Hukukçu Eylül Yaylacı, bugünkü köşe yazısında 'Hafıza Tazelemek ve Bugünü Daha İyi Anlamak Üzerine' başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Hafıza Tazelemek ve Bugünü Daha İyi Anlamak Üzerine;
Türkiye’nin temel sorunu olan Kürt meselesinde, bu zamana kadar farklı dönemlerde barış veya çözüm adı altında farklı deneyimler yaşanmış ancak devletin demokratikleşme adına adımlar atmaması ve bu süreçlerde samimi olmaması nedenleriyle bu süreçler çatışmaların daha da artmasıyla sonuçlanmıştır.
Gelinen aşamada Suriye’deki değişimden sonra Türkiye’nin içerde ve dışarda siyaset değişikliğine gittiğini görüyoruz. Suriye’de cihadist ve radikal unsurlar eliyle Rojava’daki Kürt kazanımını ortadan kaldırmak, iç siyasette de adına daha “Süreç” dahi diyemedikleri tek taraflı bir insiyatifle, Öcalan’ın çağrı yaparak örgütün feshedilmesi gibi bir yol izlendiği görülmektedir.
Türkiye eğer Suriye’deki değişimden sonra sıranın kendisine geleceği endişesi taşıyorsa, aynı endişeyi İran’ın daha çok taşıdığı da bir gerçekliktir. Bu durumda İran’ın savaş yolunu seçmeden örneğin Suriye içerisindeki dinamiklerle arka plandaki diplomasiyi geliştirmesi veya kendi devletindeki Kürt meselesi hakkında siyaset ve paradigma değişikliğine gitmesi vb yollarla, kendisi için kurgulanmış planları boşa çıkarmak yoluyla Ortadoğu’da bir aktör olmaya devam etmesi gibi bir seçenek de mevcuttur. Türkiye’nin de tam olarak böyle bir siyaset izleyerek endişelerinden kurtulma yolu varken hala “kadife eldiven içerisinde demir yumruğa” vurgu yapan bir yerde duruyor olması ülkenin geleceği açısından çok talihsiz bir yaklaşımdır. Öte yandan böylesi bir zihniyete karşı Kürt tarafının, “Ortadoğu’daki 50 milyon kürdün yüzü Türkiye’ye bakıyor” şeklindeki bir yaklaşımı ise Kürt çevrelerince bir o kadar talihsiz bir açıklama olarak değerlendirilmiştir.
“Erdoğan sürecin neresinde? Temkinli durmasının sebebi sürecin nereye evrileceğini görmek istemesidir.” diyen bir anlayış, Kürt sorununun çözümü ve kalıcı barış meselesinin, siyasi hesaplara ve konjoktürel çıkarlara heba edilmeyecek kadar önemli ve tüm bunlardan bağımsız ele alınması gereken bir sorun olduğunu anlamaktan uzak bir yaklaşımdır.
Mevcut süreç de daha önceki süreç gibi heba edilecekse, bu dönemin eski dönem olmadığını, Kürtlerin de eski Kürtler olmadığını hatırlatmak gerekiyor. Kürtlerde siyasi bir birikim, ideolojik ve politik bir yoğunluk olduğu artık herkesin malumu. Ayrıca bu politik ve ideolojik gelişmeyi destekleyen güçlü bir halk desteği de var. “Kürtler kendi nesillerini doğru yetiştiren, dünyanın genel değerleri ile entegre olan ve kartlarını doğru oynayan bir millet olarak Ortadoğu’nun yükselen yıldızı durumundadırlar” değerlendirmesi doğru ve yerinde bir tespittir.
Bu iş sadece Kürt tarafının istemesiyle olmaz tabi. Tüm toplumun sadece izleyen ve seyirci pozisyonunda olmaması için öncelikli olan toplumun sorunun çözümünde özne olmasıdır. Bunun için de önce toplumsal güvenin sağlanması, daha sonra bu sürecin kalıcı hale gelebilmesi için toplumun ikna süreci ve bu işin yasal boyutu olarak meclis zemininden oluşan bu aşamalar paralel ilerleyemezse samimi bir barıştan bahsedilemeyeceği açıktır.
Hikaye sadece Kürtlerin yüz yıllık bir eşitlik talebi değildir, önemli olan bağlı oldukları devletlerin bu talebe ne cevap verdiğidir. Bu hak talebinde sadece Kürt bölgesi değil İstanbul Ankara’da kaybetmektedir.
Öncelikle Kürtlerin kendi içinde bir ortaklık inşa etmesi gerekiyor. Ulusal birliğe en çok ihtiyaç duyulan bir dönemden geçiyoruz.
Kürtleri yok etmek isteyen güçler, en büyük desteği Kürtlerin parçalanmışlığından alıyorken, önemli bir kavşaktan geçen Kürt halkı için bu önemli süreçte birlik siyaseti her zamankinden daha fazla öne çıkmakta ve acil bir ulusal tavır olarak kendini dayatmaktadır. Milli ittifaktan mahrum olmak Kürtlerin kadim problemidir. Bu yüzden yok olma tehdidi ile karşı karşıya kalıyoruz. Bugün ise Kürt milli ittifakının temeli Rojava’da atılıyor.
Artık tekil ulus anlayışı yani tek millet - tek kültür anlayışı terk ediliyor. Yeni dünya düzeninde çoğul ulus anlayışı yani çoklu etnik, inanç, kültür anlayışı günümüzün bir gerçeğidir.
Ulus devletlerin kendi içindeki çoklu yapıya cevap olamadığı durumlarda, onların kendilerini yönetmelerine izin vermek yoluyla özerklik gerçeği ile karşı karşıya kalınmıştır. Yoksa en son Suriye örneğinde görüldüğü üzere sonu kaos, çatışma ve yok oluşlarla sonuçlanmıştır.
Suriye’de bir teröristler yapısı yönetimi ele geçirmiştir. Suriye’yi tamamen radikal islamcı Araplara bırakmanın kalıcı ve sağlıklı olamayacağı gerçeği tüm çevrelerce sıklıkla dile getirilmektedir. Kürtlerin seküler yapısıyla kadın özgürlükçü siyasetinden dolayı yönetimde dengeleyici bir güç olarak gerekliliğine bu nedenle vurgu yapılmaktadır.
“Emperyal güçlerce yeni Suriye’nin inşasında önemli bir aktör olan SDG’nin kontrolündeki yerlerde, Türkiye hâkimiyetini kurmak istediği için Bahçeli eliyle Öcalan kartı ortaya atıldı” yönündeki görüşler epeydir dolaşımda varlık göstermektedir.
Bu görüş, SDG’nin Suriye’deki ağırlığını ve gücünü bilmeyen veya kabul etmek istemeyenlerin görüşüdür. Batı dünyasının SDG yönetimi hakkındaki sadece son günlerdeki açıklamalara bakmak bile durumun gerçekliğini anlamak için yeterlidir.
ü Almanya ve Fransa dış işleri bakanları aynı açıklamayı yaparak, “IŞİD’le mücadele için Kürt özgürlük savaşçılarının desteklenmesi ve kazanımlarının korunması gerekir” dedi.
ü ABD, Suriye’den çekilmeyeceklerini ve Suriye’nin Kuzey ve Doğu bölgesinde Kürtlerin haklarının korunması gerektiğini defaten açıkladı.
ü Yakın zamanda resmi bir Alman heyeti, “Suriye’nin Kürt bölgesinde Esat rejiminin onlarca yıllık ihmali, yıllarca süren iç savaş, IŞİD’e karşı mücadele ve Türkiye ile devam eden gerilimlerle belirginleşmiştir. Ancak şimdi Kuzey – Doğu Suriye için değişim fırsatı bölünmeyi ve ayrılığı aşma, yoksulluğun üstesinden gelme ve müreffeh bir Kürt bölgesi inşa etme şansı doğuyor. Bunun için ulusal diyalogda güçlü bir Kürt sesi talep edilmeli ve bu şimdi başlamalı” açıklamasını yapmıştır.
Görüldüğü üzere Suriye’nin yeni yönetiminde SDG ve Rojava’nın etkin ve yetkin bir durumda olmasını batı dünyası açıkça desteklemektedir. Türkiye’yi endişelere sevk eden de tabi ki bu gerçekliktir. Trump’ın Erdoğan’ı öven ama sadece pragmatist kişiliğinin ürünü olan sözlerine güvenen iktidar, zafer kazanma edasıyla devreye koyduğu “blöf siyaseti” yoluyla mevcut imkânları lehine çevirmeye çalışıyor ise de, dünya düzeninin Suriye ve bölge için öngördüğü realiteyi değiştirmeye gücü yetmeyecektir.
Günün sonunda, iktidar ve devletin gücünün, onun mağdurlarının güçsüzlüğünden daha doğrusu kendileri için bir güç olamamalarından geldiği bilinen bir gerçektir. Aslında tam bir kâğıttan kaplan olduğu, devlet tarihinin en büyük ekonomik ve siyasi krizini yaşadığı, sağlam bir dokunuşla bütün sistem ve paradigmanın çökme noktasına geldiği ve sadece birilerinin “Kral Çıplak” demesine bağlı olduğu sanırım abartılı bir değerlendirme olmayacaktır.
Bu yüzyılın Ortadoğunun yükselen yıldızı Kürtlerin yüzyılı olması temennisi ile.
20.01.2025
EYLÜL YAYLACI