“28 Şubat’ın sosyal, ekonomik dinamikler ve bunlarda yaşanan değişimler yok sayıldığı gibi bu günde tek adam yönetiminin sosyal ve ekonomik dinamikleri ve bölgesel, uluslararası siyasal gelişmeler de göz ardı ediliyor. Rejimin radikal değişim ihtiyacı yok sayılıyor.”

AK Parti, tek başına yirmi kusur yıldır siyasi iktidar olmanın son demlerini yaşıyor. Açıklanan saha araştırmaları verileri bunu çok açık bir biçimde ortaya koyuyor. Bunun ötesinde bizzat iktidarın nimetlerinden pay alan bazı şahsiyetler bu doğrultuda uyarılar yapıyorlar, korkularını dillendiriyorlar.

Seçim sonrasında AK Parti iktidarının yerini kimlerin ve nasıl bir hükümetin alacağı ise seçimlere 10 ayın kaldığı bu günlerde büyük ölçüde muamma.

Bu belirsizlik, son yıllarda iktidara karşı güvensizliği artan, memnuniyetsizliği güçlenen seçmende umutsuzluğa yol açıyor, iktidarın iktidarını sürdürme hevesini kamçılıyor.

Bu hevesle, toplumun alışık olmadığı ve aklın, mantığın alamayacağı işler yapılıyor. Bunların neler olduğu biliniyor. Farklı çevreler ve kesimler tarafından sık sık ifade ediliyor.

Meseleyi muhalefetin ne yapmaya çalıştığı, neyi hedeflediği ve nasıl yapmak istediğiyle ilgili sorun oluşturuyor.

Muhalefet dendiğinde bugün iki farklı öbekten söz etmiş oluyoruz. İlki altılı masa olarak anılan CHP, İYİP, SP, DP, DEVA ve Gelecek Partilerinin oluşturduğu Millet İttifakı, ikincisi HDP ve sol partilerin oluşturduğu Demokrasi İttifakı ile bu ittifakın dışında duran kimi sol partiler. Kimi siyasi yorumcuların, yazarların ve akademisyenlerin yaptığı gibi sanki bütün muhalefet Millet İttifakı etrafında kümelenmiş yaklaşımı bizi yanlış sonuçlara götürür.

28 Şubat ve AK Parti

Bugünkü Türkiye’nin siyasal durumu, bazı bakımdan 28 Şubat post modern darbe sürecine çağrıştırıyor.

28 Şubat post modern darbe sürecinde, iktidara veya darbeye karşı veya yandaş olmayı birbiriyle eşitleyen, indirgemeci bir yaklaşım hâkimdi.

Bugün de Recep Tayyip Erdoğan, Cumhur İttifakı karşıtı olmayı muhalif olmaya, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine karşı olmaya ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemden yana olmaya indirgemiş durumda.

28 Şubat post modern darbe sürecinde, yükselen siyasal İslam’ın bir sonucu olan siyasal, ekonomik, kültürel sorunlar ara rejimle çözülmeye çalışıldı. Bunun için toplumun bir kesimindeki laiklik ve yaşam tarzı duyarlılığı kullanıldı. Bugün de benzer bir yanlış yapılıyor. Tek mesele Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiymiş gibi sunuluyor.

28 Şubat’ın sosyal, ekonomik dinamikler ve bunlarda yaşanan  değişimler yok sayıldığı gibi bu günde tek adam yönetiminin sosyal ve ekonomik dinamikleri ve bölgesel, uluslararası siyasal gelişmeler de göz ardı ediliyor. Rejimin radikal değişim ihtiyacı yok sayılıyor.

28 Şubatta, ara rejim bin yıl sürecek iddiasıyla, laiklik ve yaşam tarzı üzerinden, siyaset ve toplum, asker süngüsüyle biçimlendirildi. Bugün ise sorun tek adam yönetimine indirgeniyor, toplumu bıktıran, yoran benzer yöntemlerle krizden çıkış planlanıyor.

12 Eylül darbesi sonrası rejimi tehdit eden ve değişime zorlayan toplumsal gruplar, siyasal İslam ve Kürt siyasal hareketleriydi.

Türkiye’nin siyasal İslam dinamiğinin, 28 Şubatçıların tanımladığı gibi devlet laikliğiyle, yaşam tarzıyla sınırlı bir şey olmadığı, AK Parti’nin iktidara gelmesiyle görüldü.

AK Parti’nin iktidar sürecinde; geleneksel/ kurucu politik, ekonomik, kültürel seçkinler karşısında yeşil/Anadolu sermayesinin yeni seçkinleri sınıfı mücadelesini kazandılar, rejimin merkezine yerleştiler.

Bu süreçte AK Parti de ciddi bir dönüşüm yaşadı, siyasal İslam çevresinde kırılmalara neden oldu.  MHP gibi “devletin sahibiyiz” çakası satanlarla ittifak kurdu. Devleti, toplumu değiştirdi. Bütün bunları yaparken Kürt siyasal dinamiğinin eski rejimde yarattığı çatlakları tamir eden “yeni bir rejim” yarattı.  28 Şubat bin yıl sürecek sözünü bir yönüyle doğruladı. Bir yönüyle geride kalmasına, yeni bir siyasal ve ekonomik krize yol açtı. Yolun sonuna geldi.

İktidarın güvenlikçi izi

Mevcut muhalefet, 28 Şubatın tepkiselliğine benzer bir hatla bu siyasal krizi aşma yaklaşımına sahip izlenimi yaratıyor. Daha doğrusu seçimlerden sonraki yeni Türkiye’nin eski Türkiye’den farklılığını tanımlayabilmiş değil. Bunu gerçekleştirebileceğine ilişkin muhalefetin bütününe ve esas olarak da iktidar partisinden umudunu kesmiş veya kesmek üzere olanlara güven vermekten oldukça uzak.

Görünen o ki, iktidarın sonu geldi, muhalefet seçimleri kazanacak. Ama bugünkü rejim krizi çözmede aynı başarıyı gösteremeyecek ve krizin çapı genişleyecek gibi görünüyor.

Muhalefetin yukarıda tanımlamaya çalıştığım iki bloku arasında bir gerekli iletişim, siyasal akışkanlık, paydaşlık yok. Esas problemi ise altılı masada öne çıkan CHP ve lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun İYİP ve SP geleneğinin siyasal bagajlarının basıncı altında ilerlemeye çalışıyor olması oluşturuyor.

AK Parti’nin, topluma güvenlik vaat ederek rıza almasına benzer bir siyaset izleniyor. Güvenlik vaat eden siyaset, erinde geçinde kendine düşman icat eder. AK Parti kendi karşısında olan herkesi, her partiyi düşman ve güvenlik parantezi içine aldı. Altılı masada yer alan partiler ise esasında kendilerini düşman parantezinden çıkarmaya, ülkenin esas sahibi, koruyanı, bir arada tutanının kendileri olduklarını ispatlamaya çalışan bir muhalefet çizgisi izliyor. İktidarın güvenlikçi izi takip edilerek rejim krizine çözüm üretilemez.

Muhalefetin bazıları tıpkı Recep Tayyip Erdoğan’ın 28 Şubat ara rejiminin siyasal rüzgârını savuşturmak için “Milli Görüş gömleğini çıkardık” demesi gibi demokrasi, hukuk, adalet nutukları atıyorlar.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme, hesaplaşma”, “28 Şubat ve AK Parti mağdurlarının gönlünü alma” gibi açılımları toplumda bir siyasal rüzgâr yaratmadığı gibi, altılı masadaki ortaklarında bile yansıması olmuş değil.

Seçmen bugüne kadar, altılı masada yer alan diğer parti başkanlarından, CHP lideri Kılıçdaroğlu gibi (sınırlı da olsa) kendi partisine, geleneğine ait bir yanlışlığının, eksikliğinin özeleştirisini duymuş değil.

Ülkenin siyasal ve ekonomik krizinin yükünün ağırlığını ne tek başına Kılıçdaroğlu ne de CHP kaldırabilir. 28 Şubat sonrasında kurulan çok partili azınlık veya koalisyon hükümetlerinin, Türkiye’yi yapısal ve radikal bir değişimle krizden çıkaramamasına benzer bir sonuç bizi bekliyor.

Bu sonucu değiştirmek için muhalefetin iki bloku arasında iletişimi, akışkanlığı ve paydaşlığı geliştirecek yol ve yöntem arayışlarını çoğaltmak ve acilen sonuçlandırmak gerekir.