FARKINDA MISIN?

BÜYÜDÜKÇE KÜÇÜLDÜN...

Yani demek ki; Bilim her şeyin üstündedir. İnsanların eşitlendiği tek yer bilimin karşısında eğildikleri andır. Devrimcisinden, faşistine, dincisinden, dinsizine, her dilden, her ırktan, her düşünceden, hatta hiç düşünmeyenlerden, zengininden fakirine, delisinden akıllısına tüm insanlar...

Bilim gerçeğin kendisi ve kurtarıcısıdır. İnanç, insanın kendi isteğine yönelik ihtiyaç duyduğu, sığındığı iç huzurdur sadece. Kişinin özgür iradesine dayanır. Ama bilim; geçmiş, şuan ve gelecektir. Dünyayı yöneten, ayakta tutan yegane güçtür.

Doğa diyor ki;

Ey insan!

Seni ben doğurdum, besledim, büyüttüm ama sen haddini bilmedin. Her şeyin daha fazlasını ama sadece kendin için istedin. Kendini yenilmez, yıkılmaz, ölümsüz sandın. Kendini benden daha büyük gördün ve sana hükmedenin ben olduğumu, benim sayemde var olduğunu unuttun. Var olduğundan beri; zulmün, hırsın, öldürmeye, yok etmeye olan tutkun hiç bitmedi. Sana bahşedilen güzellikleri çoğaltmak yerine, ihtiyacından daha fazlasını isteme arzusunu yenemediğin için, dokunduğun her yeri çorak bir yere dönüştürdün. Her şeyin içini boşalttın, anlamsızlaştırdın, basitleştirdin. Umutsuz ve mutsuz bireyler, toplumlar, ülkeler yarattın...

Ben seni ilk yarattığımda, sen sadece vahşi bir canlıydın, diğerlerinden hiç bir farkın yoktu. Akıl üstünlüğünü saymazsak. Sana bahşedilen bu özelliğinle hayatta kaldın. Hiç bir yere bağlı kalmadan sadece avlanarak ayakta kalmaya çalıştın. Bu sana yetmeyince seni toprakla tanıştırdım. Onu önce tanımanı, anlamanı ve onun sayesinde kendini doyurmanı sağladım. Topraktan elde ettiklerinle birlikte ortaya çıkan ihtiyaçların doğrultusunda; bir yere yerleşme mantığın oluştu. Orda; ateşi, yazıyı, parayı, buldun. Ticaret yapmayı öğrendin. İşte her şey o günden sonra başladı. Yerleşik hayata geçtin. Yerleştiğin yerde; yeniden doğdun, büyüdün ve çoğaldın. Çoğaldıkça bir yere sığmaz oldun. Kendinden olandan ayrıldın ve büyümeye devam ettin. Büyüdükçe zaptedilmez dürtülerinin esiri oldun. Birbirinizden ayrıldıkça, uzaklaştıkça güç denen duyguyu ve zenginliği sadece kendi elinde tutmak istedin. Devletler kurdun. Bir diğerini tanımayan; bir dil, bir din, bir ırk, bir bayrak yarattın. Elle tutulur doğa inançlarını terkedip, görünmeyen yeni inançlar yarattın. Bir diğer gruba üstünlüğünü ilan edip, savaşlar çıkardın, saldırdın, öldürdün, yaktın, yıktın, yok ettin. Geride kalanları hapsettin, sürdün. Sahip olduklarını gaspettin. Bu haksız çürümüşlükle büyüdün, durmadan büyüdün. Büyürken küçüldüğünü, azaldığını farkedemedin. Büyüdükçe en değerli şeylerini kaybettin. Bu güce nasıl kavuştuğunu unuttun. Beraber mücadele ettiğin insanları unuttun, onlardan uzaklaştın. Güzel şeyleri ve doğruları bir kenara bırakıp, ne olursa olsun sadece kendini yaşatma güdüsüne yöneldin. Bunu yaparken yine çaldın, öldürdün, zulüm ettin...

Büyüdükçe beni, yani doğayı, yok ettin, diğer canlılara eziyet ettin, onları öldürdün, ormanları yaktın, kendi açgözlülüğün uğruna uçsuz bucaksız yeşillikleri küçük çorak topraklara dönüştürdün. İklimin dengesini bozdun. Dünyanın döngüsünü altüst ettin. Suları kuruttun, iklimlerin yapısını değiştirdin. Doğal olan her şeyi ortadan kaldırdın, yapay bir hastalığın içine kendini hapsettin. Bilimden, eğitimden, insanı anlamaktan, diğer canlılara saygı duymaktan uzaklaştın...

Anaerkil bir yapıdan geldiğini unuttun, kadınlar üzerinde haksızca bir hüküm kurdun. Asırlardır süregelen kadının sana verdiği yaşam hakkı gerçeğini yok saydın. Seni doğuranı tanımadın, ona saygı duymadın, eziyet ettin ve onu öldürdün. Çocuklara zulüm ettin, onlara saldırdın, eziyet ettin, onları öldürdün. Her yıl açlıktan ölen insanları, çocukları görmezden geldin. Açtığın savaşın sonuçlarına; gözünü, kulağını, vicdanını, insan olma duygusunu kapattın. Çıkarların için insanları ordan oraya sürmekten yorulmadın. Yersiz yurtsuz bıraktın. Bu yolda ölenleri hiç umursamadın. Kendi çıkarların, egoların uğruna herkesi böldün, parçaladın, ötekileştirdin. Birini diğerine yok ettirdin....

Ey insan!

Sana verdiklerim karşısında sana yapabileceklerimi çok çabuk unuttun. İstersen sahip olduğun her şeyi alabileceğimi de...

Sahip olduğun servetinin, evlerinin, saraylarının benim karşımda hükümsüz olduğunu, hiç bir anlam taşımadığını, güçsüz kaldığını unuttun. Defalarca kendi yarattığın enkazın altında kalmana rağmen hiç ders almadın...

Farkında mısın, büyüdükçe küçüldün.

Dağlar, denizler, ağaçlar, kuşlar yani bütün doğa ve bütün canlılar hatta insan dahi sana kırgın.

Yarattığın enkaz çukurunda; kimse artık empati kuramıyor. Sevgi, umut, hoşgörü, bağlılık, sabır, tahammül ve mutlu olma duygusu, samimyet, anlayış yine senin sayende azaldı. Herkes her şey istiyor ama istediği şeyleri karşısındakine sunamıyor.

Beton yığınları arasında kurduğun sahte imparatorluğunla kendi yaşam alanlarını daralttın, dolayısıyla her türlü oksijeni tükettin. Hiçbir yere sığamıyorsun, sığınamıyorsun ve elbette hiçbir canlı...

Kendini doğuran da sen, kendi sonunu getiren de.

Toparlan ve kendine gel artık...

HALA GEÇ KALMIŞ SAYILMAZSIN

Her olay bir ders niteliğindedir. Kavgada insan insanı anlar ve tanır. Bugünkü kavgada, insanın özünde var olan ve terbiye edemediği; fırsatçılık, umursamazlık, vicdansızlık ve paranın bütün insani değerlerden daha üstün hale geldiği gerçeği gün yüzüne çıkmış ve galip gelmiştir...

Bu ve benzeri durumlar bir tokat gibi, önce yüzümüze sonra düşüncelerimize ve hislerimize çarpıyor. Bizler bu tokatın şiddetiyle sarsılırken, utanmaz insanların arsız zamanı hızla işlemeye devam ediyor.

Öbür yanağımızı da çevirmek gafletine düşmeden, yanağımızdaki tokatı söküp almak ve onların her iki yanağına bütün şiddetiyle çarparak gerçeği günün ışığıyla ortaya çıkarmak gayretine düşmeliyiz. Bu durumdan anlayan, ders çıkaran ve tokatın şiddetiyle yüzü kızaranlar olur mu, bilemem. Bu kötülükte ve arsızlıkta ne kadar yol aldıklarına bağlı biraz da. Ama en azından çıkan yangına su taşıyan karınca misali tarafını seçmiş olur insan...