HEYRAN VE SÜRTÜK

Sınıf öğretmenliği yaptığım yıllarda Çorum’da bir köyde çalışıyorum. Eylül’ün üçüncü haftası başladık eğitim öğretime. O yıl birinci sınıfları okutuyorum. Birinci sınıf ana kucağından ayrılıp gelen çocuk için zor; hele köy yerinde dağ- bayır, özgürce oynayan, dolaşan çocuk için çok daha zor. Özgürlükten kopup aniden kurallar, yasaklar, dayatma ve zorunluluklar içine girmek çocuklar için korkutucu bir durum. Doğal olarak uyum süreçleri hem öğretmen hem öğrenci için yorucu ve bıktırıcıdır. Bu dönemi çocuklarla birlikte sağlıklı biçimde atlatmak, her öğretmenin kendince kullandığı yol ve yöntemlerle olur ama günahları sevaplarıyla birlikte...

Her ne ise gelelim bana... . Okuma yazma sürecine geçmişiz; tümdengelim yöntemi ezber ve bol tekrar istiyor. Tüm öğrencilerin aynı düzeyde gitmesi için okula sürekli devam önemli. Sınıftan iki öğrencim bu uyum sürecinde bayağı zorlandı. Eh, tabii ben de onlarla birlikte… Aradan iki ay geçmiş, bir erkek bir kız, bu iki çocuk bir türlü adapte olamıyor. Erkek öğrenci; sürekli mide bulantısı, kusma ve yüksek ateşten muzdarip. Derste kusmaya başlayınca ya da ateşlenince çağırıyorum anasını alıp götürüyor, ertesi gün sonra yine aynı şikâyetler. Bu çocuk; sekiz kızdan sonra erkek olsun diye yatırlar, türbeler, ocaklar gezildikten sonra doğan erkek çocuk. O çook kıymetli ortamından kopup sıradanlaştığı bir ortam alışılacak gibi değil…

Uyum sorunu yaşayan diğer öğrencim kız çocuğu, adı Heyran B.Ş. Üzerinden onca yıl geçmesine rağmen bana haddimi bildiren bu çocuğu unutmadım. Beyaz tenli, sarı, kıvırcık saçları hep tokasız, darmadağın... O da sürekli okuldan kaçardı. Sabah ilk ders sınıfta, ikinci ya da üçüncü ders Heyran yok... İlk zaman öğrenmiştim hangi teneffüs kaçacağını, yarı yolda yakalar dil döke döke alır getirirdim. Artık onu ilk teneffüs beklediğimi anlayınca ikinci teneffüs, sonra üçüncü teneffüs kaçmaya başladı. Ama her seferinde bir şekilde ikna dip elinden tutup getirirdim. Ailesiyle bu konuda yaptığım görüşmelerden de bir sonuç alamadım. Yine kaçtığı bir gün çıktım bakındım, son sürat koşarak gidiyor, ardından yetişemedim. Okula dönüp büyük sınıflardan iki öğrenci gönderdim. Ben de arkalarından yürüyerek gidiyorum. Onları gördüğümde, iki öğrenci Heyran’ın koluna jandarma gibi girmiş sürüyerek, çekiştirerek getiriyorlar. Heyran direniyor, kendini yerlere atıyor; ama çocuklar ondan daha amansız… “Çocuklar, canını acıtıyorsunuz kızın, bırakın!”diye seslensem de mesafenin uzaklığı ve çocuklardaki görev aşkı onlara sesimi duyurmuyor. Heyran’ın canını daha fazla acıtmamaları için adımlarımı hızlandırdım. Sonuçta bu eziyetten sonra Heyran’ın okula hiç gelmeme ihtimali var. Yürüdüğüm yolda çamurun içindeki taşın kayganlığından ayağımı burktum. Canım müthiş acıyor! Topallayarak ilerliyorum onlara. Nihayet bana kavuşturdular... Canımın acısından ayağımı göstererek,”Kendine ve bana yaptıklarından memnun oldun mu Heyran, bak ikimizin de canı acıyor!” diye lafa başlamıştım ki Heyran; öğrencilerden kolunu sıyırıp ellerini belinin iki yanına koydu, kanatlarını açıp karşımda dikleşip gözlerime bakarak, “ Sana iyi oldu sürtük! Sana ne, zorla mı, okula gelirim- gelmem, niye sürekli peşime takılıyorsun!” dedi. Bu sözler karşısında anlık şaşkınlık ve şoku atlatıp,“Haklısın Heyran!” dedim ve ardından bir kahkaha patlayıverdi bende. Gözlerimden yaşlar akarak kahkaha atarken meraklı gözlerle beni izliyor. Gülme krizi beni kendime getirdi. Karşımda benden daha güçlü, kaideleri, dayatmaları ve yetkileri takmayan o kızın karşısında kendimi aciz hissettim. Gayet sevecen bir sesle, üstelik boyun eğerek Heyran’a,” Sürtük olmasam, senin o özgür ruhunu hapsetmek için şu köy meydanında iki aydır koşturmazdım. Ben okula dönüyorum, sen de istediğin yere gidebilirsin,” diyerek arkamı dönüp topallayarak okula döndüm, o da evine…

Sonraki günlerde Heyran’ın okuldan kaçma davranışlarına asla müdahale etmedim. Ve Heyran, sistemin bana dayattığı kurallarımı yüzüme çarparcasına herkesle birlikte okumaya geçti. Yarı zamanlı okula geliyor olmasına rağmen akademik olarak okula düzenli gelenlerle aynı başarıyı gösterdi. Ben gibi sistemin kulu kölesi olmuş bir sürtüğe; dayatmanın, kalıplara sıkıştırmanın ve elimdeki yetkilerle zorlamanın her zaman işe yaramadığını, bu kız çocuğu öğretmişti bana.

Umarım hâlâ sıra dışı, asi, korkusuz ve dimdik duruyordur hayatın karşısında…