KOPYALARI, İÇİMİZİ ACITARAK ÇOĞALIYOR.



Dondurucu soğuğun etkisinden bedenine siper ettiği kalın giysisi bile koruyamamıştı onu. Caddenin kalabalığı ve çarpan insanlara aldırmadan yürüdü hızlı, hızlı.Tek derdi durağa gitmekti ama, oda her şeyi çözmüyordu.

Önce soğuktan yaşarmış gözlerini elinin tersi ile sildi, sonra da otobüsün hareket saatini beklemek için uzunca kuyruğun en arka sırasına geçti.

İlkokul çağında olan küçük bir kızın minik parmakları arasında tuttuğu mendilleri göstererek “alır mısın? Abla” sözü ile göz, göze geldiler.

İnce giysinin altında titreyen zayıf bedenini nereden estiği belli olmayan fırtına ve vücudunu yalayan dondurucu soğuğa aldırmayan kızın mücadelesi sadece “açlığın çırpınışlarıydı.”

Yaşına göre yüklenen sorumluluk oldukça ağırdı ve ülkenin her köşesinde vardı bunların “kopyaları.”

Daha kendisi korunmaya muhtaçken başkalarını korumak adına yaptığı çaba, yaşına hiç de uygun olmayan ortamlarda cinsiyeti fark etmeden binlercesi karşımıza çıkmıyor muydu?

Toplum ise sadece ailelerini suçlamakla kalıyor, yaşamları pek de kimsenin dikkatini çekmiyordu. Aynı o kadının da, kıza hayır cevabını verirken çekmediği gibi. Sadece üzülerek yetinmişti, günlerdir tarak değmemiş kirli saçları ve bakımsız ellerine rağmen “yaşama sevincini kaybetmeyen o küçük kıza!..”

Oysa kız kendisi ile o kadar barışıktı ki, kadının ona hayır cevabı vermesi ve onu küçümser gözlerle izleyenlere aldırmadan “arada bir üşüyen ellerini hohluyor,” sonra bir başka kişinin yanına sokuluyordu.

Ta ki, aynı yerden defalarca geçip, mesai saati bitene ve akşam evine gidene kadar. Üstelikte, "yırtık ayakkabısının içinde üşümekten hissetmediği parmaklarını ısıtmanın sevincini o çocuk kalbiyle yaşayarak.”

Çünkü aç olan karnını bile düşünmeyen kızın tek derdi, elindeki sermayesi olan “mendilleri” satmaktı.

Az ileride onunla aynı kaderi paylaşan lise çağındaki o gencin simit satmasına alışık olunduğu gibi.

Bunlar o kadar benimsenmişti ki, kadının yüreğini acıtan bunlar değildi.

Yılların yıpratmışlığını üzerinde taşıyan o yaşlı adamın “ak saçları ve yüzüne düşen kırışıklıkların izleriydi” onu asıl üzen, canını yakan.

Gerçek yaşını bilmediği, ama bedeninin yorgunluğundan “70 yaşın üzerinde görünen bu zayıf, orta boylu, esmer tenli adamın yüz ifadesinden" yaptığı işten hiç de memnun olduğu görünmüyordu.

Bu yaşta sıcak evinde oturması gerekirken, hâlâ sokaklarda olması. Para kazanmak için, hayalini bile etmediği bu işi yapması belki de üzüyordu onu.

Hüzünlü bakışların altında, insanlardan kaçırdığı gözleriyle elinde tuttuğu 10- 15 mini ıslak mendil paketini üşümüş bedeni ve morarmış elleriyle oda diğerleri gibi, bir an önce satmanın peşindeydi.

Onunla ilgilenmeyen kişilerin önünden en az bir, iki defa geçip yaşça büyük olmasına rağmen zarif nezaketiyle alır mısın? “Abla, Abi” diyerek.

Kadının yanından ikinci kez geçtiğinde teklifine fırsat vermeden “bir tane verir misin?” dedi ve ücretini sorarken üzerindeki giysiler dikkatini çekti. Soğuktan korunmak için giymişti onları ama, bedenine o kadar büyük duruyorlardı ki, sanki başkasının giysisiymiş gibi. Ceketin omuzları geniş, boyu uzun, kolları elindekileri rahat tutabilmek için geriye kıvrılmış, pantolonun genişliğini ise, taktığı kemer bile kapatamamıştı. Bu giysilerden rahatsız olması yetmiyormuş gibi, bir de ayakkabısının büyük oluşu rahat yürümesini engelliyordu.

Bunlara rağmen temizliğine dikkat eden yaşlı adam, “mahcup bir sesle, 1.5 lira abla” dedi.

Çantasını karıştıran kadın 1 lira var, 20 lirayı bozar mısın? demesi üzerine gene kibarca “canın sağ olsun, sende 1 lira ver ” dedi ve mendili uzattı.

Bu arada şoför kapıyı açmış, yolcular da, hızla binmişlerdi. Okulların çıkış saatine gelmesi koltukları daha çok öğrencilerle doldurmuştu.

İki durak sonra binen yaşlı teyzeye yerini veren kadın arkaya ilerledi. Ayağının önünde çantası, kucağında küçük çocuğu ve yanında 7-8 yaşlarında, biraz kilolu ve sol kaşının üzerinde ki beni ile dikkat çeken oğluyla bir kadın oturuyordu. Sonraki durakta yaşlıca bir amcanın binmesiyle kadın etrafa baktı gençlerden kimse yer vermeyince oğlunu kaldırdı ve “Sende hastasın ama!.. amca ayakta kalmasın” dedi.

Bu konuşma pek de, kimsenin dikkatini çekmemişti.

Bir, iki durak sonra “sürahiden su boşalır” gibi gelen bir sesle arkasına dönen kadın birde ne görsün?

Annesinin hasta olmasına rağmen kaldırdığı çocuk kusmuyor mu?

Şaşkınlıkla çantasındaki poşeti çıkarıp çocuğa verdi.

Kucağındaki çocuğu ile anne hiçbir şey yapamıyor, sanki etraftan yardım bekliyor gibiydi. Birkaç kişi ile birlikte üzeri batan kadın buna aldırmadan, ıslak mendilden birkaç tane çıkarıp çocuğun ağzı ve elini silmesi için uzattı ama inene kadar kendi üzerine dokunmadı. İndikten sonra o halde yürüyemeyeceği için ıslak mendille onu eve götürebilecek kadar temizledi. Tabii; yaşlı adama teşekkür ederek ve elinde olmadan onun 50 kuruşu kestiğine üzülerek.

20 Lirayı bozabilirdi. Zaten kazanacağı kârı 50 kuruştu ama o hâlâ insanlığından ödün vermeden “canın sağ olsun” demesini bilmiş, o yaşlı bedeni ile soğuğa inat ekmek parasını paylaşmıştı.

Kadın; o gün unutulan bir çok değere üzülürken, yaşlı adamın davranışına hayran kalmıştı.

Gülser Han
Editör: Haber Merkezi