ANKARA - Lozan Antlaşması’nın 99’uncu yıldönümünde Kürtlerin dinamik bir siyaset yürüttüğüne dikkati çeken tarihçi Sedat Ulugana, Kürtlerin yeni yüzyılda hiçbir şekilde statüsüz bırakılamayacağını vurguladı.  

Birinci Dünya Savaşı ardından galip gelen devletler ile yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti arasında 24 Temmuz 1923’te İsviçre’nin Lausanne (Lozan) kentinde imzalanan Lozan Antlaşması'nın üzerinden 99 yıl geçti. Lozan, her ne kadar Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi tarih belgelerine “zafer” olarak tanımlansa da Ortadoğu coğrafyasındaki halklara, inançlara karşı inkar ve asimilasyonun sistematik olarak da devreye konulduğu tarih oldu. Kürt coğrafyasının dörde bölündüğü antlaşma ile birlikte kardeş olan halklara sınırlar çizildi. Türkiye Cumhuriyet’inin kuruluşunda asli unsur olan Kürtler, Lozan ardından ulus devletin inşasıyla birlikte statüsüz bırakıldı, baskı, saldırı ve katliamlarla yüz yüze kaldı.

ÖZERKLİK AÇIKLAMASI

 Lozan Antlaşması’na kadar yürürlükte olan 23 Nisan 1920’de kabul edilen 1921 Anayasa’sında ise Kürtlerin özerkliğini kabul eden hükümler yer aldı. Lozan görüşmelerinin başladığı dönemde 14 Ocak 1923’te Batı Anadolu’da geziye çıkan Mustafa Kemal, gazetecilere özerkliği şu sözlerle tanımladı: “Başlı başına bir Kürtlük düşünmektense, bizim Teşkilat-ı Esasiye Kanunu gereğince zaten bir tür yerel özerklikle oluşacaktır. O halde hangi livanın halkı Kürt ise, onlar kendi kendilerini özerk olarak idare edeceklerdir.”   

Lozan görüşmelerinde Türkiye’yi temsil eden İsmet İnönü, Dr. Rıza Nur ve Hasan Saka başkanlığındaki 27 kişilik heyette Kürtleri temsilen yer alan isim Diyarbakır Milletvekili Zülfü Tigrel’di. Tigrel, her ne kadar Lozan’a gitse de Kürtlerin görüşüldüğü oturuma katılması hastalığı gerekçe gösterilerek engellendi.

İNKARA KARŞI MÜCADELE

Lozan Antlaşması ardından ilan edilen Türkiye Cumhuriyeti, 1921 Anayasası’ndan uzaklaşarak, yeni Cumhuriyet için “ulus devleti” esas alan 1924 Anayasası’nı Meclis’te kabul etti. Anayasa’daki “Devlet Türk’ten başka millet tanımız” tanımıyla Kürtler inkar edildi ve sistematik bir şekilde asimilasyon ve imha politikalarına maruz bırakıldı. Kürtler, kendilerine dayatılan imha ve inkara karşı mücadeleyi hiç bırakmadı. İnkara karşı Şeyh Sait (1925), Ağrı-Zilan (1930), Dersim (1937) gibi 28 isyanla gündeme gelirken, son olarak Abdullah Öcalan öncülüğünde kurulan PKK’nin başlattığı mücadele “29’uncu isyan” olarak tarihe geçti.

Lozan Antlaşması’nda Kürtlerin ırka -Türkçülüğe- dayalı bir ulus devlet inşa edileceğinin farkında olmadığını dile getiren tarihçi Sedat Ulugana, Kürtler Lozan’ı Osmanlı ile Avrupalı yani İngilizler arasında imzalanan bir antlaşma olarak gördüğünü ve buna güçlü destek verilmesi gerektiğini düşündüğünü belirtti. Lozan ardından Cumhuriyet ilanıyla birlikte bir ulus devletin inşa edildiğini de hatırlatan Ulugana, “Kürtler, Türklüğü temel alan bir devletin kurulacağını bilselerdi belki itirazlar daha farklı ve daha güçlü olabilirdi. Lozan öncesi Sevr Antlaşması’nda Kürt siyaseti bir tavır sahibidir. Lozan’a aykırı bir şekilde sınırları muğlak olsa da bir otonom tanımı Sevr’de vardır. Hatta Lozan tartışmalarının yürütüldüğü birinci Meclis’te Yusuf Ziya bey ve Hasan Ali bey ‘Siz nasıl Musul’u Misak-ı Milli’nin dışında bırakırsınız’ diyerek, Kemalistlere yüklenirler. Lozan’da ‘Musul’u nasıl dışarıda bırakırsınız’ diyen Kürt vekilleri tasfiye edildikten sonra yeni kurulan Cumhuriyet’in artık bir ulus devlet olduğunu fark ederler” dedi.

İLK KARŞI ÇIKANLARDAN CİBRANLI XALİT BEY

Lozan’da Kürtlerin, yeni oluşacak Cumhuriyet’te asli unsur olarak görüldüğünü de vurgulayan Ulugana, “Kürtler meselesi ortaya geldiğinde İsmet Paşa, ‘Ben Kürdüm, Türkiye Cumhuriyeti adına buradayım’ diyor. Ulus devlet tahayyülü Kürtler nezdinde yok. O dönemde bu antlaşmaya dair Cibranlı Xalit beyin bir itirazı var. Antlaşmaya destek telgrafı çeken hem aynı aşiretten hem de akrabası olan bin başı Kasım beye (daha sonra Şeyh Said’i tutuklatan kişi); ‘Ben geçen gün Cibran aşireti adına destek telgrafını İstanbul gazetelerinden okudum, sen nasıl aşiret adına telgraf çekersin’ der. Bu anlamda da bakıldığında geniş Kürt kitlesinin bu antlaşmadan haberi yok. Kürt elitlerinin Kürt halkının kaderiyle oynadığını söyleyebiliriz. Hatta birinci Meclis’te ‘Musul’u nasıl verirsiniz?’ diyen Kürt milletvekilleri tasfiye olduktan sonra isyanlara katılır ve idam edilir. O dönemde ulus devletin inşa edileceğini belki birkaç İttihatçı milletvekili bilir. Bunlardan biri İlyas Sami bey, Muş vekilidir. Ermeni Soykırımı’nda da ismi geçer. Lakabı Topalzade’dir. Muşlular hala ‘topalzadeler köprü olsa üzerinden geçmeyin’ der. Bu adamlar kod olarak devletçidir ve sonuna kadar destekliyorlar. Cumhuriyet’in kuruluşu itibariyle Türklükten sadece bahsedilmesinin görülmesi ardından artık tren kaçmıştır. Azadi örgütlenmeye çalışılacak, sonrasında Şeyh Said isyanına dönüşecektir” ifadelerini kullandı.

‘TÜRKİYE HALA MUSUL İÇİN GÜÇ YIĞIYOR’

O dönemde Mustafa Kemal’in Musul’u almak istemediğini, bugün ise AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın sık sık dile getirdiği Musul tartışmalarına dair Ulugana, Güney’de bulunan Musul’daki Kürtlerin asimile edilmesinin mümkün olmadığının devletin resmi raporlarına da yansıdığını dile getirdi. Ulugana, şöyle devam etti: “İngilizlere Ermeni, Kürt, Rum meselesinin konuşulmaması için ‘sus payı’ olarak Musul veriliyor. İngilizler de Musul’u aldıktan sonra Kemalistlerin Anadolu merkezli Cumhuriyet’ine hiçbir şekilde karşı çıkmaz, çoğu yerde yardımcı olur. ‘Devletinizin başkentini İstanbul’dan Ankara’ya taşıyın’ diyen Lord Curzon’dur. Musul daha sonra tamamen İngilizlere bırakılır. Bugünkü politikada Irak coğrafyasında oluşabilecek herhangi bir kaos, iç çatışmada Türkiye’nin fırsatı değerlendirmek istemektedir. Bugün ‘PKK ile savaş’ adı altında yürütülen operasyonlar sadece güçlü bir argümandır. Nihai hedef Irak’ta oluşacak çatışma ortamında güçleriyle birlikte meseleye müdahale edip, Musul vilayetini tekrar Misak-i Milliye dahil etmek düşünceleri olduğu ayyuka çıkıyor” ifadelerini kullandı.

‘TÜRKİYE’NİN SİYASETİ TUTMADI’ 

Ulugana, bugün AKP-MHP’nin izlediği Neo-Osmanlı politikası açısından Arap Baharı’nın bir fırsat olarak görüldüğünü ancak gelinen aşamada ise istenilen sonucun alınmadığını dile getirdi. Ortadoğu’da gelişen Arap Baharı ardından müdahale edilen alanların tamamının Osmanlı’nın himayesinde olmasının tesadüf olmadığının altını çizen Ulugana, ancak gelinen aşamada bu politikanın tutmadığını belirtti. Türkiye’nin şu anda Suriye’de meşru bir güç olmadığını vurgulayan Ulugana, “Özellikle Kuzey Afrika’dan Halep’e kadar devletin politikasının an itibariyle başarı sağlayamadığını söyleyebiliriz. Devletin kurucu kodları bakidir ve fırsat buldukça bu coğrafyalarda etkinlik sahibi olmaya çalışacaktır. Ancak Türkiye’nin Kürtlere dönük siyasetinde de başarı elde edemediğini görüyoruz” dedi.

‘LOZAN TÜRKİYE’NİN SİGORTASI’

AKP’nin her söyleminde 2023’ü işaret etmesi ve Lozan’ın yüzüncü yılında bitip, bitmeyeceğine dair tartışmalara Ulugana, şöyle yanıt verdi: “Lozan Antlaşması’nın orijinal metnini hem İsviçre, hem de Fransız arşivlerinde incelemek mümkündür. Osmanlıca nüshası da var. Hiçbirinde bu antlaşmanın süresi yok. 2023’te de Lozan Antlaşması’na dair bir şeyler değişmeyecek. Lozan Antlaşması’na hala Ortadoğu’da bütün güçler sarılmış durumda. Lozan, bir zamanlar Osmanlı’nın bakiyesi olan Kürtler, Ermeniler, Rumlar ve diğer halkların haklarını reddeden noktada ulusal bir cumhuriyeti öngörüyor. Lozan Türkiye Cumhuriyeti’nin de bir anlamda ‘sigortası’dır. Lozan’ın sonsuz bir sigorta olduğunu görüyoruz.”

‘KÜRTLERİN HAKLI TALEPLERİ’ 

Yeni yüzyılda Kürtlerin özgürlük taleplerine dair Ulugana, şöyle konuştu: “Hem Baas, hem de İran’ın Molla rejimi Kürt meselesinin artık bir şekilde çözülmesine yavaş yavaş yaklaşmışlar. Dünya siyasetine bakıldığında, siyasete bu kadar dinamik bir şekilde dahil olan ve ulusal duyguları gelişkin Kürt halk gerçeğine Lozan çerçevesinde yaklaşılamayacağını görüyoruz. Kürtler, bu yüzyıl hiçbir şekilde statüsüz bırakılamaz. Bugün dört parçada özgürlüğünü talep eden bir Kürt gerçekliği var. Ulus devlet çözüm değil. Kürtler, ulus devleti kendi özgürlük sorunlarının başlangıcı anlamında görüyor. Devletlerin parçalanma fobisini de bir kenara bırakırsak, Kürtler tarihi kayıtlara göre coğrafyasında kadim bir halktır. Kürtlerin talepleri çok insani ve haklı bir noktadır. Haklı ve insani taleplerin karşısında hiçbir güç duramaz.”

MA / Berivan Altan

Editör: Haber Merkezi