Sınıf çatışmalarının yazarı Anna Seghers ile tanışın…




1900 yılının 19 Kasım günü Almanya’nın Mainz kentinde dünyaya gelen Anna Seghers’in gerçek adı Netty Reiling’tir. Birinci Dünya Savaşı’nın ve sonrasının çalkantılı yıllarını bir lise öğrencisi olarak yaşar. Varlıklı bir ailenin kızı olan Netty, genç yaşta kendini tedirgin bir toplumun içinde buluverir.
SCHİLLER VE HEİNE İLE BAŞLAYAN MACERA…

Edebiyata olan ilgisi, annesinin verdiği Schiller ve Heine’nin eserleri ile başlar. Peşinden Lessing, Büchner, Kleist, Hölderling gelir. Balzac, Gorki ve Tolstoy’un gerçekçi eserleri ona Fransız ve Rus edebiyatının kapısını açar. Heidelberg Üniversitesi’nde Sanat Tarihi öğrenimi görür. 1925 yılındaki doktora tezinin konusu “Rembrand’ın eserlerinde Yahudi ve Yahudiliktir.”

Edebiyata ilk adımlarını Netty Reiling adıyla atar. Bir çok dergi ve gazetede öyküleri yayınlanır, yurtdışı yolculuklarına çıkar. O yılların politik olayları ve ekonomik sorunlarıyla yakından ilgilenmeye başlar. 1925 yılında Laszlo Radvanyi ile evlenir. “Seghers” takma adını kullanarak yazdığı ‘Saint Barbaralı Balıkçıların Ayaklanması’ romanı ile 1928 yılında Kleist ödülünü kazanır. Fakat Almanya’da henüz hiç kimse bu yazarı tanımamaktadır. Tanıyanlar da onu bir erkek sanmaktadır. Bunun üzerine ‘Seghers’ kendine ‘Anna’ ön adını verir. Kleist ödülü tanınmasının önünü açar. Artık Anna Seghers ile Alman edebiyatına yeni bir sanat anlayışı ve yeni bir roman tekniği girmiştir.
TOPLUMU SOSYALİST AÇIDAN DEĞERLENDİRDİ

1928 yılında Komünist Partisi’ne üye olur. O yıllarda çok hareketli bir dönem yaşayan işçi sınıfı ile yakınlaşır. Artık okurun karşısında, toplumu ve kişileri sosyalist açıdan değerlendiren bir Anna Seghers vardır. Genç kadın yazar Alman gerçekçiliğine, değişik ve kendine özgü eserler kazandırmaya başlar. Ömrünün sonuna kadar da hep aynı yolda ödünsüz yürür. Nazilerin işbaşına gelmesiyle 1933 yılında Almanya’yı terk etmek zorunda kalır. Önce İsviçre’ye sonra da Fransa’ya sığınır. Savaş yıllarını Meksika’da geçirir.

1947’de Avrupa’ya geri dönmeye karar verir. Doğu Almanya’ya yerleşir.Yaşamı boyunca sürekli yazmasının yanı sıra siyasi hayatında da son derece de aktif olan Seghers, bu alanda da birçok faaliyetin içinde yer alır. “Almanya Demokratik Yenilenme Birliği’nin ikinci başkanlığını yapar. Alman Sanat Akademisi’ne üye olur, ardından DAC (Demokratik Almanya Cumhuriyeti) Yazarlar Birliği Başkanı olur. Yapıtlarıyla 1947´de Büchner Ödülü’nü, 1951 ve 1959´da DAC Ulusal Ödülü´nü, ayrıca 1959´da Stalin Barış Ödülü´nü alır. Seghers sürgünden yıkılmış ülkesine ve savaşta psikolojik olarak tahrip olmuş Alman halkının arasına döndüğü zaman, yaşanan büyük felaketin araştırılması ve aynı olayların yeniden yaşanmaması için ne yapılması gerektiği üzerinde durur öncelikle.

“Dilime ve yurdumun insanlarına bağlıyım” diyen Anna Seghers’in gerek sürgün yıllarında, gerekse Almanya’ya döndükten sonra yayınladığı tüm romanlarında gerçekçilik kendini gösterir. Genelde ayrı sınıfların insanlarının çıkar çatışmalarını konu alan romanlarında lirizm ağır basar. 70’li yıllardan sonra Anna Seghers’i Alman dili edebiyatının en büyük yazarı kabul edenler, onu Emily Bronte, Virginia Woolf, Sigrid Undset ya da Simone de Beauvoir ile aynı basamağa koyarlar.
YANLIŞLARIN TEKRARI ÖNLENSİN DİYE…

Seghers “Ölüler Genç Kalır” romanında, 1918 Kasım ihtilali ile İkinci Dünya Savaşı arasında işçilerin, köylülerin, kapitalistlerin ve ‘soyluların’ alın yazılarından yola çıkarak Almanya’daki sınıflar arası çatışmaları ele alır. “Ölüler Genç Kalır” 1968 yılında başarıyla sinemaya da uyarlanmıştır.

“Transit” adlı romanı ise Seghers’in öteki romanlarından farklı bir nitelik taşır. 1933-1945 yıllarında sınırlar arasında kovalanan, hiçbir ülkenin tanımadığı yüzbinlerce mültecinin acı serüvenlerinin anlatıldığı eserde Seghers’ten otobiyografik bölümler ağır basar. “Transit”, faşizme karşı mücadelenin romanıdır.

“İlk Adımlar” eserinde de Demokratik Almanya’nın kuruluş sürecinin sorunlarını anlatır.

“Karar” (1959) ve “Güven” (1968) adlı eserlerse, Anna Seghers’in son romanlarıdır. Yirminci yüzyıl Alman edebiyatında, “Karar” gibi bölünmüş Almanya’nın aykırılıklarını böylesine kapsamlı ele alan ve sorunların derinine inen başka bir esere rastlanmaz. Seghers bu romanında, İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan iki ayrı toplumun sorunları altında ezilen bireyler ve ailelerden yola çıkarak, Batı ve Doğu Almanya arasındaki farklılıkları bütün gerçekçiliği ile ortaya koyar.

Anna Seghers’in son romanı “Güven”, dünyamızın iki kampa bölünmesine sahne olan 20. Yüzyıl’ın insan yaşamını ne denli etkilemiş olduğunun gerçek bir belgesidir. Oynandığı ‘sahne’ oturma odaları ve oteller değil, savaş alanları, siperler, konferans salonları, okullar, deney laboratuarları ve fabrikalardır. Bu romanla Anna Seghers, çok başarılı edebi yaşamının doruğuna ulaşır.

Seghers’in savaş sonrası yurduna döndüğü günlerde söylemiş olduğu şu sözler önemlidir: “Yurdumda yazacağım kitaplar, geçmişte işlenmiş yanlışların tekrarını önlesin isterim…”
YEDİNCİ ŞAFAK

1941 yılında yayınlanan ‘Yedinci Şafak’, Anna Seghers’in dünya çapında tanınmasını sağlayan romanıdır. Lucács, bu roman için “Seghers’in sanatının doruğu” değerlendirmesini yapmıştır. Seghers’in sürgünde iken kendisine anlatılan bir olaydan esinlenerek yazdığı roman, Hitler Almanyası’nda bir toplama kampından kaçan 7 tutuklunun öyküsünü anlatır. Seghers, büyük takibi ve tutukluların kaçış serüvenini anlatırken, onların geçmiş yaşamlarını ve ilişkiye girdikleri insanların dünyalarını ve Alman halkının ruh halini de romana katar. Yedinci Şafak, aslında, bütün bir Almanya tablosu çizmekte ve faşizmin diğer halklara saldırmadan önce nasıl bir vahşilikle Alman halkına saldırdığını göstermektedir.

‘Yedinci Şafak, bir roman değildir; Almanya’da faşizmin egemen olduğu yıllarda çekilen korkunç işkencelerin, acıların, ama bunların yanı sıra da bütün baskılara rağmen, özgürlük tutkusundan vazgeçmeyen insanların görkemli destanıdır.‘
TRANSİT

1944 yılında İspanyolca çevirisi yayınlanan, yazıldığı dil olan Almanca’da ancak 1948’de basılabilen ‘Transit’, insanlığın değişmeyen sorunlarından mülteciliği işler. Avrupa’yı çiğneyen Nazi ordularından kaçan ve sığınacak ülke arayan değişik uluslardan yüzbinlerce insanın serüveninden bir kesiti kapsayan Transit, yansıttığı sorunla güncel, anlatım tekniğiyle çağdaştır. Anna Seghers, kendisinin de yaşadığı toplama kampından kaçma, yurdunu bırakma, yabancı bir ülkede kaçak yaşama, kurtuluş yolu olarak uzak bir ülkeden vize almayı denerken karşılaşılan bürokratik zorluklar gibi konuları anlatmakla yetinmez. İnsanın güçlüklerle karşılaştıkça bilenen direnç duygusunun da altını çizer. Transit, yalnız mülteciliğin değil, faşizme karşı mücadelenin de romanıdır.
ÖLÜLER GENÇ KALIR

‘Ölüler Genç Kalır’, Almanya’nın 1918-1945 yılları arasında yaşadığı süreç ve değişimi anlatır. Okur, Almanya’daki sınıfları, sofralarından tasalarına, sevinçlerinden düşlerine tanıyacağı, kanlı canlı kişilerle tanışır. Bu kişiler yoluyla pek az bilinen tarihsel gerçekler de (Afrika ve Milliyetçi Çin’e paralı asker olarak giden Alman subayları vb.) açığa çıkar. Spartakist ayaklanmasından İkinci Dünya Savaşı’nın son yıllarına uzanan süreçte Almanya’daki sınıfların faşizmle ilişki ve çelişkileri öteki ulusların ve yönetimlerin anlaşılması için de bir ölçü getirir. Kurşuna dizilen genç bir Spartakist’in serüveni, bize işçi-örgüt-ücret-grev-davranış ilişkilerinden, sınıf değiştirme heveslerine güncel birçok sorunu açıklar. Seghers, tezleri romanlaştırmak yerine yaşananlardan tezler çıkarmayı yeğler. İnsanları suçlamak yerine yargılayıp irdeler. ‘Ölüler Genç Kalır’, karanlık bir dönemi anlatır. Gizli bir ışıkla aydınlanır bu dönem: Emeğin ilkelerinin egemen olacağı bir dünyanın ışığıyla.

( Kaynak: Ekmek ve Gül )

Editör: Haber Merkezi