Partisinin grup toplantısında ilk konuşmasını yapan HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, ‘Yarın HDP İmralı Heyeti ile hükümet heyetinin ‘çözüm süreci’ dönemindeki Dolmabahçe Mutabakatı’nın açıklanmasının yıldönümü. Burada dile getirilen taleplere baktığımızda, emekten kadına, doğaya, toplumun tüm kesimlerine eşitlik ve özgürlük vaat ettiğini görüyoruz. 7 Haziran sonuçlarını içine sindiremeyen iktidar, savaş siyasetiyle bugünkü tabloyu yaratmıştır’ dedi

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, seçildiği büyük olağan kongre sonrası ilk kez partisinin haftalık grup toplantısında konuştu. Temelli, “Binlerce yoldaşımız bugün cezaevlerinde ve sorun giderek derinleşiyor. İşkence önemli bir gündem haline geliyor. Bu konudaki itirazlarımıza rağmen hükümetin duyarsızlığı devam ediyor” dedi.

‘Tanklardan medet umuyorlar’

Yarın ölüm yıldönümü olan yazar Yaşar Kemal’i anarak konuşmasını sürdüren Temelli, 28 Şubat 1997’de yaşanan postmodern darbeye de değindi. Temelli, şunları söyledi: “28 Şubat denilince ilk akla gelen postmodern darbe. Belki de aklımızda kalan en önemli görüntü de sokaktaki tanklar hala. Dün Sincan sokaklarında bugün Efrin sokaklarında, halen o tankların fotoğraflarını, görüntülerini gösteriyorlar. 1997’de o tankların mağduru olanlar bugün o tanklardan medet umuyorlar. 1997’deki iklim o darbe mekaniği bugün başka vesileyle karşımıza çıkıyor.”

‘Demokrasi ve barış hepimiz için’

97’deki postmodern darbenin önce üniversiteleri hedeflediğini ifade eden Temelli, “O gün üniversitelerde barış mücadelelerini sürdürenler kararlı şekilde mücadelelerini sürdürdüler. Özgürlük hepimiz içindi demokrasi ve barış hepimiz içindi. Türban takan kadınlara karşı Ergenekon aklı bir rektör ‘ikna odaları’ kurdu. İnsanları türban takmaktan caydırmak için. Ogün türbana özgürlük diyerek yaşam hakkını ifade hakkını savunarak biz bu darbeci zihniyete karşı mücadele ettik. Özgür üniversite mücadelesiydi bu. Özerk demokratik üniversite mücadelesiydi, topyekûn bütün emekçilerinin mücadelesiydi. Türbanıyla türbansızıyla yeter ki orada özgür fikirler bir araya gelsin, yeter ki özgür bilim yapılabilsin. Bugün de üniversitelerde saldırılar sürüyor. O gün nasıl insanlar üniversitelerden uzaklaştırıldıysa bugün bu sayı binlere ulaştı, hiçbir gerekçe gösterilmeden. Bir üniversite kıyımını bu OHAL döneminde de birlikte yaşadık. Sadece KHK ile ihraç edilenler değil soruşturma açılan binlerce akademisyen söz konusu. Hangi akademisyenler? Toplumun bilim hakkını, özgür bilimi savunan akademisyenler” diye konuştu.

‘İktidar, üniversitelere kendi kadrolarını yerleştirme peşinde’

Barış akademisyenlerinin de karşı karşıya kaldığı linçe dikkat çeken Temelli, “O akademisyenler şunu da savunuyor: Bir ülkede barış yoksa bilim de olmaz. Dolayısıyla da onlar aynı zamanda barışı da savunuyorlar. ‘Bu suça ortak olmayacağız’ dediler, bunun da bedeli ceza oldu. Aynı kürsüde onur duyduğum Prof. Dr. İzzettin Önder’e hapis cezası verildi. Neden? Barışı savunduğu için. Bir bilim insanı savaşı mı savunacak? Bilimi toplum için yapanlar tabi ki barışı savunacak. O nasıl ki 97’de postmodern darbe döneminde özgürlükleri savunuyordu, bugün de barışı savunacaklar. Bu cezalar, bu iktidarı utanç hanesine yazılacaktır. Üniversiteye yönelik müdahaleler bununla sınırlı değil. İktidar, üniversitelere kendi kadrolarını yerleştirme peşinde. Bir gecede nasıl rektörlük seçimi ortadan kaldırılmışsa bir anda 30 bine yakın yardımcı doçent özlük haklarını kaybetti. Cumhurbaşkanı soruyor: ‘Allah aşkına bu yardımcı doçentlik nedir?’ Sen anlamazsın tabi bunu, sende daha diploma bile yok” ifadelerini kullandı.

İktidat 7 Haziran’ı içine sindiremedi

Temelli, yarının aynı zamanda HDP İmralı Heyeti ile hükümet heyetinin “çözüm süreci” dönemindeki Dolmabahçe Mutabakatı’nın açıklanmasının yıldönümü olduğunu anımsattı. Bunun bir başka 28 Şubat fotoğrafı olduğunu kaydeden Temelli, “Tam da bu fotoğrafa itirazdır Dolmabahçe Mutabakatı. Yani darbe mekaniğine karşı toplumun bir arada yaşayacağı demokratik cumhuriyet özlemiyle oluşmuş bir demokratik mutabakattır. Burada dile getirilen taleplere baktığımızda, emekten kadına, doğaya, toplumun tüm kesimlerine eşitlik ve özgürlük vaat ettiğini görürsünüz. Yol gösteren bir 10 maddedir. Bu maddeler üzerinden hareket etmek ki Dolmabahçe Mutabakatı 2015’tedir, o yıla gelene kadar süren bir kaç yılda tüm toplumda yükselen bir umut vardır. Bir beklenti vardır, barış umudu vardır, dolayısıyla Dolmabahçe Mutabakatı ortak vatanda demokratik cumhuriyet için büyük fırsattır. Mutabakat reddedilmiş, masa dağıtılmış, tecrit başlamıştır. 7 Haziran sonuçlarını içine sindiremeyen iktidar, savaş siyasetiyle bugünkü tabloyu yaratmıştır” şeklinde konuştu.

‘Madem büyüyerek yoksullaşıyoruz, o zaman büyümesek mi?’

Gizli işsizliğin hızla arttığına dikkat çeken Temelli, şöyle devam etti: “Güvencesiz çalışma biçimleri her gün hayatımıza giriyor. Bu aslında yaygın bir yoksulluğu getiriyor. Türkiye büyüyor insanlar yoksullaşıyor, işçiler yoksullaşıyor, halk fakirleşiyor, Türkiye büyüyor. Peki, bu büyümenin hayrı kime? Neden o zaman böyle büyüyoruz. Madem büyüyerek yoksullaşıyoruz, o zaman büyümesek mi? İşte iktidar aslında bu büyümeyi kendi siyasi ikbali için önemli görüyor ama diğer taraftan haksız zenginleşmenin aracı haline getirmiş. Hem aile çevresiyle hem yakın çevresiyle bir haksız zenginleşme, yolsuzluk ekonomisi, hatta suç ekonomisiyle karı karşıyayız. Devam ediyor ekonomideki yıkım. Son örneği bildiğiniz gibi şeker fabrikalarının özelleştirilmesi. Aslında AKP iktidarı özeleştirmeler konusunda çok başarılı. 2003-2007 arasında 60 milyar dolarlık özelleştirme yapmış. Para nerede? Yok. Peki sorunlar? Çok. 60 milyar dolarlık bu özelleştirmenin karşısında Türkiye ekonomisinin hiçbir yapısal sorunu çözülmemiş. O zaman da çözülemeyeceğini söylemiştik.”

‘Ne varsa savaşa finanse etmek için satıyorlar’

Gündemde olan şeker fabrikalarının özelleştirilmesine de değinen Temelli, şunları söyledi: “Neden gündeme geldi bir anda? Bir, artık ne varsa satıyorlar savaşı finanse etmek için; iki, mısır şurubu olarak adlandırılan ürünü üreten büyük firmalar şeker üretimini yok etmeye çalışıyor. Kendi ürününün satılabilmesi için çevre ülkelerde şeker üretimini ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Bugün şeker pancarı üretiminden sadece çiftçiler geçinmiyor yaklaşık 1 milyon insanı etkileyen bir karar. Diyorlar ki şeker fabrikaları zarar ediyor. Peki, çiftçiler, tedarikçiler, halk sağlığı ne olacak? Kaldı ki şeker fabrikalarının öyle anlatıldığı gibi büyük bir zararı yok. Burdur Şeker Fabrikası, 18 milyon karımız var diyor. Ama kimse bilmiyor ki 18 milyona kaç SİHA alınır?”

‘Savaş siyasetine ihtiyaç duyuyorlar’

Efrin’e dönük saldırıların da bu savaş politikalarıyla doğrudan bağlantılı olduğunu ifade eden Temelli, şunları söyledi: “Bu savaş siyasetinin yarattığı topyekûn bir toplumsal maliyettir. Bu savaşın etkisi Türkiye’nin her yerindedir. Her gece televizyon ekranlarında öyle bir Efrin’den bahsediliyor ki sanıyorsunuz Afrika. Oysa ufacık bir ilçe. Efrin’e sığınanların nüfusu 350-400 bin arasında. Başbakan diyor ki ‘350 bin Efrinliyi Efrin’e geri göndereceğiz.’ Efrinli Efrin’den çıkmamış ki, sen kimi göndereceksin? Halkın gözünün içine baka baka yalan söylüyorlar. Çünkü savaş siyasetine ihtiyaç duyuyorlar. Efrin küçük bir ilçe NATO’nun ikinci büyük ordusu 40 gündür televizyon ekranlarında haberciler genelkurmay harekat dairesi uzmanı gibi hiçbir sivilin ölmediğini anlatıyorlar. Oysa savaşta siviller ölür. Efrin’de de siviller ölüyor, çocuklar ölüyor. BM kararının sadece doğu Guta’da değil Suriye’nin her yerinde uygulanmasını ve Efrin’de ateşkes koşullarına bir an önce uyulmasını istiyoruz. Bu bir aylık sürenin çözüm konusunda adın atılacak bir fırsata dönmesini istiyoruz. Bu konuda da Türkiye’yi sorumluluk almaya çağırıyoruz. Çünkü Suriye’nin durumunda Türkiye’nin sorumluluğu vardır, bunun müsebbibidir. ‘Stratejik derinlik’ diye başladığınız süreç Suriye’yi içinden çıkılamaz bir hale taşımıştır. Bunu durduracak olan bizleriz. Yani Suriye’de, dünyanın her yerinde savaşa karşı çıkanlar, bunu durdurabiliriz. BM kararı acilen uygulanmalıdır.”



‘SİHA’lar düştükçe kazananlar var’

“Bu savaşın rantı kime gider?” diye soran Temelli, “Bu savaştan kim yararlanır, kim zenginleşir? Bu savaşın bedelini kim öder? Diyor ya ‘Erdoğan SİHA’lar düşsün, düşsün ki SİHA satalım. Savaşın rantı kime gider? Savaştan kim kazanır? SİHA’lar düştükçe kazananlar var. İyi ki damat yolcu uçağı üretmiyor. Savaşın bedelini yoksullar öder, o savaşta ölenlerin cenazelerinin gittiği mahallelere baktığınızda kim savaşın bedelini ödüyor, tüm çıplaklığıyla ortada. Çocuklar kendilerini koruyamayacak durumdalar ama çocuklar savaşta ölmesin demek bir yana, çocukları istismar eden bir zihniyetle karşı karşıyayız. Mitingdeki o sahneyi birlikte izledik. 5 yaşında bir çocuğa asker kıyafeti giydirmişsiniz. Toplumu militarize etme ruhunu çocuğa kadar taşımışsınız” dedi.

‘Bizim baraja alerjimiz var’

AKP ve MHP arasındaki seçim ittifakını ön gören kanun teklifine ilişkin de “Referandumda ortaya çıkmış ne kadar şaibe varsa bütün bunlara yasal zemin hazırlanmaktadır” diyen Temelli, şöyle devam etti: “Şaibeli bir seçimin meşruiyeti nasıl sağlanır üzerinden bir seçim yasası ile karşı karşıyayız. Barajı geçme olasılığı olmayan, yüzde 5’in altında oy alma olasılığı yüksek olan bir parti ile ittifak yapıyor, onun için baraj sorununu ortadan kaldırıyorsunuz. O parti için temsilde adaleti sağlamış oluyorsunuz. İttifak yapmayanlar, barajı geçmek zorunda. Bir de onlara yol gösteriyorsunuz, diyorsunuz ki siz de ittifak yapın. Böyle denilince bütün partiler telaşlanıyor; HDP ile yan yana mı duracağız. İktidar da bunun üzerinden konuşuyor. Bizim için böyle bir sorun yok. Bizim baraja alerjimiz var. Nerede bir baraj varsa yıkıyoruz. 7 Haziran’da yıktık, 1 Kasım’da yıktık, yine yıkacağız.”Kaynak: MA
Editör: Haber Merkezi