Yazar Sevim Korkmaz Dinç'in bugünkü köşe yazısında, ' HİNDİSTAN GÜNLÜĞÜ 1 ' başlıklı bir yazı kaleme aldı.
HİNDİSTAN GÜNLÜĞÜ 1
Her insan eylemlerinden sorumludur. (Jaynaizm öğretisi)
Gezmek sadece yeni yerler görmek, değişik yemekler yemek, hoşça vakit geçirmek değil insanlık tarihinin izlerini sürmek, kendimizi tanımaktır. Farkında olsak da olmasak da, amacımızı benim gibi ifade etmesek de eve dönüş bizi daha hoş görülü, daha insancıl, daha barışsever yapar. Geçmişle şimdi arasında yazılan romanın eksik bölümü tamamlanır sanki… Hindistan gezimde hissettiğim tam da buydu. Romanın eksik bölümü tamamlayan hikayeleri yeniden okumaktı.
Asya’nın kalbinde yer alan İndus Uygarlığı, Mezopotamya, Mısır uygarlıklarıyla kardeş olsa da çokça konuştuğumuz bir uygarlık değil. Oysa çok az insanın ilgilendiği İndus Uygarlığı Vedalarla, ilk felsefi metinler olan Upanishadlarla, ilk mülkiyetsiz yaşam felsefesiyle dünyayı oldukça etkilemiş. Asya’nın bugününü şekillendiren kültür, sanat ve edebiyatın ilk örnekleri bu topraklarda ortaya çıkmış. Dalga dalga Mezopotomya, Mısır uygarlıklarıyla etkileşime geçerek dünyaya yayılmış.
Düşünüyorum da, belki de beni büyüleyen ve Hindistan’a götüren bu kültürel çeşitlilik olduğu kadar, kendi köksüzlüğümün nedenleri arama isteği olsa gerek.
Vedik Dönem, Destanlar dönemi, Budizmin ortaya çıkışı, feodal ve kapitalist üretim ilişkileriyle değişen ve dönüşen, dünyayı etkileyen bir uygarlıktan, dünyada kabul edilen bugünkü Hinduizmin inşa edilmesine kadar uzayan yolculuğun izleri sürmek yeni bir maceraya atılmaktı.
Katmandu’da Mamunlar Tapınağı’nı, Şiva (Shiva) ve Buda (Buddha) Stupası’nı, gezerken, müzelerde dolaşıp antik eserleri - taş ve metalden yapılan nesneleri, resimleri, heykelleri, tabak çanakları, sikkeleri - incelerken hissettiğim insanın barışa, kardeşliğe, iyiye ve güzele olan tutkusu, değiştirip dönüştüren hayal gücüydü.
Her şey bugünkü zihnimizle kabul edemeyeceğimiz olayların, kahramanların, sihirlerin, büyülerin, cinlerin ve perilerin abartılı anlatımıyla dolu hikayelerle doluydu. Tanrıçalar ve tanrılar zamanına ait efsanelerden insanın varolma mücadelesini anlayabiliyordum. Eski uygarlıklardan bizlere kalan taş, kemik, giysi, metal gibi maddi simgelere bakarak, onların gizlerini çözerek, insanlık tarihinde bugünden eski zamanlara bir yolculuğa çıkabiliyordum Bu yolculuğun en önemli sonucu farklılıklarla bir arada yaşamayı olanaklı kılmasıydı.
Bu köşemde zaman zaman beni etkileyen tapınaklardan, müzelerden, Vedik metinlerden bahsetmeyi düşünüyorum. Umarım Hindistan yolculuk notlarım seveceğiniz bir köşe olur.
Swayambhunath Tapınağı (Maymunlar Tapınağı) ve Lotus Çiçeği Kahanisi (Hikayesi):
Hindistan bende müzik ve dansı çağrıştırdığı kadar, rengarenk sihirli bir dünyayı ve “Kahani”leri (hikayeleri) çağrıştırır. Kahaniler, sihirli bir dünyaya açılan kapı, “Kahani” sihirli dünyanın anahtarıdır. Kahaniler, yaşamı yeniden örgütleyen unutulmaz kurmacalardır. Yaşam, tek bir kahani değil, kahaniler bütünüdür. Himalayalar’ın eteklerinde yükselen Swayambhunath, Şiva (Shiva), Buda (Buddha) tapınaklarına giderken, şehrin sokaklarında gezerken sadece kahanileri dinliyor, kendi kahanimi yaratıyordum. Gezmek benim için kahaniye dönüşmüş, gerçek yaşamdan uzaklaşmıştım.
Budist kahanilerinin birinde, eski zamanlarda Swayambhunath tapınağının bulunduğu yerde bataklık bir göl olduğu anlatılır. Çok, çok zaman önce gölde bir lotus açmış. Lotus gittikçe büyüyüp göz kamaştırıcı bir ışık yaymaya başlamış. İnsanlar ışığın aydınlanma getirdiğine inanıp dünyanın her yerinden bu ışığı görmeye gelmişler. Bilgi ve bilgeliğin Bodhisattvası Manjushri de lotusun ne kadar güzel bir ışık yaydığını duyup lotusu görmeye gelmiş. Lotusu büyük bir hayranlıkla seyreden Manjushri, lotusun üzerinde diğer insanların görmediği Buddha illüzyonunu görmüş. Daha fazla hacının lotusun ışığını görmek için gelmesini istemiş. Kılıcıyla dağda bir geçit açıp gölün etrafındaki kayaları parçalamış. Lotusun ışığı her yerden görülüyormuş artık. Lotusun bulunduğu yere Swayambhunath tapınağı yapılmış, göz alıcı ışık da Şiva’nın bakışına dönüşmüş. Tıpkı lotusun solunca köklerinin bataklık çamuru içinde bekleyerek yeniden saf ve güzel haliyle yeniden açması gibi, Budizm’e inanan insanların da yeniden dünyaya geleceğine ve arınacağına inanılmış. Lotus, Hinduizm’in simgesi olmuş.
Lotusla ilgili kahani o kadar güzeldi ki masalın içinde kaybolmuş, hayal dünyasına dalmıştım. Ağaçlarla çevrili yolda ilerlerken çığlıklarla rüyamdan uyandım. Maymun aileleri o kadar ilgi çekiçi o kadar güzeldi ki…
Maymunların yaratılış hikayesini hatırlamadan edemedim.
Bir zamanlar Manjushri adında bir Bodhisayva varmış. Budist inancına göre Manjushri’nin saçlarının kısa ve temiz olması gerekiriyormuş. Ancak Manjushri bu öğüdü dinlemiyor, günlerce yıkanmadan, temizlenmeden yaşıyormuş. İnsanlar onunla alay ediyor, aralarına almıyorlarmış. Sonunda uzun saçlarının arasında bitler oluşmuş. İnsanların kendisini alaya almasına, kızmasına dayanamayarak bir ağacın gölgesine oturup saçlarındaki bitleri tek tek temizlemeye başlamış. Bitleri yakalayıp yakalayıp yere atıyormuş. İşte, yere atılan bitler ormana fırlayıp maymunlara dönüşmüş. Ormanda yaşayan binlerce maymun bitlerden oluşmuş.
Kahani o kadar güzeldi ki insanın hikaye yaratmak için doğduğuna inanıyordum. İnsanların hayal dünyasında yarattığı dünya, gerçek dünyadan daha anlamlı, daha sihirli, daha güzeldi. Mitler, gerçek dünyanın insan zihninde yeniden yaratılmasıydı.
Sevim Korkmaz Dinç
23 Ocak 2025