GÖK KUBBENİN ALTI KARMAKARIŞIK

Türkiye’nin havası kadar dünyanınki de başlıktaki düyguyu uyandırıyor, düşünce ve bir tespit düzeyine yükseliyor. Bugün 24 Ocak, yani 12 askeri darbesinin ekonomi programının ilan edildiği gün ve bir de suikast günü; Uğur Mumcu’nun ölüm günü. Geçtiğimiz günlerde Selahattin Demirtaş’a kızının yaralı, bugün Figen Yüksekdağ’a çoktan ölmüş annesinin hasta olduğunu ihbar eden telefonlar, böyle karanlık suikastleri hatırlatır gibi geldi bana. 19 Ocak’ı Hırant Dink cinayetini unutmayalım. Diyalektik bu; her şey birbiriyle ilişkilidir.

1970’lerin başı, Birleşmiş Milletler’in New York’taki büyük toplantı salonu. Çin Halk Cumhuriyeti’nin temcilcisi Lin Biao konuşuyor. Konuşmanın başlığı, özü özeti bu. Bir bakıma devrimle karşıdevrim arasındaki çatışma konularını ve alanlarını saymak yaptığı.

Büyük devrimle kurulmuş halk cumhuriyetini, Batı’ya Batı kapitalizmine bağlayacak eylemine henüz girişmemiş, “devletler bağımsızlık, milletler özgürlük, halklar devrim istiyor” şiarını dillendirerek bu bağın teorisini ortaya atmıştı. 2. dünya savaşı sonrasında kurulan düzen, orasından burasından delinip su almaya başlamış, sarsılmaya az kalmış. Dile gelen biraz da bu idi.

Gerçekten de gök kubbenin altı karışıktır artık.

Tam o yıl Yaser Arafat gelmiş BM Toplantısına, belinde görünün smihtwetson silahıyla, gümbür gümbür konuşuyor: Bu dünya Filistin meselesini duyacak, İsrail işgalini durduracaktır. Buna mecburdur! Bir yıl önce gerilla Leyla Halid, bir El Al uçağını kaçırıp, İngiltere’ye indirerek sağır dünyaya Filistin’in çığlığını duyurmuştur:

Çok değil beş yıl önce aynı salonda, Küba devriminin sesi Che Guevera gümbür gümbür konuşmuştu: Ey devler, aynaya bakın! Görün eşitsizlik ve sömürü çarklarınızın, kibrinizin dünyayı ne hale getirdiğini ve başkaldırıları hazırladığını! İki yıl sonra o, bir CİA operasyonuyla Bolivya dağlarında katledilirken, dünyada 1968’de onun sözlerini hayata geçirircesine fırtına esiyordu. Che’nin sözleri dillerde; “İmkansızı istiyen!” Kirlenmiş dünyayı en büyük merkezlerinden başlayarak yıkayıp geçiyordu 68 Başkaldırısı. Paris’in merkezi devrim karargahı iken, aynı zamanda NATO komutanlarından De Gaulle, soluğu Almanya’da, ABD-NATO’nun Avrupa ana karargahında-Ramstein- alacaktı. Bir kez daha Devrim Heyulası’ından nasıl kurtulacaklarına orada kararlaştırmışlardı.

Ve işte “gökkubenin altı”nın karmakarışıklığı biraz da öyle açığa çıkmıştı. Bağımsızlık, devrim ve sosyalizm dalgası merkezlerden çevreye doğru, mücadelenin her biçimiyle kabarmışken, emperyalist dünya ve yerli işbirlikçiler beş kıtada durmadan askeri darbelerden, antiterör timlerinden Gladio ağlarına kadar ölüm makineleriyle durmadan kan akıttılar. Noeliberalizm reçeteleri eşliğinde, eski Nazilerin işkencelerinde Latin Amerika’dan Vietnam’, Kongo’ya ve tabii Türkiye’ye, Ortadoğu’ya.

İki üç gündür gazetelerde ve televizyon haber ve yorumlarında Ukranya-Rusya savaşına dair yeni gelişmeleri okuduğumda aklıma bu sözler geldi. Tarih “tekerrürden mi ibarettir” dedirtecek yeni durumlara gebe, dedim kendime.

Hakikaten de gök kubbe ve karmakarışıklık bir kez daha çıkagelmiştir, tabii ki, taklit olarak değil, nedenleri ortadan kalkmamış dünyada savaş bir kez daha ben geldim diyor.

Aslında yeni değil elbet. Yukarıda değindim, 30 yıldır Mezopotamya- Ortadoğu coğrafyası ve halkların hayatını iğdiş etmekle meşguldüler. Yenişemediler, yeni savaş canavarları, yeni savaş silahları yarattılar; olmadı yine de, yenişemediler. Yeni Dünya Düzeni dediğin küresel olabilirdi ancak. İşte nihayet onu da başardılar. Ukrayna üzerinden, eski Sovyet topraklarında, Rusya Federasyonu’yla savaşıyorlar. Otuz yıl önce Saddam’dı yeni şeytanları, sonra Esad oldu, bir yılı aştı Putin diyorlar.

ABD’nin tıpkı 30 yıl önce Basra Körfezi’ne, Bağdat üzerine gittiği gibi, şimdi de Ukrayna’nın emrine girmek üzere, hem de Polonya’nın üzerinden Kiev’e gidiyorlar. ABD; AB üyesi ülke devletleriyle yine o askeri üste toplantı üstüne toplantı yapıyor, Almanya’ya özellikle Leopar tanklarını gönder, herkes daha fazla Ukrayna’ya silah asker, yardım göndersin, diyor. Geçtiğimiz günlerde Almanya’nın savunma(yani savaş) bakanı istifa etmişti! Çok dürüst Alman devleti, oğlunu askeri helikoptere alıp tatile götürmesine pek fena bir tekme atmışlardı. Ayakta alkışlanmışlardı. Şimdiki savaş bakanı adıyla uyumlu savaşçı bakanmış. En önde Almanya ve Fransa savaş da genelleşecek.

NATO, durmadan genişliyor; İsveç ve Norveç, Nato’ya katıldı. Ukrayna- Rusya savaşından güvenlik endişesine kapılmışlar! Tabii Türkiye işin içinde. Suriyeli göçmenleri AB’ye karşı koz olarak kullanan Türkiye iktidarı, bu sefer o iki ülkedeki politik göçmenleri, NATO üyeliğine koz yapıyor! “Anti komünist ve bölücü düşmanı” muhalefet alkışlıyor. O yetmiyor, Kuran yakan bir ırkçıya niye izin verdin diye İsveç’e, “NATO üyeliğini rüyanda görürsün” diyor iktidar. “Haddini bildir” diye haykıran büyük bir ırkçı faşist güruh ayakta.

Dünyanın merkezinden köşe bucağına her yerde faşizmler, zorbalıklar yükselişte. Türkiye’de yeni savaş silahları üretiliyor, satılıyor. Beş kıtada at koşturan dedelerinin mirasını üstlenmiş bir iktidarın elinde savaş cephelerine Artık devletten başka resmen savaş örgütleri kuruluyor, suikast timleri hareket halinde; iç hesaplaşmalar patlıyor arka arkaya.

Uyuşturucu baronlarıyla silah baronları ve devlet-iktidar organları kucak kucağa. Çok devletçi muhalefet yine ayakta: Siz nasıl olur da devlet protokolünü çiğnetirsiniz! diyor çaresizce. Gerçekten de çaresizler.

Gerçekten de gökkubbenin altı karmakarışık. Türkiye’nin havası kadar dünyanınki de başlıktaki düyguyu uyandırıyor, düşünce ve bir tespit düzeyine yükseliyor. Bugün 24 Ocak, yani 12 askeri darbesinin ekonomi programının ilan edildiği gün ve bir de suikast günü; Uğur Mumcu’nun ölüm günü. Geçtiğimiz günlerde Selahattin Demirtaş’a kızının yaralı, bugün Figen Yüksekdağ’a çoktan ölmüş annesinin hasta olduğunu ihbar eden telefonlar, böyle karanlık suikastleri hatırlatır gibi geldi bana. 19 Ocak’ı Hırant Dink cinayetinin örgütlenişini de ekleyelim. Diyalektik bu; her şey birbiriyle ilişkilidir. Gelmekte olan seçimlere bir de buradan bakmakta fayda var.

Fakat gökkubbenin altındaki karmaşa hiçbir zaman tek taraflı olmadı. Olamaz da, eşyanın doğasına aykırı bu. Şimdi de çok taraflı. Yani her şey savaşa ve faşizme; ırkçı ve de kör milliyetçiliğe, zorbalığa akıyor değil. Bir de demokrasiye, insanlığın birikmiş güzel değerlerine özgürlüğe akan dünya var. Bakın İran’da kadın devrimi beş aydır sürüyor, Molla rejimine karşı İran halkı ayakta. İdamlara karşı yeni ayaklanmalar gerçekleşiyor. Bakın Kürt özgürlük mücadelesine; dört bir yanda ve binbir alanda dip diri, canlı, irade ve akılla direniyor, güçleniyor, umut oluyor insanlığa...

Bakın Türkiye’de demokratik siyasi mücadelenin güçlerine. Slogan atmanın bile yasaklandığı memlekette nasıl da dimdik ayakta Kürt kadınlar, sosyalist devrimci güçler. Nasıl da direniyor HDP? Kumpasa, kapatmaya, seçimlerde önünün kesmesi hilelerine karşı, 3. yol prensipleriyle gündemi sarsıyor. Emek ve Özgürlük İttifakı var; umutları, direnci ve emeği büyüten... İşçiler, grev yasaklarını dinlemiyor, emekçi memurlar direnişlerin içinde hesap soruyorlar, iktidar politikalarından. Adalet mücadelesi her yerde. Köylü kadınlar çevre ve iklim mücadelesinin en başında. Ve tabii 8 Mart’a giderken kadın hareketi, her şeyden herkesten daha fazla sorumluluk üstlenip yürümek üzere safları sıklaştırıyor. 6’lı Masa’yı sarsacak, muhalefetin emekçi kitlelerini hareketlendirecek güçler ve mücadele burada, böyle hazırlanıyor.

Eksik; herkesin, her tür örgütün tam sahada olmaması galiba. Seçim sathı belki de bu sorunu çözmeye en uygun atmosferi sağlayacak. Seçimin bizzat çok yönlü bir mücadele alanı halinde seyredeceğini öngörenler çokluk. O zaman kitlesel seferberliğin sorunu da çözülmeli...

Gökkubbenin altındaki kargaşayı bizim taraf kazanacak, kazanabilmek için çalışmalı.