İSTANBUL - Basın ve ifade özgürlüğüne baskının çok yönlü olduğunu belirten P24 Direktörü Fatma Demirelli, her ay ortalama 60-70 gazetecinin yargılandığını ifade etti. 

Expression Interrupted platformu tarafından hazırlanan İfade ve Basın Özgürlüğü Gündemi raporlarının yedincisi geçtiğimiz haftalarda yayımlandı. Dava ve açık kaynak takip çalışmaları sonucunda elde edilen veriler doğrultusunda hazırlanan rapor, 2022’nin Temmuz, Ağustos ve Eylül aylarını kapsıyor. Söz konusu dönem adli tatilin olduğu aylara denk geliyor.Rapor adli tatili kapsasa da aynı dönem içinde 8 Haziran’daki operasyonla gözaltına alınıp tutuklanan 16 Özgür Basın çalışanı gazeteci de raporda yer alıyor. Öte yandan Ekim ayında Ankara tutuklanan meslektaşımız bu rapor kapsamında olmadığını not olarak düşmek gerekiyor.

Rapora göre, özetle, 2022 yılının üçüncü çeyreğinde 51 davada 73 gazeteci hâkim karşısına çıktı. Mahkumiyetle sonuçlanan 10 davada 11 gazeteciye toplam 30 yıl 11 ay 11 gün hapis cezası verildi. Yargılanan gazetecilerden sadece beşi beraat etti. En az 23 gazeteci haber takibi esnasında polisin fiziksel şiddet ve tehdidine maruz kaldı.

Yargılamalarda gazetecilere en fazla “örgüt propagandası yapmak”, “örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek” ve örgüt üyesi olmak” üzere “terör” suçlamaları yöneltildi. Bunların ardından en sık yöneltilen suçlamalar ise “2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet etmek,” “kamu görevlisine hakaret” ve “Cumhurbaşkanına hakaret” oldu.

P24 Bağımsız Gazetecilik Platformu Direktörü Fatma Demirelli, gazetecilere ve gazeteciliğe yönelik baskıları, önceki iki çeyreğe kıyasla baskı ve ihlallerdeki değişiklikleri anlattı.

2022'nin ilk iki çeyreğine kıyasla Türkiye'de basın ve ifade özgürlüğü nasıl bir ivme izliyor, verileriniz bize ne söylüyor?

Özellikle son iki yılda kronik bir hal aldığını, sahada haber takip etmenin polis müdahaleleri nedeniyle adeta imkansız hale geldi.

Her şeyden önce Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğüne yönelik baskıların çok yönlü ve yoğun olduğunu görmekteyiz. Gazetecilere yönelik dava ve soruşturmalar bu alandaki en yaygın ve güçlü baskı araçlarından biri. Biz üç aylık İfade ve Basın Özgürlüğü Gündemi raporlarımızı yayımlamaya geçen yıl başladık. O zamandan beri elde ettiğimiz veriler yargılamaların ülke gündeminde yeterince yer bulamasa da hız kesmeden devam ettiğini gösteriyor. 

Rakamlarla ifade edecek olursak, her ay ortalama 60-70 gazetecinin yaptıkları iş nedeniyle yargılandığını görmekteyiz. En son raporumuza konu olan dönem adli tatili de kapsadığı için üç ayda hâkim karşısına çıkan toplam gazeteci sayısı (73) düşük görünebilir ancak adli tatil etkisi çıkarıldığında herhangi bir yavaşlama olmadığı, örneğin yargılamaların normale döndüğü Eylül ayında toplam 65 gazetecinin yargılandığını görüyoruz. Yeni açılan davalara baktığımızda maalesef bu alanda da herhangi bir yavaşlama söz konusu değil: Örneğin yılın ilk çeyreğinde sekiz dava açılırken bu sayı ikinci çeyrekte 12 davaya yükseldi. Üçüncü çeyrekte ise 14 gazeteci hakkında toplam dokuz dava açıldı. Bu da dava yükünün önümüzdeki dönemde de azalmadan devam edeceğinin göstergesi. 

Yargısal baskı alanında en önemli göstergelerden biri olan cezaevindeki gazeteci sayısına baktığımızda burada da endişe verici bir artış trendinin olduğunu görüyoruz. Expression Interrupted tarafından elde edilen verilere göre, 2021 başında 87 olan cezaevindeki gazeteci sayısı 2022’nin ikinci çeyreğinin başında 56’ya kadar inmişti. Bu düşüş trendinin ardındaki en büyük sebep ise bir yandan tutuklu yargılamaların azalması bir yandan da cezaevindeki gazetecilerin önemli bir bölümünün cezalarının infazlarının tamamlanmasıyla serbest bırakılmalarıydı. Ancak Haziran ayında Diyarbakır’da 16 gazeteci ve medya çalışanının tutuklanmasıyla bu trend tersine çevrildi. Yılın ikinci çeyreğinde infaz süresini tamamlayarak tahliye olan gazetecilerin bulunmasına rağmen cezaevindeki gazeteci sayısı 67’ye tırmandı. 

Üçüncü çeyrek sonu itibarıyla cezaevindeki gazeteci sayısı artış trendini sürdürerek 68 oldu. Ancak bu noktada rapor döneminin Ankara’da dokuz gazetecinin tutuklandığı Ekim ayını kapsamadığını hatırlatmakta fayda var. 

Yargılamalar dışında şahit olduğumuz bir başka önemli sorun haber takibi yapan gazetecilere yönelik saldırı, tehdit ve engellemeler. Bu sorunun özellikle son iki yılda kronik bir hal aldığını, sahada haber takip etmenin polis müdahaleleri nedeniyle adeta imkansız hale geldiğini görüyoruz. 

Yargının dışına baktığımızda yıllardır RTÜK ve Basın İlan Kurumu (BİK) cezaları basın ve ifade özgürlüğü kuruluşlarının eleştirilerinin hedefindeydi. Bu alanda durum nasıl? Keza Anayasa Mahkemesi’nin BİK’in bilhassa muhalif medya kuruluşlarına kestiği cezaların “kimi basın mensupları açısından caydırıcı etki yaratabilecek bir cezalandırma aracına dönüştüğü” yönündeki pilot kararı da söz konusu çeyrekte çıktı. 

RTÜK ve Basın İlan Kurumu kararları da eleştirel medya kuruluşları üzerinde bir baskı unsuru olmayı sürdürüyor. Her iki kurumun da aldığı para veya ilan cezası kararlarının eleştirel haber ve yorumlara yönelik olması bu iki kurumun kararlarının siyasi ve taraflı olduğu eleştirilerini haklı olarak güçlendiriyor. Bu tablo yılın üçüncü çeyreğinde de değişmedi ancak Anayasa Mahkemesinin Basın İlan Kurumu cezalarına karşı aldığı ihlal kararının en azından gazetelere yönelik ilan cezalarının bir süreliğine askıya alınmasına neden olacağını, bunun da olumlu bir gelişme olduğunu görüyoruz. Ancak aynı dönemde Basın İlan Kurumu kararıyla Evrensel gazetesine uygulanan ilan yasağının kalıcı hale geldiğine de şahitlik ettik. Dolayısıyla genel tabloda bir iyiye gidişten söz etmek mümkün değil. 

*İhlaller arasında öne çıkan bir trend söz konusu mu? Üçüncü çeyrekte en çok hangi araçlarla basın ve ifade özgürlüğü ihlal edildi?

Yargılamaların ülke gündeminde fazla yer bulmadığını, ülke gündeminin yoğunluğu ve değişkenliği arasında gazetecilere açılan davaların rutinleştiğini ve gerekli kamuoyu ilgisini görmediğini gözlemlemekteyiz. Ancak gazetecilere yönelik davaların sessiz sedasız da olsa azalmadan devam ettiğini vurgulamak gerekiyor. Yukarıda verdiğimiz rakamlar bunu açık bir şekilde gösteriyor. Yani gazeteciler halen çok büyük bir dava yükü ve yargılanma/tutuklanma tehdidi altında görevlerini yapmaktalar. 

 RTÜK ve BİK kararlarının televizyon ve gazeteler üzerinde yarattığı mali baskının da göz ardı edilmemesi gerekiyor zira yarattıkları ağır mali yükün yanı sıra bu tür cezalar medya kuruluşlarının kendilerini sansürlemelerine de yol açıyor. 

Gazetecilere yönelik saldırı ve engellemeler bu çeyrekte de kronik bir baskı aracı olarak varlığını sürdürdü. Bu tür engellemeler bir yandan gazetecilerin sahada çalışmasını ve özellikle gösteri ve yürüyüşlerin haberleştirilmesini imkânsız hale getirirken bir yandan da bu gösterilerde dile getirilen toplumsal taleplerin duyurulmasını, geniş kitlelere ulaştırılmasını engelliyor. Yine bu saldırı ve müdahaleler neticesinde gazetecilerin sahip oldukları ekipmanların zarar gördüğünü, gözaltına alınıp geçici süreyle de olsa özgürlüklerinden mahrum bırakıldıklarını ve hatta bizzat can güvenliklerinin tehlikeye düştüğünü vurgulamak gerekiyor. 

Bizzat üçüncü çeyreğe özgü olmasa da en çok öne çıkan ve endişe verici güncel trendlerden bir diğeri de yukarıda da belirtildiği gibi tutuklu gazeteci sayısındaki düşüş sürecinin sona ermesi ve hatta tersine çevrilmesi. Haziran ve Ekim aylarında Diyarbakır ve Ankara’da Kürt gazetecilere yönelik açılan soruşturmalar ve bu soruşturmalar neticesinde yaşanan toplu tutuklamalar maalesef bu süreçte başat rol oynadı. 

RTÜK ve BİK kararlarının televizyon ve gazeteler üzerinde yarattığı mali baskının da göz ardı edilmemesi gerekiyor zira yarattıkları ağır mali yükün yanı sıra bu tür cezalar medya kuruluşlarının kendilerini sansürlemelerine de yol açıyor. 

Mevcut yasalar basın ve ifade özgürlüğü bağlamında ne zeminde kullanılıyor? 

Buradaki sorun aslında iki boyutlu: Bir yandan var olan yasalar Anayasal ve uluslararası ifade özgürlüğü ilkelerine aykırı biçimde geniş bir şekilde yorumlanmak suretiyle ve keyfi olarak uygulanıyor. Bir yandan da “dezenformasyon yasası” ya da Basın Kartı Yönetmeliği gibi yeni değişikliklerle yasal baskının alanı genişletiliyor. 

Türkiye’de terör ve hakaret suçlarını düzenleyen Türk Ceza Kanunu (TCK) ve Terörle Mücadele Kanunu (TMK) maddelerinin gerek yazımında gerekse uygulanmasında ciddi sorunlar olduğu AİHM kararlarınca pek çok kez teyit edilmiş bir durum. İnsan Hakları Eylem Planı ve bugüne kadar çıkarılan çok sayıda yargı reform paketleri maalesef bu sorunları gidermek adına herhangi bir girişim sunmadı. Tersine, örneğin dezenformasyonla mücadele adına TCK’ye yeni madde eklenmesi suretiyle bu tür yasaların sayısı artırılmış oldu ve böylece yeni ihlallere de ortam yaratılmış oldu.   

*Elif Akgül - Gazeteci