TRT Çocuk’ta ‘Maysa ve Bulut’ adlı çizgi filmdeki karakterlerden birinin eşeğe tecavüz ediyormuş gibi göründüğü bir iki saniyelik bir görüntünün infial yaratabildiği, TRT yöneticisinin bunun üzerine açıklama yapmak zorunda kaldığı cinnet ülkesi burası. Sebepsiz de değil; “Televizyonda subliminal mesaj vermek” gibi bir ifade savcılık iddianamesinde itibar görüyorsa, “Algı yapmak” gibi bir laf ayağa düşmüşse hiçbir anlam yerli yerinde durmayabiliyor. Her şeyin kasıtlı, başka ve derin bir anlamı olabiliyor. Bu çizgi film sahnesini TRT içindeki FETÖ’cülerin komplosu olduğunu söyleyen iktidar destekçileri de, “Adam fırtınalı havada eşeğini ahıra kapatmaya çalışıyordu” gibi bir açıklamayı “Eşek arkadan ittirilmez” diye rasyonel izahla karşılayarak fiili livata iddiasında direnenler de çizgi film sahnesinde görünene kendi hazır manalarını giydirmeye uğraştılar.

Arka planında soruşturulmamış Ensar tecavüzlerinin, kayıp veya öldürülmüş çocukların, artan istismar sayısının, gebe kalan çocuk gelinlerin olduğu devasa bir kriminal yığının üzerine, Diyanet fetvaları, ilahiyatçı medya müdavimlerinin telkinleri, TBMM’ye gelen istismar yasası ile tuz biber ekildiği için, açığa çıkmış sinir uçlarının ne kadar kolay uyarıldığının göstergesidir bu durum. Siyasi iktidarın, muhaliflerini susturmak için ortaya attığı algı yaratma kavramı bir bumerang olarak kendisine ya da bağlı kurumlarına dönüyor. Göz önündeki gerçek hakkında farklı bir hikaye yazmayı, son derece sıradan bir olguda başka bir esasın iletisini görmeyi, bir eylemi bağlamından koparmayı aslında iktidar koltuklarını paylaşanlar öğretti. Ve bu giderek bir bakış hastalığı olarak topluma da sirayet etti. Eşek meselesi algının artık nasıl işlediğini gösteren bir örnek olarak kaydedilebilir bu bakımdan. Çizgi film bağlamından çekilip alınan kanıtlarla bir sonuca varılması mümkün olmayan eşeğe tecavüz edildi mi edilmedi mi tartışmasının kendisi, kazananın hep aynı adreste oturduğunu da göstermiştir.

Bunu bize Cristoph Martin Wieland 18. yüzyılda yazdığı Abderalılar adlı eşsiz yapıtında konu ettiği “eşeğin gölgesi davası”nda da açıklıkla gösterir. Bir yerden bir yere gitmek için eşeğini kiraladığı kişiyle birlikte yola çıkan zamanın dişçisi, yakıcı güneşten korunmak için eşeğin gölgesinin altına sığınan “sahip”le tartışmaya girişir. Bu tartışma giderek büyüyen bir hukuk mücadelesine dönüşerek Abdera ülkesinin gündemine oturur. Dişçi eşeğin gölgesinin onu kiralayana ait olduğunu, eşeğin sahibi ise kiralananın sadece eşeğin bedeni olduğunu iddia eder. Dünya kadar hukuk aliminin bir araya gelip çözmekte zorlandığı davanın sonlarına doğru bir avukat bu davanın cumhuriyetin mülkiyet kanunlarının belirlenmesi için önemli olduğunu ileri sürer, sözlerini “Bir eşek gölgesini bile küçük görmeyen cumhuriyete haykırmak gerekir: Yaşa” diye bitirir.

Sorun ne eşeğin gölgesi ne eşeğe fiili livata ne de eşeklikle ilgili başka herhangi bir şeydir sonuçta. Bütün bunların mesele olabildiği bir bağlamın oluşması, eşek meselesinden yapılan bir yakıtla düzen gemisinin yürümesidir.

Asla bir benzerlik olarak algılanmamalı elbette; kendisinden değil olayından söz ediyoruz: 30 küsur yıldır İzmir’de yaşadığı halde hakkında daha önce herhangi bir iddianın bulunmadığı, ama şimdi hem FETÖ hem PKK ile ilgili Türkiye aleyhine faaliyetlerde bulunduğu iddiasıyla tutuklanan, ABD ile “sert” pazarlık konusu yapılan, ABD’nin baskısıyla ev hapsine çıkarılan Rahip Brunson davası eğer Abdera ülkesinde geçseydi dava vekilinin yine Yaşa diye bağıracağını varsayabiliriz. Vekilin o küçücük cumhuriyetindeki gemiyi yürütmeye yaradığını gördüğü “eşeğin gölgesi davası” bugün Rahip Brunson kapışmasındaki saiklerle çok şeyi paylaşır. Ortadoğu’daki nüfuz alanlarında diplomasiyi kanırtarak yol açmaya çalışan Türkiye iktidarının ve bir parça sönmüş yıldızını Türkiye üzerinden parlatmaya çalışan Trump diyarının karşılıklı restleşmeler ve burun sürtmelerle yürütmeye çalıştığı bir siyasi mülkiyet kavgasıdır bu da. ABD’ye “Tınmıyoruz tanımıyoruz, yapacağız edeceğiz” dedikçe, her komutta yaşa diye haykıran içerideki, gözü boyanmış koro büyük bir gümbürtüyle coğrafyaya yerleşen bölge nizamının kaldıracı haline gelir.

Bütün mesele mülkiyet paylaşımında en büyük parsayı toplayabilmek için bir eşek mevzusunu ortada tutmaktır zaten. Birinci Dünya Savaşı’nın çıkış nedenini hiç utanıp sıkılmadan Avusturya veliahdının bir Sırplı tarafından öldürülmesine bağlayanlar da bir tarih dersi klişesi oluşturmamışlardır sadece. Muhtemel bir Sırplı suikastçının muhtemel eylemi, vesilelerin siyasi rejimi inşasını; yapmayı da yıkmayı da kolaylaştıran sürekli bir durumdur buralarda. Yani eşek meselesi gibi vesileler hiç bitmez.

Bunu görelim. Görelim de subliminal mesajların sığ sularında boğulmayalım. Çünkü bu yol insanın karşıtına dönüşebileceği, dosdoğru muktedirleri ihya eden, bıçak sırtı bir yoldur. Orası gerçeğin de öldüğü yerdir.
Editör: Haber Merkezi