İktidar, umudunu muhalefetin dayanışmasının bozulmasına, bir de yanına çekemediği HDP seçmeninin sandığa küsmesine bağlamış görünüyor.
Türkiye, önümüzdeki yıl büyük olasılıkla seçime gidecek. Ekonomi başta olmak üzere birçok alanda yığılan sorunlar, iktidar için artık taşınamaz boyutlara erişti.
Artan hayat pahalılığı, Türk parasının sürekli değer kaybetmesinin üretim, yatırım ve piyasaya getireceği zorluklar, dış politikada yaşanan çaresizlik ve yalnızlaşma, toplumsal barış için potansiyel tehdide dönüşen sığınmacı-mülteci sorunu vb. iktidarın kamuoyu desteğini görünür biçimde eritiyor.
Bu durum karşısında genel seçime giderken partilerin takınacağı tutum, özellikle cumhurbaşkanı seçimi için alacakları ortak kararlar, sonucu belirlemek açısından büyük önem taşıyor. Çünkü, cumhurbaşkanının ilk turda %50+1 oyla yahut ikinci turda çoğunlukla seçilmesi, birden çok partinin karar ve güç birliği yapmasına bağlı görünüyor.
Kamuoyu araştırmaları -ve sokağın nabzını tutan bütün objektif gözlemciler-, önümüzdeki seçimde hiçbir partinin tek başına Meclis çoğunluğunu elde edemeyeceği gibi, tek başına cumhurbaşkanı seçebilecek gücü olmadığını da gösteriyor. Bu gerçek, tartışma gerektirmeyecek kadar açık.
‘CUMHUR İTTİFAKI’
Bu açıdan siyasette şu anda -sürdürülmesi zorunlu görünen- iki kümelenme (blok/ittifak) var:
Birincisi, AKP/MHP/BBP’nin - tutkalını iktidar imkanlarının oluşturduğu- adına ‘Cumhur İttifakı’ dedikleri iktidar bloku. Blokun doğal ve tartışmasız lideri, AKP Genel Başkanı sn. Erdoğan, zaman zaman ittifakı genişletmek için -kamuoyunun bildiği ve bilmediği- bazı girişimler yapıyor.
Ancak, kullandığı sınırsız ve acımasız devlet güç ve imkanlarına rağmen büyüme istidadı yok. Çünkü özellikle MHP’nin kuşatması altında Erdoğan’ın uyguladığı politikalar yeni açılımlara, yeni katılımlara, yeni söylemlere izin ve imkân vermiyor.
Kaldı ki, Erdoğan, kişisel olarak da siyasi ve toplumsal çevresini öylesine yıktı, tahrip etti ki, toplumda karşılığı olan bireylerin yahut önemli siyasal grupların kendisiyle güvene dayalı bir işbirliği yapması artık mümkün değil.
Sn. Bahçeli’nin son grup toplantısında sarf ettiği “MHP, Cumhur İttifakının ortağı olsa da, işlevi ve üstlendiği demokratik sorumluluğu muhalefettir,” sözünün, bu saatten sonra iktidar blokundan ayrılmaya ve kader ortaklığını sona erdirmeye yönelik olduğunu düşünmek zor. MHP, -önceki ortaklıklarında görüldüğü gibi - her zaman sürprizlere açık olsa da, büyük olasılıkla Bahçeli, bu çıkışıyla, ortağını bazı arayışlarından vazgeçirmeye zorlayan yeni bir ihtarda bulunuyor. Öte yandan, seçimlere ayrı olarak girme olasılığını da hesaba katarak, iktidarın bazı uygulamalarına itiraz etme hakkını şimdiden eline almak istiyor olabilir.
Durum, ’Cumhur İttifakı’nın özellikle cumhurbaşkanı seçimi için, bugünkü bileşenleriyle sınırlı biçimde yola devam etmek ve -pek umut vermeyen- sonuca katlanmak zorunda kalacağını gösteriyor. Seçime giderken oluşacak bazı yapay katılımların oy düzeyinde kıymet-i harbiyesi olmayacak.
‘MİLLET İTTİFAKI’
İkinci blok, geçen seçimden bu yana dirsek temasını sürdüren CHP/ İYİP/ SP/ DP’nin oluşturduğu ‘Millet İttifakı’. Bu kümeyi bir araya getiren ve bir arada durmaya zorlayan ana neden, ülkenin içine sürüklendiği siyasal tablo ve bu tablo karşısında demokrasi zeminini asgari ölçülerle de olsa korumak ihtiyacı.
Gerçekten, özellikle 2018’den bu yana uygulanan politikalar, Türkiye’yi neredeyse -1876’dan bugüne- 150 yıllık anayasacılık ve -1946’dan bugüne- 75 yıllık çok partili rejim birikim ve kazanımlarını yok etme tehlikesiyle karşı karşıya getirdi. Çağdaş dünyada örneği görülmedik bir kişisel yönetim anlayışı, ekonomiyi de, demokrasiyi de tahrip etti. Partili ve partizan cumhurbaşkanının sergilediği tutum, içeride milletin birliğini, dışarıda devletin saygınlığını büyük ölçüde zedeledi, zedeliyor.
Bu ‘ahval ve şartlar’ birçok konuda kaçınılmaz olarak farklı görüşleri olan partileri bir araya getirdi. Çünkü, birlikte davranmazlar ve bugünkü rejimin -üstelik pekişerek devamının- önünü kesemezlerse, yakın gelecekte birlikte ve eşitlikle yarışabilecekleri demokratik zemin ve ortam belki kalmayacak.
Bu kaygı, millet ittifakının bileşenlerinin dayanışmasının sürmesini haklı ve zorunlu kıldığı gibi, ülkenin gidişinden kaygı duyan başka ve yeni partilerin katılımını da özendiriyor, giderek zorunlu hale getiriyor. Seçim tarihi belli olmadan partilerin tutum ve tavır açıklamaları pek olağan ve alışıldık olmasa da, DEVA ve GELECEK gibi iktidarın gidişine köklü itirazları olan partilerin bu kümeye katılmalarını ve ülkenin demokrasi arayışına katkı yapmalarını beklemek doğal görünüyor.
Ancak, iktidar blokunun daralan ve gelişme istidadı göstermeyen yapısına karşın muhalefet kümesinin bu gelişme umudu veren görüntüsü iktidarı rahatsız ediyor. Bu rahatsızlık, zaman zaman tahammülsüzlük boyutlarına varıyor; sürekli hale gelen kaba, nezaketsiz dilin yanı sıra fiili saldırılara, tehditlere ve savunulamayacak tepkilere yol açabilecek kışkırtmalara varıyor. İktidar cephesi, muhalefet partilerini tedirgin edecek, giderek iç uyumlarını ve aralarındaki dayanışmayı bozabilecek söylem ve eylemlerden medet umuyor.
Muhalefeti bekleyen birinci tehlike bu. Bu sözlü ve fiili saldırı ve provokasyonların boyutları ve sıklığının artması, muhatap partinin söyleminin sertleşmesine, savunma amacıyla da olsa daha milliyetçi yahut dinsel kaymalara yol açarsa, bu yeni dil, ittifakın büyümesine olduğu kadar, birliğini sürdürmesine ve -seçimlerde oluşması zorunlu- yeni katılımlara da zarar verebilir.
İkinci sorun, millet ittifakı bileşenlerinin (yahut bu bileşenlerden birinin), iktidar karşısında daha güçlü oldukları sanısına kapılarak ‘particilik’ kaygısı gütmesi tehlikesi.
2017 Anayasa değişiklikleriyle kurulan bugünkü rejim, devletin bütün kuvvetlerini tek elde toplayan, böylelikle demokrasinin temel ilkesini çiğneyen bir kişisel yönetim; üstelik bu tekelci yönetimin başında bulunan kişi, bir siyasal partinin başkanı ve tarafsızlık ilkesini hiçe sayan bir partizan.
Rejime yöneltilen temel eleştiriler ve öncelikle aşılması gereken sorunlar burada toplanıyor: Aşırı yetkilerle donatılmış partili cumhurbaşkanının yetkilerini parlamenter demokrasilerdeki olağan sınırlar içine çekmek ve partiler üstünde tarafsız / birleştirici konumda olmasını sağlamak.
Öncelikli ihtiyaç bu iken, partilerden birinin, yakasından rozetini aday olduğunda çıkaracak aktif bir üyesinin, tarafsızlık konusunda diğer partililere ve tüm seçmenlere ne ölçüde güven vereceğini düşünmemek, 2018 seçiminin tekrar edilmesi tehlikesine açık görünmektedir. Böyle bir emrivaki, muhalefetin dayanışmasını tepede koruyor görünse bile, tabanda tehlikeli duraksamalara yol açabilir.
Geride bırakılan iki cumhurbaşkanı seçimi, yaşananlardan ibret almasını bilenler için, nelerin yapılması ve nelerin yapılmaması gerektiği konusunda yeterince derslerle dolu.
HDP GERÇEĞİ
Bugün Türkiye siyasetinin bir başka temel sorunu da, her iki ittifakın oyunun % 50+1’i bulmaya yetmediği gerçeği. Hatta, ittifakların kendi başlarına Meclis çoğunluğunu elde etmeye yetecek güçleri olup olmadığı da tartışmalı. Bütün kamuoyu araştırmaları, her iki kümenin oy toplamlarını birbirlerine yakın oranda gösteriyor. Yanılma paylarını da göz önünde tutarak bu oranın %40 dolaylarında olduğunu görmek ve söylemek mümkün.
Bu durumda, gelecek seçimin, özellikle cumhurbaşkanı seçiminin kilidini açacak anahtarın şu anda bir parti tercihi yapmamış (çoğu iktidardan kopmaya eğilimli) kararsız seçmenlerle, mevcut ittifakların dışında duran bir partinin, HDP’nin elinde olduğunu kabul etmek gerekiyor.
İktidardan kopmaya eğilimli, ancak kendileri için de bilinir, güvenilir yeni bir liman arayan seçmenlerin oyunu almaya ilk adaylar olarak DEVA ve GELECEK partileri görünüyor. Saadet ve diğerleri de bu büyük havuzdan serinletici bir pay almak için elbet uğraşacaklar. İktidar blokundan kopan seçmenlerin niceliği seçimlerin sonucunda son derece etkili olacak.
Öte yanda, iktidar blokunun tüm suçlamalarına, muhalefet partilerinin de mesafeli tutumuna karşın, ısrarla ve kararlılıkla seçmen desteği %10’ların üstünde görünen HDP var. HDP, çoğunluğu doğu ve güneydoğudan olmak üzere ülkenin hemen her yerinden oy alıyor. HDP seçmeni, seçtikleri milletvekillerinin, karizmatik eski genel başkanının tutukluluğu, tüm belediyelerinin siyasi suçlamalarla kayyıma devredilmesi karşısında umutsuzluğa kapılarak partisini terk etmiyor; daha inatla ve ısrarla sahip çıkıyor; denilebilir ki bu açıdan, politik bilinci en yüksek ve kararlı seçmen kitlesi burada.
Ancak HDP, her demokratik arayış ve açılım sürecinde bazı eylem ve söylemleriyle otoritenin elini güçlendirici bir işlev taşıyan PKK ile arasına kesin bir sınır koyamamaktan kaynaklanan sorunların gölgesini yeterince aşabilmiş değil.
Son yıllarda önemli parti sözcü ve temsilcilerinin ‘bütün Türkiye’nin partisi’ olmak yolunda önemli gayretleri var. Geçenlerde Genel Merkezce yayınlanan ‘Tutum Belgesi’ gibi metinler, yoğun emek ve görünür bir hukuk ve demokrasi kararlılığı içeriyor.
Ancak bütün bu gayretleri boşa çıkarmak istercesine yapılan bazı açıklamalar, bu alanda oluşturulmaya çalışılan imajda ‘sil baştan' yapmak zorunluğunu doğuruyor; zaten tedirgin ve inanmamaya eğilimli çevrelerde haklı haksız tartışmaların ve bilinen suçlamaların yoğunlaşması sonucuna yol açıyor. HDP’nin önümüzdeki süreçte yönetmeye çalışacağı temel sorunu bu. Bu sorunu gündemden düşürmeyi başardığı ölçüde demokrasi sürecine katkısı olacak.
Kamuoyu araştırması sonuçlarının gösterdiği o ki, ilk turda olmasa da, ikinci turda HDP’nin ağırlık koyacağı küme seçimden başarılı çıkacak. İlk turda ‘ortak aday’ konusunda da HDP kapılarını tümüyle kapatmış değil; ancak muhalefetin diğer partileri bu konuda yeterince cesaretli ve istekli görünmüyor.
Aslında iktidar, HDP kitlesini kendi kümesine katabilmek için can atıyor. Bunu başarabilse, önümüzdeki seçimin kilitli görünen kapısını açabileceğine inanıyor. Bunun denemelerini, üstelik oldukça yüzüne bulaştıran bir biçimde 2019’da yaptı; sonuç alamadı.
Sonuç alması da imkânsız. Çünkü bir yandan son 5-6 yıldan bu yana içeride sürdürdüğü eylem ve söylemleri, hem Suriye’de çıtayı Kürtlerin gelecekteki statüsüne ve özel bir hak elde etmemesine indirmiş görünen dış politikası ve hem de MHP ile sürdürdüğü yol arkadaşlığı buna engel.
Bu durumda, kendisine yar olmayacak HDP seçmeninin kimseye yar olmaması için yeni senaryolar arıyor; sahnelemeye de kalkışacak görünüyor. Bu senaryolar, HDP’ye dönük söylemin sertleşmesine, baskıların artmasına, HDP seçmeninin demokrasiden umut kesmesi ve uzaklaşması hesaplarına dönük, ülke bütünlüğü için büyük tehlikeler içeren vahim boyutlara uzanabilir.
Bu tehlikeli senaryoları aşmak için muhalefet partilerine önemli görev düşüyor. Bu görev, politikaları kendilerinden farklı, hatta tamamen karşı bir siyasal partiyi korumak değil, milyonlarca Türkiye Cumhuriyeti yurttaşının seçimden, sandıktan, demokrasiden, TBMM’den umut kesmesini önlemek, ülkeyi ve demokrasiyi korumak.
Bir yandan, birbirinden beslenen karşılıklı odakların kundakladığı şiddetin gölgesinden sakınarak, öte yandan seçimi, sandığı, seçmenin iradesine saygıyı özendiren ve bu yolda herkese güven veren bir söylem, bütün tehlikeli oyunları bozabilir.
İş, gereken cesareti ve feraseti gösterebilmekte…