek grevi kırdırmayız! O zaman 4 bin kişi çalışıyor EGO’da, yüzde 90’ı TÜMTİS üyesi. Grev 10 gün sürdü, 10 gün hiç eve gitmedim. Grevde yattım, nöbetleri yazdım, iaşeler geldi... Ben henüz 6-7 yıllık işçiydim, orada öne çıktım. TİS görüşmelerine ben de katıldım. 10 lira gibi ciddi bir zam alındı. İşçilerin bütünü toplusözleşmeden yararlanmak için TÜMTİS’ten istifa ettiler, beraber Ulaş-İş Sendikasına üye olduk.

‘YOK DEDİLER, SEN ADAY OLACAKSIN’


1974’ün ekim ayında yapılan kongrede işçiler Topçu’yu aday gösterir: “Eğitim Sekreterliğine işçiler zorladı, ‘Aday ol, aday ol’ dediler. ‘Ben anlamam sendikacılıktan, bilmiyorum’ diye düşünüyorum o gün. Yok dediler, sen aday olacaksın. Bütün işçilerin katılımıyla kongre yapıldı. Sendika benim için pusula basmamış. İşçilerle bir matbaa bulduk, parasını kendimiz verdik, 6 bin tane pusula bastırdık. Birinin kucağından döküldü pusulalar, biri güldü alay edercesine. Baktım bu kim diye, dediler ki sendikanın avukatı, Metin Bostancıoğlu. Sonradan Ecevit döneminde Milli Eğitim Bakanı oldu. Neyse seçime girdik; dört aday var eğitim sekreterliği için; diğer üçünün aldığı oydan fazla oy aldım.”
Sabri Topçu, Şişecam eyleminde konuşuyor.


SENDİKACI NE KADAR ÜCRET ALACAK?


Bugün sendika kongrelerinde tartışılmayan bir şey tartışılmış o kongrede: Sendikacı ne kadar ücret alacak? “Kongrede sendikacının işçiden 3-5 lira fazla alması tartışıldı. Niye fazla alacak? Kravat takacak, takım elbise giyecek, işverenle karşı karşıya gelecek... 75’in birinci ayında profesyonel göreve başladım. Maaşımı alırken mali sekreter en alta yazmış adımı, Sabri Topçu diyor, imzamı atıyorum. Diğerlerinin aldıkları maaşı görmüyorum. EGO’nun içerisindeki komiteye anlattım. Burada bir yolsuzluk var, dedim. Denetim kurulunda, disiplin kurulunda ekiple konuşmaya başladım.

7-8 ay geçtikten sonra ‘Diğer ücretleri niye göstermiyorsunuz bana?’ dedim. Altyapısını hazırlamıştım. İşçilerle konuştum, ekipler oluşturdum. Herkesin ücreti çok farklı. Genel Başkan, Genel Sekreter birbirinden çok farklı; 50, 40, 30 lira... ‘Niye böyle bunlar? Genel kurul kararı tek maaş, herkesin ücreti aynı olacaktı? Bunlar tartışıldı?’ dedim. Sendikalar masasındaki tutanağı da değiştirmişler. Ama işçilerin kafasında bunları değiştirme şansları yok. Genel kurula katılan işçiler var. Denetim istedim. Genel Sekreter milliyetçi, MHP’li birisiydi. Denetim Kurulu dedi ki babamız bile olsa namussuza namussuz deriz. Denetimi yaptılar, 4 yöneticiyi ihraç talebiyle disiplin kuruluna sevk edildiler. Disiplinde de milliyetçi işçiler vardı. İşçinin parası işçinin çıkarına, eğitimine, sağlığına, çocuklarının geleceğine harcanmalı’ dediler bunları sendikadan ihraç ettiler.”

‘SİZDEN SENDİKACI OLMAZ, DEVRİMCİ OLUR’


Bir sene sonra (1980) Ulaş-İş, Türk-İş’in salonunda yaptığı kongrede DİSK’e katılma kararı alır. Dönemin Türk-İş Genel Başkanı Halil Tunç konuşmak için geldiği kongrede konuşamaz. Türk-İş elektrikleri keser, kongre mum ışığında yapılır, sandalyeler uçuşur. Radyolarda “Türk-İş’in salonunda DİSK’e katılma kararı aldılar” haberi geçer.

Dönemin DİSK Genel Sekreteri, Ulaş-İş yönetimine “Siz beceremezsiniz, yapamazsınız” der. Gerisini Topçu’dan dinleyelim: “DİSK’in Çeşme’de bir toplantısı vardı, denize ilk girdiğim zamandır. 20’li yaşların sonu, 30 yaşların başı. Dört kişi Örgütlenme Sekreteri ile görüşmeye gittik. Kolunda künye, boynunda zincir. Güzel bir otelde yemek yiyorlar. Biz de DİSK’i anlatmışız işçilere bu kararı çıkarmak için. Biz kot pantolon, adam baktı dördümüz de genciz, Ulaş-İş yönetimindeyiz, ben Mali Sekreterim. Baktık ipe un seriyor; ‘Sizden sendikacı olmaz olsa olsa devrimci olur’ dedi.”

Siz niye ısrarla DİSK’e katılmak istiyorsunuz?

Devrimci bir sendika, bir sürü mücadelesi var. Maden-İş’in grevleri var. Giderek büyüyen bir sendika.

15-16 Haziran ve sonrası dönem tabii...

Bundan etkileniyoruz. Grev, eylem, mücadele, Türkiye’nin demokratikleşmesi, işçinin ekmeğinin büyümesi haklarını geliştirmesi... Bağımsız da olmuyor bu iş.

İŞÇİ SINIFI BÜROKRASİYİ AŞACAKTIR


100 bin’e yakın üyesiyle Genel-İş Sendikası da Türk-İş’ten ayrılıp DİSK’e başvuru yapmıştır. DİSK’in önceliği oradadır. 12 Eylül gelir ve DİSK kapatılır. DİSK’in kapatıldığı gibi, DİSK’e üyelik başvurusu yaptığı için Ulaş-İş de kapatılan sendikalar arasındadır.

Birçok şey yaşanmış, sonrasında biri çıkıp diyor ki sendika artık yok, ne hissettiriyor?

Zorlu bir süreçti. Aydın, devrimci, demokrat, yurtsever insanlar idama kadar götürüldü. Herkes suspus oldu. Taksiye çıktım, dolmuş şoförlüğü yaptım, kahvecilik yaptım, o iki üç yıllık sürede. Ama politikadan kopmadım. Darbenin asıl amacı örgütlü toplumu yok etmekti. Ben seçildiğimde sendikanın yönetim kurulu 21 kişiydi, 5 kişi yürütme kuruluydu. Sendikadan ücret alan bu 5 kişiydi. 15 günde bir yürütme kurulu toplantısı yapılıyordu. Bu 5 kişinin bacakları titriyordu yönetim kurulunda. Herkes sorunla geliyordu. Sen yürütme kurulu olarak bu sorunları çözmek zorundasın. Sendika bürokrasisine engel oluyordu işçi. 12 Eylül geldi, merkezi 9, şube yönetimini 7 kişiyle sınırladı. Şube yönetim kurulları da o zaman 35 kişiydi. 12 Eylül sendikal bürokrasiyi çok güçlendirdi. 100 bin kişilik sendikaları 3-5 kişi yönetmeye başladı. İşçilerin sendikaların yönetimine katılması, sendikayla ilgilenmesi, paranın nereye harcanacağı tartışılması gerekiyor. İşçi bugün sendikadan kopuk, sendikal ve siyasal bilinçten uzaklaştırıldı. 80 öncesi işçi örgütleniyordu, 500-1000 kişilik bir sendika kuruyordu. Diğer sendikalara güvenmiyorsa, temsilcilerini seçiyor, 9-10 kişilik yönetimini kuruyordu. Bunların hepsi darbeden sonra ortadan kalktı.

ASIL OLAN DÜZENİ DEĞİŞTİRMEKTİR


Seçimlerden sonra Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Devlet Denetleme Kurulu’na sendikaları denetleme ve yöneticilerini görevden uzaklaştırma yetkisi verildi. Bu yetki de 12 Eylül uygulamalarına benzerliğiyle eleştiriliyor...

12 Eylül’den sonra baskı hep vardı. 18 yıl TÜMTİS’in Genel Başkanı olduğum sürede denetime tabi oldum. İş müfettişleri 3 ay kaldılar. Sendikada çay bile içmediler. En son 60 liralık trafik cezası buldular. Sendika ödemiş, arabayı kullananın ödemesi gerekiyormuş. Ben buna karşı çıktım. ‘Arabayı işçiler sendikanın örgütlenmesi için kullanıyor’ dedim, ‘Mahkemeye veririz’ dediler. Müfettişler ‘Bize öyle bir anlattılar ki teröre destek veriyorlar diye... Siz çaycıdan 17 lira fazla para alıyorsunuz’ dedi sonunda. Bunu niye söylüyorum. Zaten mücadeleyi yükselten, işçilerin ekmeğinin büyümesini isteyen, sistem değişmediği sürece her zaman baskı görecektir. TÜMTİS olarak 32 ilde örgütlendik. Adana-Antep örgütlenmesi. Buradan (İstanbul) mal gittiği için burada işi durduruyorduk. İşveren size ne yahu diyordu? İşçilerle birlikte başka illere örgütlenmeye gidiyorduk. İşçi mücadelede öğreniyor. Renault arabaları yanaştırıyorlardı, öncü işçileri topluyorlardı, korkutmak, sindirmek için. Öncüleri alınca herkes o arabalara biniyordu. Herkes binince herkesi bırakıyorlar. Yani baskı zaten vardı ama şimdi daha da meşrulaştırıyorlar. Mesele sizin ne yaptığınızda, buna direnip direnmediğinizde. Sendikalar mücadelede alabildiğine pasifize olmuş durumda. Örgütsüzlük hat safhada, iş güvencesi kalmadı, iş cinayetleri artıyor. Türk-İş’in, Hak-İş’in sesi soluğu çıkmıyor. Şimdi bu düzenleme mücadeleden kaçan sendikacılara yeni bir bahane olacak. Mücadeleci, dürüst şube yöneticileri vardır elbette ama çoğunluk için bu söylenebilir. Bir gün işçi sınıfı çıkıp sendikal bürokrasiyi yenecektir. Milliyetçi işçiler milliyetçi sendikacıları ihraç etti. İşçi sağcı gözükür, dinci gözükür, milliyetçi gözükür ama değişip dönüşmeye adaydır. Doğruları görünce, düzeni, sistemi kavrar. Asıl olan da bu düzenin, sistemin değişmesidir.
Editör: Haber Merkezi