Bir yönetme geleneği: Darbecilik… 12 Eylül 1980 darbesi üzerinden 38 yıl geçti. Bu süre içinde çok şey değişti: iki kutuplu dünya yerini tek kutuplu kapitalist modernitenin hâkim olduğu dünyaya bıraktı.

Bir yönetme geleneği: Darbecilik…

12 Eylül 1980 darbesi üzerinden 38 yıl geçti. Bu süre içinde çok şey değişti: iki kutuplu dünya yerini tek kutuplu kapitalist modernitenin hâkim olduğu dünyaya bıraktı. Türkiye’de hükümetler kuruldu, yönetme sistemi değişti. Ama 12 Eylül askeri darbesi sonrası yerleşen yasal, anayasal ve ekonomik yasalar devam etti.

Dünyayı ve Türkiye’yi yöneten güçler 12 Eylül’ü elbirliği ile hazırladılar. Emperyalist güçler bu darbe ile Türkiye’yi daha yaygın sömürme imkanına kavuştu. Öyle ki, bu darbeden sonra Türkiye sanayisinin  dışa bağımlı durumu arttı. İşçi ve emekçiler işsiz kaldı veya daha fazla sömürüye tabii tutuldu. Dört Türkiye’ye yetecek kadar verimli olan tarım ve hayvancılık her geçen yıl trajik bir şekilde köylü ve üreticilerin aleyhine geriledi.

12 Eylül darbesini kendine gerekçe yaptığı en önemli nedenlerden biri de dilini ve kültürünü, kimliğini ve özgürlüğü isteyen Kürt halkının insani, ulusal, hukuksal ve siyasal talepleri idi. 12 Eylül sonrası Kürtlerin bulunduğu coğrafya, şehirler, köy ve kasabalar askerin postalları altında ezildi. Tüm Türkiye sathında sol, devrimci, liberal demokrat kesimler ile farklı etnik yapılara ve farklı inançlara sahip kesimler baskı altına alındı. En önde olanlar idam edildi, işkencelerden geçirildi.

12 Eylül askeri darbesinin dış emperyalist dayatmaları ile içteki muhalefeti bastırma istekleri ancak zor, baskı, işkence ile mümkün olabiliyordu. Onlar da bunu ahlak sınırı tanımaksızın, vicdansızca uyguladılar. İnsanları gözaltında kaybettiler, astılar, işkence odalarında katlettiler. Yüzbinlerce muhalifi toplama kamplarına aldılar, işkencelerden geçirerek zindanlara attılar.

Tüm bu uygulamalardan emperyalistler memnundu; Türkiye pazarını ele geçirmişlerdi. Türkiye sermayesi memnundu; grevler kalkmış işçiyi sonuna kadar sömürmenin, sermayelerine sermaye katmanın yolu açılmıştı. Türkçü ırkçı faşistler memnundu; MHP lideri Türkeş’in deyişi ile “kendileri içeride fikirleri iktidarda” idi. İslam dinini siyaset ve iktidar aracı olarak kullananlar memnundu; sosyalizme devrimci gelişmelere karşı gladionun ‘yeşil Kuşak’ projesi yürürlükte idi. Kenan Evren darbe konuşmalarını dualarla açıyor, ayetlerle kapatıyordu. Kürt ve demokrasi düşmanı Fetullah Gülen’e ve cemaatine devletin olanakları sınırsızca açılıyordu.

Aradan 38 yıl geçti. Dünya değişti, Türkiye değişti. Ama egemenlerin egemenlik alışkanlığı, çıkar ve menfaatlerini devlet sopası ile elde etme, koruma alışkanlığı değişmedi.

12 Eylül’den sonra askeri darbeler çağı kapandı. Demode oldu. Ama bu iktidar odaklarının hırsı devam ediyordu. Askeri darbe yerine aynı işlevi görecek post modern darbeler devreye girdi. Darbe biçimleri değişti. 28 Şubat muhtırası, internet uyarısı ve en son da birilerinin ‘Allah’ın Lütfü’ dediği 15 Temmuz darbe girişimi ve hemen ardından 20 Temmuz sivil görünümlü siyaset darbesibu darbeler geleneğinin bir devam olarak Türkiye yönetim siyasetine damgasını vurdu.

Tüm bu darbeler, egemenlerin iktidar olma ve hükmetme ihtiyacının yöntemleriolarak ortaya çıktı. Bir yönetme geleneği olarak uygulandı. Ve bu gelenek günümüze kadar varlığını ve etkisini sürdürdü.

Peki, tüm bunlar halkların ve emekçilerin sorunlarına çare olmuş mudur? Ekonomik krizlere çare olmuş mudur? Hayır! Kapitalist modernite bir yönetim krizi içinde, halkı yönetememektedir. Halklar da egemenlerin bu darbe yöntemlerine karşı hep bir direniş içinde olmuştur. 12 Eylül darbe öncesi Türkiye halkları devrimci bir duruş içindeydi.  Bu durum 12 Eylül darbesinden sonra zindanlarda devam etti. 12 Eylül zindanları başta Diyarbakır, Mamak ve Metris olmak üzere devrimcilerin halklar adına bu darbelere karşı direnişin kaleleri oldu. 12 Eylül darbecilerin yaptığı tüm planlar zindan duvarlarına çarparak parçalandı. Bu direnişler sayesinde Türkiye’de tüm kesimler askeri darbelere karşı politik tutum aldılar.

12 Eylül sonrası Türkiye devrim dalgası doğuya kaydı. Çünkü devrimin bir kuralı var. Devrimsel gelişmeler her zaman en yoksul, en çok ezilen ve yok sayılan, dilinden, kültüründen ve insani haklarından en fazla yoksun olan halk ve emekçi yığınları içinde gelişir. Burada Kürt halkının durumu tam da bunu ifade ediyordu. Tüm darbelerin esas sebebi ve muhatabı olan Kürt halkı özellikle 12 Eylül darbesine karşı da en çok direnen halk oldu. Bu direnişi ile tüm Türkiye haklarının temsilcisi de oldu.

Egemenler darbe sistemi ile baskı ve işkenceyi tüm Türkiye sathına yaydılar. Özellikle 20 Haziran sivil darbesi ve onu izleyen yıllarda tek kişilik yönetim kurumsallaştı. Artık sadece Kürtler ezilmiyor, Türkler de, batı, kuzey, orta, güney Anadolu halkları da ve tüm azınlıklar, etnik yapılar, farklı inanç sahibi insanlar, liberal demokratlar ve muhalif olan tüm kesimler eziliyor, hakları ve özgürlükleri ellerinden alınıyordu. Hayat pahalılığı, zamlar, yoksulluk, açlık, işkence uygulamaları, adaletsizlik, hukuksuzluk, zindancılık Türkiye’nin her tarafına yayıldı.

Askeri darbe yok ama tüm darbe yasaları yürürlükte kaldı. OHAL yok ama onun işlevini yerine getiren kararnameler var.

Bu sebeple, 12 Eylül askeri darbesinin üzerinden 38 yıl geçmiş olmasına rağmen, hala bu darbenin etkileri canlı olarak siyasetin ve toplumsallığın her alanında kendini duyurmaktadır. Çünkü 12 Eylül sistemi ortadan kalkmadı.

Askeri darbeler gibi, sivil görünümlü darbeler de artık toplumun yönetme sorunlarına bir çare olamamıştır. Türkiye de krizleri baskı ile etkisiz hale getirme yol ve yöntemleri artık işe yaramaz durumdadır.

Bunun yerine halklarıntemel insani, halk olmaktan kaynaklı haklarını ve çeşitliliğini tanıyarak ve bunlaraanayasalmetinlerde yer vererek bir toplumsal uzlaşma sağlamak en çağdaş bir çözüm yöntemidir.

Ebetteki egemenler bu çözüme gelmek istemeyeceklerdir. Ama toplumun yüzde 95 ini oluşturan insanlar, halklar, etnik yapılar, inanç grupları bu ülkenin özgür ve demokratik geleceği için tüm bu darbeler mekaniğini boşa çıkarabilir. Eğer tüm bu kesimler yakın tarihimizden dersler çıkarırsa, ancak o zaman, gözünü iktidar hırsı bürümüş güç ve odaklar geriletilir. İnsan ve toplum olmanın doğal, normal ve demokratik yönetimleri ile toplum, içinde yer aldığı bölge ve dünya halkları ile birlikte, ancak o zaman huzur ve refaha kavuşur.