HABER MERKEZİ---Jineolojî Akademisi olarak Ortadoğu ve dünyanın birçok yerinde yaşanan bilimcilik krizini ve kapitalist sistemin yarattığı krizleri ele alıp yorumlama ihtiyacı duyduk. Tüm insanlığın gündeminde yer alan coronavirüsünü kapitalist sistemin salgıladığı düşünsel zehrin bir sonucu olarak değerlendirip ulaştığımız verileri bu belge ile paylaşmak istedik. Dünya gündemine giren COVID-19’un ne olduğu, neden toplumsal kaos haline dönüştüğü ve insanlığın ölümle başbaşa bırakıldığı konuları üzerine yoğunlaştık.

Öncelikle şuna inanıyoruz; insanlık, özgürlük ütopyalarını yaşamsallaştırarak, kapitalist modernitenin kaos ve krizli yaşam biçimlerinden arınabilir, kendi yaşam tercihlerini ifade edebilir. 21. yüzyıl özgürlük ütopyası olan toplumlara, özgürlük zeminini ve zamanını sunabilecek imkânlara sahiptir. Özgürlük taleplerini dile getiren ve ideolojik-paradigmasal düşünce gücünü bir araya getiren toplumsal, kültürel, tarihi ve demokratik değerlerin toplamı bu zemini göstermektedir. Yaşam tercihleri ve alternatifler netleştikçe, çoğaldıkça toplumlar, halklar ruhsal, zihinsel anlam bütünlüğü içerisinde kendisi olma tercihini daha fazla değerlendirebilmektedir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, “Ütopyalı özgür yaşam seçeneği, bir evrensel bayram hali”dir belirlemesiyle demokratik toplum hedefi olan özgür yaşamı tanımlar.  Özgür yaşam seçeneklerinin neler olduğu,  Kapitalist Modernitenin Aşılma Sorunları ve Demokratikleşme  Kitabı’nda  geniş bir şekilde açımlanmıştır.

‘Evrensel bayram hali’ olarak ifade edilen yaşam biçimi, geçmiş ve geleceğin özgürlük anı olan bugün, şimdiki an biçiminde yorumlanabilir. An’ın özlenen ve beklenen yaşam biçimi, öncelikle düşüncede somutlaşır. Herkesin hayali olan özgür yaşamları düşünmek, belki de içinde yaşadığımız dönemin ağır psikolojik sosyal, kültürel, ekonomik, ekolojik krizlerini aşmanın moral değeri olacaktır. Tartışmalarımızda bu moral ve ahlaki değerlere bağlı kalarak, süreci yorumlamanın olumlu yanını gözlemlemeye çalıştık.

Günümüzde toplumların maddi ve manevi yapısallığı yani kutsalları, üretimleri, kültürleri, tarihleri, ahlaki ve politik değerleri gibi varlık gerekçeleri, bütünsel anlam derinliği temelinde ele alınırsa, insanlığın kök hücreleri olarak görülebilir. Maddi ve manevi yapısallıklar hem büyüleyici hem şiirsel hem estetiktir, hatta belki de daha tam olarak tanımlanmamıştır. Toplamının adı, yaşam olmaktadır. Her olgunun tamamlayanı olduğu gibi, yaşamın da tamamlayanı ölümdür. Form kazanmış ve görünür olan her enerji potansiyeli, akışkanlığı ile yaşamı meydana getirmektedir. Yaşam ve ölüm arasındaki en ince, estetik ve hassas denge toplumların bu yapısal bütünlükleri ile anlam bulmaktadır.

Toplumsal denge ve muhteşem uyumunu sağlayan güzel evrenimize, egemen erkek aklı ve eli ile yapılan dış müdahale bu dengeyi sarsmakta ve anlam bulanıklığına yol açmaktadır. Yaşadığımız çağın anlam bulanıklığı, toplumsal evrensel denge ve uyumuna yapılan müdahalenin sonucu olarak görülebilir.  Kutsalı, anlam bütünlüğü ve sırlı yaşamı zedelenen toplumlar, insani duygular olarak öne çıkan, korku, panik, kaygı, endişe ve toplamı olan stresli ruh halini yaşar. Bu ruh hali, yaşamın sırlı, şiirsel hoş sedalı ahengini zorladıkça, birey anlamsızlık içerisinde boğuşur ve uzun vadeli düşünemez duruma gelir. Günübirlik ve çok kısa vadeli çözüm arayışlarına başvurur.

Kutsal değerleri ile kendisini tanımlayan insan toplulukları; bu kutsal değerlerle yani yurtseverlik, toplumsallık, ekolojik hisler, tarih bilinci, kendini savunma yöntemleri, sağlıklı yaşam imkanları, düşünceyi canlı tutan sürekli eğitim hali, doğanın dengesini özünde somutlaştıran eşyaşam ilişkileri ve özellikle toplumsal gelenekleri ile her zaman çözüm arayışlarını geliştirmektedir. Bu çözüm yöntemleri birçok coğrafya ve halklarda farklı olabilmekte, dolayısı ile izafi çözüm yolları da gelişebilmektedir. Bu da renkli ve birbirini tamamlayan çözüm yöntemleri biçiminde yorumlanabilir. Her çözüm yöntemi, yaşama dair bir yenilik ve anlamlılık olmaktadır. Bu temelde ölüm-yaşam ikilemi arasındaki en ince ve kısa an telafi edilebilmektedir.

Yağmur ve sevgi yokluğuna odaklanan paradigma farklılığı

Bin yıllardır devam eden, yaşam akışını bu kadar etkileyen ve insanlığı anlık çözüm yollarına zorlayan koşullar nelerdir? Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan tarafından, 21. yüzyıl kadının özgürlük yüzyılı olarak ifade edildi. Bu ifadeye bağlı olarak, yaklaşık yarım yüzyılın direniş değerleri temelinde Rojava devrimi kadın öncülüğünde gerçekleşti. Kadınların öz iradeleri ile özgürlük yüzyılını başlatmaları, Öcalan’ın kadın hakikatini dile getirirken, somut ve yaşamsal verilere dayandığını göstermektedir. Biz de bu gerçeğe dayanarak, dünya genelinde yaşanan sosyal, siyasal, kültürel, ekolojik ve ekonomik kaos halini, yaşamın olmazsa olmazı olan sağlık alanını jineolojî merceğinden değerlendirdik.

Her yerde sürekli kaos, kriz, çözümsüzlük, soykırım, imha, inkar, asimile ve savaş argümanlı her türlü kavram kullanılmakta, yaşam bu kavramlarla dolup taşmaktadır. Günlük literatürde, sevgi, saygı, özveri, güven, empati, moral gibi manevi, hissel kavramlar kullanılamaz hale gelmiş durumdadır. Kültür ve sanat alanı dahi belirtilen savaş kavramlarının argümanları olarak kullanılabilmekte, aile-ev içi, devletler içi-arası savaşlarla dolup taşan diziler, filmlerin yapımına, etkinliklere trilyonlar harcanmaktadır. Sağlıklı yaşamın kaynağı olan spor alanları, başta futbol turnuvaları, at ve boks yarışmaları olmak üzere, adeta bir savaş arenasına dönüştürülerek, dünya toplumları kamplara bölünmekte, düşmanlık duygularıyla taraflaştırılmaktadır.

Günlük dil, savaş ve intikam dili olarak değişmiş durumdadır. Diğer yandan oluşturulan duyguların yaşamdaki karşılığı milliyetçilik, dincilik, cinsiyetçilik biçiminde, öldürme ve soykırımın yaşam tarzı haline getirilmektedir. Latin Amerikalı Kızılderili bilge Hehaka Sapa’nın yüzyıl önce yaptığı şu belirleme günümüz düşünce dünyasını yansıtır gibidir. Şöyle diyor Hekaka Sapa; “Bizim şarkılarımız çoğunlukla yağmur üzerinedir, çünkü bizde yağmur çok az yağar ve çok özlenilen, istenilen bir şeydir. Dikkat ettim, siz beyazların şarkılarının çoğu aşk ve sevgi üzerinedir” der.

Demokratik ve özgür yaşam iddiası temelinde mücadele eden halkların da temel kavramları, sözleri, şarkıları; barış, kardeşlik, eşitlik, öz savunma, anadilde eğitim, sosyal, siyasal haklar ve özgürlükler üzerinedir. Demokratik uygarlık savunucuları ve devletli uygarlık-kapitalist sistem savunucularının karşı karşıya bulunduğu, ciddi bir mücadele yaşanmaktadır. İki yaşam çizgisi somutlaşmış durumdadır. Demokratik modernitenin düşünce ve yaşam şekli ile kapitalist modernitenin düşünce ve yaşam şekli arasında seyreden bu iki akış, çok ciddi yol ayırımlarını beraberinde getirmektedir. İki çizgi arasında gelişen bu mücadelede, bilgi ve bilinci yerinde ve doğru yorumlamak önemli olmaktadır.

Belirttiğimiz bütün kaotik olguları bir araya getirdiğimizde, epistemolojik yöntemlerle ya da diğer bir deyişle bilgi bilimi yöntemi ile ele alma gereği ortaya çıkmaktadır. Yaşanan kaoslu, krizli süreçleri doğru analiz edebilmek için, doğru bilgi şarttır. Bilgi, bilince dönüştüğü oranda, yeni alternatifler ortaya çıkarabilmektedir. O zaman günümüzün bilgi yapılanmasının ne kadar doğru ve toplumsal olduğuna bakmak gerekecektir. Çünkü geliştirmek istediğimiz analiz ile ulaşmak istediğimiz sonuç, toplumsal hakikatler olacaktır. Toplumların hakikat gerçekliği de maddi ve manevi yapısallıkta, dolayısı ile ahlaki ve politik çözüm perspektifleri ile somutlaşmaktadır.

Günümüzün bilgi bilimi ve teknik-teknolojik gelişimi ön plandadır. Sürekli gelişmiş bilgi ve bilim değerlendirmeleri yapılmaktadır. Aslında evrende ve dünya üzerinde yaşanan birçok doğal afet ve devletli sistem kaynaklı afetlerin önünü alabilecek düzeyde olduğu belirtilmektedir. Deneyimlediğimiz yaşam tecrübelerimizde biz de buna tanık olmaktayız. Her sistem kendi bilimsel yöntemlerini, bilim yapılanmalarını geliştirmektedir. İçinde bulunduğumuz yüzyıl, kapitalist sistemin yaklaşık 5 yüzyıldır kendisini tüm toplumsal alanlarda kurumlaştırdığı bir sürece denk geliyor.

Kapitalist modernitenin bilim yapılanması, yaşanan sorunlara çözüm geliştirmek yerine, sorun üretmenin kaynağına dönüşmüş durumdadır. Küresel açlık, susuzluk, doğal afet, savaş ve katliamların yol açtığı sorunların kaynağına inmemekte, insanlığın yükselen yardım çağrılarına çözüm geliştirmemektedir. Kapitalist sistemin bilimi devlet, iktidar çıkarları için ve tüm çözüm imkanlarını denetimi altına alarak, halklara karşı kullandığı coronavirüs salgını sürecinde bir kez daha ortaya çıkmıştır. İnsanlığın özgür yaşam iradesi yok sayılmakta, çok ince yöntemlerle iradi duruş ve düşünce gücü kapitalizmin iktidarcı bilim yöntemleri ile işlevinden uzaklaştırılmaktadır. Bu nedenle yaşanan kaos ve krizlerin kaynağı, bilim yöntemlerindedir, diye değerlendirebiliriz. Yanlış ve eksik bilgi, kaos ve krizleri de beraberinde getirmektedir.

Günümüzde yaşanan sosyal, kültürel, düşünsel, tıbbi sorunlara karşı, sosyal bilimler ve sosyal bilimlerin alt disiplinleri olarak isimlendirilen tarih, ekonomi, ekoloji, sağlık alanı, belli tanımlar çerçevesinde çözüm zeminleri yaratmaya çalışmaktadır. Aslında ahlaki ve politik toplum ölçülerine ve yaşam tarzına göre verimli olabilseler, toplumsal çözüm yollarını da geliştirebilirler. Örneğin; toplumsal, ekolojik hareketlerin kolektif çaba ile anında çözüm olabilecek kapasitede olduğuna inanıyoruz. Değişim-dönüşüm endeksli ve sosyal, siyasal, ideolojik amaçlı örgütlenen kadın, gençlik hareketleri var. Sadece bu hareketler öncülüğünde mevcut sorunların ya da sorunsallaştırılan konuların çok kısa sürede halkların öz iradeleri ile çözülebileceğine inanıyoruz. Yine her dönemin fedai kahramanları, hareketleri olan öncü devrimci hareketlerin yaşam perspektiflerinde bu sorunlarla mücadele etme iddiaları çok güçlüdür. Değişim ve dönüşümün ana dinamik gücü olan devrimci hareketlerde öncülük edecek potansiyel ve birikim, modernizmin sınırına takılan sosyal bilimi ve alt disiplinlerini aşmış görünmektedir. Yerel ve bireysel düzeyde de toplumsal duyarlılık temelinde herkesin üzerine düşen sorumluluk payı vardır.

Pozitivist bilim sorun mu çözüm mü üretmekte

Jineolojî olarak, erkek egemenlikli zihniyete dayanan kapitalist sistem krizini analiz etmekle beraber, onu aşma iddiasını taşıyan tüm bu değişim –dönüşüm güçleri üzerinde analizler yapmayı da önemli görmekteyiz. Bu değişim –dönüşüm güçlerinin önemli olduğunu düşünüyoruz. Aslında belli bir çaba da görülmekte, fakat evrensel ve kollektif düşünceye dayalı dayanakların daha güçlü olması gerektiğine inanıyoruz. Küresel sorunlara karşı küresel çabalar, kollektifler daha çözümleyici olabilir.

Yaşanan kaos ve krizlere ilişkin analizler yaparken sorulması gereken soruları tespit etme gereği duyduk. Coronavirüs salgınına karşı neden çözüm geliştirilmiyor? Mevcut bilimsel yapılar ve verilerle mi gündemler ele alınıyor, yoksa toplum üstü, var olan olguları anlaşılmaz kılarak farklı olumsuz ruh hallerini, psikolojik, sosyal yargıları daha da derinleştiren temelde mi yaklaşılıyor? Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan bilimi “en gelişkin anlam yorumu” olarak tanımladı. Yaşamsal bütünlük, büyük anlam yorumu ve toplumsal kutsalların bu kadar güçlü olmasına karşın, mevcut bilimsel yöntemler neden görünür ve somut değildir?

Bilimsel yöntemler, kollektif akıl ve toplumların özgür yaşam tercihlerine dayalı geliştirilmediğinden, toplumların yaşam biçimlerinde ya da geniş anlamı ile toplumsal doğada büyük ayrışmalara neden olmaktadır. Bu ayrışma, düşünsel ve sosyal kopukluğa, her olguya yaklaşımda daha da parçalanmaya neden olmaktadır. Özellikle toplumsal konular söz konusu olduğunda, sosyal bilimler işlevsizleşmektedir. O zaman neden sosyal bilimler bu kadar güçlendirilip, çözümsüzlük odağı olarak geliştirilmektedir. Çıkış amacı ne kadar özgürlükçü ve çözüm odaklı olursa olsun, günümüz sosyal bilimleri, sağlık hizmet alanları, ekonomik güç birlikleri, ulusal ve kıtasal birlikler iflas etmiştir. Sonuç, yine kapitalist sistemin varoluş gerekçesine dayanmaktadır. “Bilimin yeniden anlam yorumuna ihtiyaç vardır” tespiti, tüm kadın-toplum-yaşam alanlarının temel perspektifi olabilir.

İçinde bulunduğumuz zamanı, “bilimin paradigmatik devrimi gerçekleştirme zamanıdır” diye belirtti A. Öcalan. Çünkü bilinmektedir ki, en krizli, kaoslu süreçler yenilik ve alternatif zeminlerini de doğurabilir. Bu zeminler, jineolojîyle çıkış yapacak alternatif çıkış yolları olmaktadır. Kapitalist modernitenin bilimsel yöntemlerini reddetmek, toplumsal ihtiyaçları devlet dışı karşılayacak toplumsal bir örgütlülüğe ulaşmak, demokratik özgür yaşam tercihini geliştirmeye hizmet eder. Özgür yaşam tercihini geliştirmeye hizmet edecek bilimsel verileri ortaya çıkarmak için, zaman ve mekanı iyi değerlendirmek, düşünsel devrim imkanlarını da beraberinde getirecektir.

Bilgi ve bilime dayalı alternatifler zengin, farklı olabilir. Çözümler, her alan ve toplum için farklı olmakla birlikte, toplumsallığı güçlendirmeyi amaç edindiği oranda, devlet ve iktidarı aşmaya katkı sunar. Bilgi, toplumsal hakikat süzgecinden geçirildikçe, toplumsal bilinç ile değişim dönüşüme hizmet eder. Bilgi ve bilinç, toplum ve insan aklı ile somutlaşır ve form kazanır. Form haline geçen bilgi, toplumsal ihtiyaçlar temelinde yorumlanır, yeni anlamları da beraberinde getirir. Toplumsal doğa ve doğa sürekli değişim dönüşüm içerisindedir ve mayasını-öz kimyasını kaybetmeden bu değişim dönüşüm akışına katılmaktadır. Günümüz bilgi yapılanmasının mutlak, parçalı, iktidar endeksli, doğa, toplum ve kadın kırımı üzerine kurulu olması, tekrar eden sorunların kaynağıdır.

Ulaşılmak istenen, en olumsuz dönem ve olgulardan en olumlu sonuçlar geliştirmektir. Bazen umudun karanlık kuyuların dibinde olduğunu bilerek, karanlıktan çıkışın umudu yükseltilebilir. Bazen de bilgelik zamanlarının şifacı kadınları gibi hissel, duyusal, düşünsel sezgisel bilgiler kullanılarak çok farklı açılardan kollektif aklın yöntemleri geliştirilebilir. Her türlü kötü ve çirkin yaratıma karşı, iyi ve güzeli kadın zekası ve yaşam bilgisine dayalı geliştirebilmek mümkündür. Kadın bilimi, toplumsal hakikate daha yakın durmaktadır. Hakikat algısı, iyi ve güzele uyarlandığında parçalanmış anlam yorumu, pozitivist algı biçimlerinden arınabilir.

Bilim-aydınlanma çağı olarak kapitalizmin çıkış sürecinden bugüne, bilimsel veriler ışığında dünyanın birçok yerinde yaşanan krizlerin nedenlerine ve bilimsel çözüm yöntemlerine eğilebiliriz. Tarih boyunca, toplumsal olgular sorunsallaştırılmış, bu yöntemle ve modern kölelik biçimleri ile toplum üyeleri kılcal damarlarına kadar kendisinden, temel değer yargılarından uzaklaştırılmıştır. Yaşam duruşu ve düşünsel üretiminde direniş ruhunu süreklileştiren kadınlar üzerinde uygulanan birinci, ikinci cinsel kırılmalar, tarihsel toplum ve bilgi yapıları üzerine de uygulanmıştır. Bilgi ve bilimsel yöntemlerdeki çarpıklık adeta cinsel kırılmalara eşdeğer durumdadır.

Coronavirüs salgını mı biyolojik savaş mı

Günümüzde kapitalist modernite, insanlığın temel değerlerine yönelik geliştirdiği saldırı ve düşünsel sapmalarla toplumsal kırılmaları gerçekleştirmektedir. Merkezi uygarlıklar bir zihniyet sapması olarak, toplumlara baskı aracı olarak geliştirilir. Ekonomik alanda çıkarlar temelinde anlaşılmaz hileler ve gaspçı yöntemlerle halkların emeği kendilerine karşı kullanılmıştır. Bilim alanı, doğayı insanı yokedici silahların üretildiği, savaş rantlarının meşrulaştırıldığı alana dönüştürülmüştür. Bunlar şimdiye kadar bilinen, eleştirilen ve demokratik kesimlerce en fazla mücadele alanları olarak görülen olgulardır. Fakat, dünyadaki tüm insanları aynı gün ve saatte evlere kapatan, her tür toplumsal bağı yasaklayan ve insanlığa ölümün eşiğini gösteren, küresel bir salgın gibi yakıcı bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Alternatif yaşam ve sistem arayışı ve mücadelesi içinde olan güçler olarak bu tür durumlara yeterince hazırlıklı olmadığımız ortaya çıkmıştır. Devletli sistem çözümünü aşan, alternatif hareket ve mücadele tarzını açığa çıkarma yönümüz eksik kalmıştır.

COVID-19 olarak ifade edilen hastalığın adı, 2020’nin en çok konuşulan, duyulan kavramı oldu. Başta Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve hegemonik devletler, çıkarları gereği hastalığa neden olan virüs hakkında somut bilgi vermedi. Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi -küresel salgın- olarak tanımlanan, soğuk algınlığının nefessiz bırakan, öldürücü bir türü olarak yayılan bu hastalığa çözüm bulunamaması şüphe yaratmıştır. Virüsün Avrupa ülkelerinin ‘devlet bütçelerini zorlayan kesim’ olarak tanımladığı yaşlıları -65 yaş üzeri- nefessiz bırakarak öldürmesi ayrı bir soru işaretidir.

Küresel tekel olma savaşında yakın rakip olan ABD ile Çin arasında gidip gelen taciz atışları, daha ilk günlerde Trump’ın virüsün ‘insan eliyle üretilmediği’ açıklamasını yapma gereği duyması, soru işaretlerini çoğaltmıştır. Salgın krizinin, ekonomik krizle cebelleşen Avrupa ülkelerini, yoksul kesimleri vurması, tekelleri güçlendirmesi, soru   işaretlerini çoğaltan diğer etkenlerdir. En önemlisi de Kürdistan ve Ortadoğu’da 3. Dünya Savaşı’nın yoğunlaştığı, dünya genelinde başta kadınlar olmak üzere “direniş virüsünü dünyaya yayma” perspektifiyle yola çıkanların seslerinin etkili çıktığı bir döneme gelmesi de düşündürücüdür. Salgınla birlikte, devlet denetimini, askeri disiplini ve teknik takibi artıran, normalleştiren ve meşrulaştıran etkenlerin peşi sıra gelmesi de sorgulamaları derinleştirmiştir.

Birçok ülkede, sistem krizinin görünen yüzünü protesto eden, teşhir eden, kabul etmeyen demokratik ve özgürlük talebini dile getiren mücadeleci halkların, kadınların, bu hastalık nedeni ile evlerine kapanması istendi. Toplum, kadınlar evlere kapatılırken, Türkiye gibi ülkelerde infaz yasa düzenlemeleri ile dışarı salmak için yöntem aradıkları özel savaş elemanları, hırsızlar, tecavüzcüler rahatlıkla sokaklara bırakıldı. İnsanlar eve kapatılırken, devletler stratejik planlarını kurguladığı görüşmelerine, askeri yığınaklarına, ekoloji karşıtı projelerini yürürlüğe koymaya devam ettiler. İstatistiklere bakılırsa, İran dışında herhangi bir devlet erkanı, başbakan ya da cumhurbaşkanı bu hastalıktan ölmedi, fakat dünya genelinde ölümler yüz binleri buldu. COVID-19 iktidar sahiplerini es geçtiği için mi bulaşmadı, yoksa sömürgeci zihniyet bunu ezilen kesimlere, uluslara karşı bilinçli olarak mı kullandı gibi teoriler de geliştirilebilir. Bu sorular ve soru işaretleri yaşanan sürecin çelişkilerinin yansıması olarak gündemdedir. Diğer yandan kaç yıl ve kaç dalga, aşının kaç ay veya yılda bulunabileceği tartışmaları üzerinden toplumlar nesneleştirilerek salgınla başbaşa ve çözümsüz bırakılmıştır.

Jineolojîye Giriş Kitabı’nda ifade edilen “Jineolojî yaşam ve toplumsal yaşam bilimi olarak sosyal bilimlere bir zihniyet farklılaşması olarak yerleşme mücadelesini verirken; özne-nesne ayrımını mutlaklaştırmaz. Nesne-özne ayrımı zihniyet hegemonyasının adeta kilididir” belirlemesi ile örtüşen tartışmalarımız ve çıkardığımız sonuçlarla bu kilidi çözmeyi hedeflemekteyiz. Salgını bir sistem krizi olarak görmekte, kapitalist modernizmin tüm hastalıklarını insanlık üzerine yıkarak, ömrünü uzatma peşinde olduğunu düşünmekteyiz. Bu anlamda yürüttüğümüz ne ilk ne de son tartışmalardır. Bu kaos sürecini anlama ve özgürlük sosyolojisini direniş kültürüyle örerek, cinsiyetçilik, bilimcilik, milliyetçilik ideolojik krizlerinden kurtulmanın bilgi ve bilimini biriktirmekte, örmekteyiz. Tarihsel toplum deneyimi kadar, güncel direniş bilgisi ve eylemiyle yoğrulan yeni, özgür yaşamların bilinci ve bilimine dönüştürme peşindeyiz. Sistem-karşıtı deneyimlerin yaşam alanlarının genişlemesine, güçlenmesine hizmet eden doğru bilgi ve bilimselliğe yüzünü dönen, ahlaki, vicdani, felsefik derinlik ve sorumlulukla donanmış toplum bilgisine duyulan ihtiyaç derindir. Bu bilginin büyüsünü, gücünü ve yaşama anlam, moral, coşku katan enerjisini kadına, topluma, yaşama yeniden kazandırma amacı, arayışımızın, sorularımızın ve cevaplarımızın temelini oluşturuyor.

Her savaşın özünde ekonomik çıkarlar kadar, belki daha da önemlisi ideolojik bir savaş olduğu biliniyor. Coronavirüs salgınıyla toplumlar üzerine çökertilmek istenen havanın çaresizlik, moralsizlik, açlık, kimsesizlik, güçsüz, iradesiz ve örgütsüz bırakma, toplumsuzlaştırma olduğunu söyleyebiliriz. Sadece yaşlıları değil, insanlığı nefessiz bırakarak öldürmeye alıştırma biçimi hem psikolojik hem biyolojik bir savaş, özünde ideolojik bir savaş olarak sürmektedir. Bu ideolojinin özünde, tıpkı IŞİD’in kafa kesen, insanları canlı canlı cayır cayır yakan, ölümün ve tecavüzün her biçimini başta kadınlar olmak üzere halklara gözünü kırpmadan uygulayan, kindar bir saldırganlık var. Korku yaratarak, can alarak, can yakarak, tarihsel, toplumsal ve kültürel mirastan intikam alan, ahlaki ve insani değerleri yerle bir ederek uygulanan “şok doktrini”dir.

“Şok doktrini” devletli sistemin, özel savaş merkezlerine bağlı olarak, ekonomik ve siyasi krizlerini aşmak ve küresel egemenliğini pekiştirmek için uyguladığı politikaları içerir.  Ekonomik krizler, savaş ve işgaller, darbeler gibi, IŞİD, COVID-19 salgını da “şok doktrini”nin uygulanma biçimleri olarak birbirini tamamlamaktadır. Önce katliamdan, tecavüzden, kırımdan geçirip, hareketsiz, etkisiz kılarak şoke etme, sonra ideolojik, politik, ekonomik stratejiyi hayata geçirme birbirini takip eder. Küresel sömürünün önünü açma, teknolojik uygulamalar, cinsiyetçi yaşam alanları ve biçimlerini dizayn etmenin, insan-toplum ilişkilerini sıfırlama ve tamamen devlete bağlama, muhtaç ve mecbur kılma operasyonlarıdır. Günübirlik yürütülen bu operasyonların, ekonomik, askeri, siyasi, biyolojik ve toplumsal sonuçları ve geleceğe dönük amaçları üzerinde derinlikli durmak zorundayız. Tahlil etmek kadar, boşa çıkarmanın bilgi ve deneyimini biriktirmeyi, yaşama geçirme yol ve yöntemlerine kafa yormayı önemsemeliyiz. Ne devletler ne de toplumlar salgın öncesi gibi, ekonomilerini, yaşamlarını ve politikalarını sürdürecektir.

Yaşamlarımız ve yaşam alanlarımız üzerine çöken bu karabasan nereden ve nasıl ortaya çıktı sorusu, önem taşıyor. Ekolojik mücadele son on yılların en dinamik mücadele alanını oluşturuyor. Ekolojik dengeyi tahrip eden, ozon tabakasını delen, ormanları ekonomik ve teknolojik talan için yok ederek, insanlığı nefessiz bırakmak isteyen devletli uygarlığın en uç saldırganlığı ile karşı karşıyayız. En son dünyanın ciğerleri olarak bilinen Amazon ormanlarının aylarca müdahale edilmeden, tüm dünyanın gözleri önünde cayır cayır yakılması ne anlama geliyordu? İddialara göre, 5G teknolojisinin pürüzsüz alanlara ihtiyaç duyduğu ve ağaçları sevmediği belirtiliyor. Beton yığını metropol kentlerin gökdelenleri bu teknoloji için bir engel oluşturmamakta, doğanın masum çocukları, yeşilin, rahat nefes almanın muhteşem harikaları bozgunculuk yapmaktadır. Daha bu yangının ateşi sönmeden ve dumanları tüterken, ekosistemindeki tüm canlılar cayır cayır yanarken, toplumların canlı hafızalarını, ahlaki ve kültürel değerlerinin temsilcisi yaşlıları nefessiz bırakarak öldüren başka bir operasyonla karşı karşı kaldık.

İnsanlığın üzerine yıkılan endüstriyalizm ve aşırı kentleşmenin toprak, tarım, ağaç, doğal akarsu, yeşile düşman ilerleyişinin nerede duracağı belli değil. En tehlikeli laboratuar denemeleri canlılar üzerinde yürütülen deneylerden oluşuyor, hayvan klonlamadan insan klonlamaya dair gündemler çok yakın tarihe ait. Toplumsal etikten ve felsefeden kopan bilimin, iktidar ve savaş tekelleri elinde nasıl ve hangi yöntemlerle kullanıldığının bilgisine yeterince sahip değiliz. Bu anlamda ne düzeyde yıkıcı, öldürücü, doğayı, toplumu ve gezegenimizi tahrip edici, ne düzeyde insanlık, doğa ve gezegenimiz yararına olduğunun somut bilgisinden yoksunuz. Ancak yaşayarak, tarihsel ve güncel tanıklığın dili ve sonucu, toplumdan ve kadından uzaklaşan ve ulaşılmaz kılınan bilginin, yıkıcı, yokedici, hastalık üretici olduğu ve tekelci sömürü çarklarını hızlı döndürmek için kullanıldığı ortaya çıkıyor.

Toplum yararına, hastalıkları iyileştirme, canlı ve cansız doğayı tanıma, tahlil etme anlamında olumluluk içeren bilimsel araştırmalar, başlangıç amacından sapmış durumda. İnsan yararı yerine, devlet ve tekel yararının ne düzeyde öne çıktığının görülmesini sağlayan bir dönemden geçiyoruz. Sağlık sistemlerinin hızla çökmesi, toplumlar kadar devletlerin de çaresiz kalması, toplum yararı yerine, savaşa, silahlanmaya yapılan yatırımların sonuçlarını bir kez daha görünür kıldı. Bu anlamda sistem tarafından pompalanan gündemler yerine, toplumsal hakikatten sapmayan, gerçek bilgi ve bilinci takip etmenin yollarını keşfetmek zorundayız. Virüsün insan eliyle üretilip üretilmediği, hangi koşullarda yaşayıp yaşamadığı, canlı olup olmadığı, daha kaç yıl insanlığı esir alacağı konuları yerine, derinleşen sistem krizi ve egemenlik savaşlarıyla bağını kurmak önem taşıyor.

Manipüle edilen bilgilerle toplum ve yaşamın seyri de manipüle edilmekte, insanlık kedinin fareyle oynadığı gibi kısır bir döngüye hapsedilmek istenmektedir. Devletli sisteme her yönüyle teslim ettiğimiz yaşam ve yaşam alanlarımızı nasıl toplumsallaştıracağımız ve ekonomiden siyasete, sağlıktan eğitime kendi kaderimizi kendi ellerimizle nasıl kuracağımızın aciliyetini görmek önemli. Virüs salgınını, sistemin doğa ve toplum üzerinde kurduğu sınırsız tahakkümün ve müdahalenin sonuçlarından biri olarak yorumlamak mümkün. Bu anlamda üzerinden aylar geçmesine rağmen, can almaya devam eden ve ölümlerin yüzbinlerle ifade edildiği coronavirüs salgını ve gelişim seyrini irdeleyebiliriz.

Virüslerin doğa ve toplumsal doğadaki yeri

Corona, Latince kökenli couronne sözcüğüne dayanır ve taç anlamına gelmektedir. Fransızca’da da couronne, aynı anlama gelir. Yunanca koronis, Hind-Avrupa dillerinde korono halka, çember anlamlarında isimlendirilir. 2019, Aralık ayı sonunda tespit edilen COVID-19, daha önceki coronavirüs türlerinden farklı özellikler taşıyarak, soğuk algınlığı biçiminde ciğerlere yerleşip nefessiz bırakarak ölümlere yol açmaktadır.

Kürtçe’de soğuk algınlığı hastalığı için; bapeş, bahor, zekem, serma girtin gibi isimler kullanılır. Kürtçe kavramlar, değişen hava koşullarının insan yaşamına etkisini ifadelendiren kavramlardır. Sadece değişen dengeleri ifade etmekte, ne olumsuz ne de olumlu anlam taşırlar. Birçok ülkedeki grip, influenza gibi isimlerle benzer niteliktedir. Kürtçe’de hastalığa sebep olan virüse ve hastalığa verilen isim de aynıdır; soğuk algınlığıdır. Yine dikkate değer diğer bir yan, belli bir hastalık veya bulaşıcı etkiye neden olan virüs ve bakteriler dişil öğe olarak ifade edilmektedir. Çoğalma kabiliyetine bağlı olarak coronavirüsün özel çaba gerekmeden kendi doğası gereği, rahatlıkla bulaşabildiği durumu da gözönüne alındığında, bu tanım çok abartılı sayılmaz.

Latince’de virüs, “bir tür zararlı mikroorganizma” sözcüğünden alıntıdır ve zehir anlamında kullanılmaktadır. Kürtçe WQF sözlüğünde şöyle geçmektedir; virüs dişil bir kavramdır, “(biyolojide) proten zarında yer alan DNA ya da RNA parçalarıdır. Canlı hücre sisteminde çoğalabilirler.”

Tıp sözlüklerinde virüsün canlı olmadığı belirtilmektedir. Çoğalma, genetik özellikler taşıması, seçicilik özelliklerinden kaynaklı, canlı olduğunu savunanlar da vardır. Vücuda bulaşan zehir olarak tanımlanan virüsün, canlı olmadığını belirtmek, pozitivist bilimin canlı ve cansız olgusunu nasıl tanımladığıyla ilgilidir. Virüsün belli bir süreden sonra öldüğü, hastalığın bulaştığı bireylerin daha sonra iyileşebildiği, fiziksel temasın olmaması durumunda virüsün güçsüzleştiği ifade edilmektedir. Bununla beraber COVID-19 virüsünün defalarca mutasyon geçirdiği, yani mekan ve koşullara göre biyolojik olarak dönüşüm gerçekleştirdiği belirtilmektedir. Bunlar yüzeysel ve çelişkili değerlendirmeler olmakla birlikte, canlı ve cansızlık çelişkisini aydınlatmaya ışık tutmaktadır.

  1. yüzyılın sonundan itibaren kullanılan virüs kavramı, zehir olarak tanımlanırken, 18. yüzyılda “bulaşıcı hastalığa neden olan ajan” olarak kayıtlara geçer. 19. yüzyıl sonundan günümüze ise yapılan araştırmalarda milyonlarca türde virüs olduğu ispatlanmıştır. Virüsler, yeryüzündeki hemen her ekosistemde bulunan biyolojk varlığın en bol türünü oluşturuyor. Çoğalma, genetik özellikler taşıması, canlılar üzerinde uzun süre etkili olma ve yok olma özellikleri düşünüldüğünde, canlı olarak kabul etmek mümkündür. İlk kez 1964 yılında İskoçyalı June Almeida tarafından tespit edilen coronavirüs, mutasyon geçirerek, daha önce de salgınlara ve normal olmayan ölümlere yol açmıştır.

Bilimcilik ve coronavirüs salgını

Pozitivist bilim, nesne olarak gördüğü, cansız olarak tanımladığı virüsü öldürmeye çalışmaktadır. Kapitalist sistemin çıkarları gereği anlamlandırılmamış ve işlevi somutlaşmamış her canlı, nesne olarak görülmektedir. Bu nesneleştirme anlayışı, yaşam ve tüm varlıklar için geçerli olmaktadır. George Floyd gibi, insan rengi de bu nesneleştirici anlayışın kurbanı, nefessiz bırakılarak katletme gerekçesi olabilmektedir. Bir Kürt gencinin resmi devlet kanunlarında yasaklı anadilinde müzik dinlemesinin bir öldürme gerekçesi olabilmesi gibi. Ataerkil zihniyetin ve kurumlarının bin yıllardır dört duvar arasında tutarak bu düşünceyle biçimlendirmeye çalıştığı kadını, her türlü işkence, tecavüz ve soykırıma uğratması gibi.

Bu anlayış temelinde güncel yaşam sisteminin nesneleştirildiği ve insanlık üzerinde bilinçli olarak laburatuar deneylerinin uygulandığı gerçeğini de ileri sürebiliriz. Salgın süreci bütün dünya bir laboratuara dönüştürülmüş ve üzerinde biyolojik müdahaleler yapılan virüs gibi, nasıl reflesk göstereceği, nereye kadar direneceği, teslim olacağı veya öleceğinin testleri yapılmaktadır. Biyolojik deneyler tarih boyunca değişik halklar, ırklar üzerinde uygulanmıştır. Özellikle kaçırılan, esir alınan, soykırıma uğratılan halklar bu tür deneylere maruz bırakılmıştır. Savaşlarda özel savaş yöntemi olarak kullanılan hastalık salgınları -veba, İspanyol gribi gibi- milyonların ölümüne yol açmıştır. 1. Dünya Savaşı, Hitler dönemi, Vietnam savaşları dönemi, Kürt Özgürlük Hareketi militanlarına uygulanan baskılar dönemi, kadına her gün uygulanan fiziki, düşünsel, sosyal, kültürel, düşünsel baskılar, belli başlı örnekler olarak verilebilir.

Durum bu ise, nesneleştirilmeye çalışılan canlı varlığı cansız olarak göstermek ve gelişebilecek olumsuz durumlara karşı tedbir alamamak, bilimin bilinçsizce yorumu olabilir! Sosyal yaşamın dışında kalan ve sadece sömürü sisteminin tekelinde çalışan bilim, bozulan sosyaliteye dair çözüm de geliştirmez. Zaten sosyal bilimin geliştireceği yaşam modeli, günümüzün ev hapishaneleri olmuştur. Bunu sadece jineolojî dile getirmiyor, sosyal yaşamın renklerinden uzaklaştırılmış ve tarihsel-toplumsal gerçekliğiyle buluşma mücadelesi veren her toplumsal yapı, birey açıkça dile getirmektedir. Bu durum, özne-nesne ayırımına dayanan bilimsel, felsefik, ideolojik yorumun, yaklaşımın ne kadar sakat ve çözümsüz olduğunu ifade etmekte, yaşadığı tıkanıklığı göstermektedir.

Bill Gates gibi dünyanın en büyük tekellerinden birinin denetiminde olan Dünya Sağlık Örgütü; “Coronavirüsü hayvanlar arasında yaygın olan büyük bir virüs grubudur. Bilim insanlarının zoonotik olarak adlandırdığı, nadir durumlarda, hayvanlardan insanlara bulaşabilir” demektedir. Bu salgının önüne geçebilecek aşının bulunmasına onay veren patent sahibi de yine Bill Gates’in kendisi olmaktadır. Daha ilk dönemlerde hastalığın ilacını bulduğunu belirten Fransız doktorun ölümle tehdit edilmesi, ABD’de yine önemli sonuçlara ulaşmış Çinli bir doktorun öldürülmesi, bu tekellerin küresel çıkarları ve amaçlarıyla açıklanabilecek durumlardır. Hastalığı üreten ve çaresini bulanın aynı kaynak olması, gerçeği aşikar kılmaktadır.

Ağır Akut Solunum Sendromu SARS-CoV, 2002 yılının Kasım ayında Hong Kong’da misk kedilerinden yayılarak 37 ülkede bine yakın insan ölümüne neden olur. Solunum Sendromu MERS-CoV, 2012 yılında Suudi Arabistan’da tek hörgüçlü develerden Ortadoğu, Arap Yarımadası ve bazı Avrupa ülkelerine yayıldı ve iki yüzün üzerinde insan yaşamını yitirdi. COVID-19 (ilk adlandırma 2019-nCoV) ise 2019’un 31 Aralık’ında Çin’in Vuhan şehrinde yarasalardan tüm dünyaya yayıldı. Yüzbinlerce insanın yaşamını yitirmesine yol açtı ve salgının ne zamana kadar etkili olacağı yaşanarak görülecek. Bu bilgiler, Dünya Sağlık Örgütü tarafından paylaşılan resmi bilgileri içermekte, ancak sadece ölü sayısı üzerinde durarak salgınları ve etkilerini değerlendirmek mümkün değil.

Önceki coronavirüs salgınlarının etkisini, ölümleri kat kat aşan, tüm dünyayı etkileyen 2020 yılına damgasını vuran bir salgınla karşı karşıyayız. Salgının insan sosyolojisi, toplumsal psikoloji, ekonomi, sağlık, eğitim vb tüm yaşam alanlarını nasıl ve ne kadar etkilediği, kapsamlı tahlilleri gerekli kılıyor. Bu dönemde insan sağlığının korunmasına dönük yapılan tek açıklama, sosyal tecrit ve herkesin eve kapanması olmuştur. Toplumların mevcut bilim kurumlarından, sağlık örgütlerinden ve hizmetinden çözüm beklentisi oldukça zedelenmiştir. Toplumsal yaşamı ve ihtiyaçları gidermeyi tamamen devlete bağlayan devletli zihniyet, toplumlar açısından ciddi bir tartışma konusudur ve sonuçları salgın döneminde daha net ortaya çıkmıştır.

Eve kapatılan kadınlar ve çocuklar, birçok cinsiyetçi saldırı ile yüzyüze bırakıldı. Ekonomik kriz derinleştikçe, küçük esnaf iflas ederken, Amazon ve Reihnmetall gibi uluslararası tekeller zenginleşti. Eğitim ve düşünsel çalışmalar, 5G tekniği ile on-line eğitim sistemine geçirilerek, toplumsallıktan koparıldı. Yalnızlaştırılan, tecrit edilen insanlar, daha fazla teknik denetime itirazsız tabi olmak zorunda bırakıldı. En çok korkulan durumlardan biri insanların yalnız ölüme terkedilmesiydi ve insanlar evlerinde günlerce sonra yalnız ve ölü bulundular. Toplumun ölü gömme ve can suyu verme gelenekleri basitleştirildi, toplu ölümlere toplu mezarlar yapıldı.

Geliştirilen korku atmosferinden hastalığın baş gösterdiği ülkelerde olağanüstü hal mekanizmaları gündeme girdi. Toplumun sistem karşıtı tepkilerini dile getirdiği gösteri, protesto haklarının sokağa çıkma yasakları gerekçesiyle engellenmesi, özel ve psikolojik savaşın insan sağlığını koruma adı altında uygulanması anlamını taşımaktadır. Halkları bu şekilde denetim altına alma, reflekssiz bırakmaya dönüktür. Halkların gösteri alanları olan sokaklar yasaklanırken, devletin askeri, polisi, hırsızı, dolandırıcısı, faşisti sokaklara akın etmiştir. Toplumun tüm kesimlerine yetecek tıbbi donanımın olmadığı belirtilerek, birçok insan evlerinde ölüme terk edildi. Yaşlı insanların bulunduğu koruma evleri, ölüm evlerine dönüştü.

Devletler, toplumları denetim altına almak için, polisleri sokağa salarak halkı evlere kapatmayı, ceza yağdırmayı bir yöntem olarak kullandı. İspanya gibi örneklerde, 4 kişilik kriz masası; 2 asker, 1 polis ve 1 doktordan oluşturan, salgın sürecini sağlıklı aşmak yerine, güvenlik tedbirleriyle aşmayı amaçlayan devlet politikaları öne çıkabildi. Günlük olarak sunulan ölü sayılarının psikolojik baskısı altında toplum ölüm-yaşam sınırında sıkıştırılmak istenirken, güvenlik tedbirleri ile askeri disiplin ve talimatlarla yönetilmeye alıştırılmaya çalışılmaktadır. Salgına ilişkin yapılan açıklamalarda, düşman ordusu karşısında savaşan bir militarist güç gibi ifadeler ve dil kullanılır. Salgın hastalığa karşı “Bu savaşı kazanacağız; bu illetin üstesinden geleceğiz; hep beraber mücadele edeceğiz; bu süreci hastalanmadan, evlerden çıkmadan, birbirimize temas etmeden inşallah sonlandıracağız” gibi kavram ve cümleler kullanılması buna örnektir.

Sağlıklı yaşam ve toplum anti-kapitalist olmaktan geçer

Abdullah Öcalan “Sağlığını kendi öz imkânlarıyla koruyamayan toplumun temeli, varoluş ve özgürlüğü ya tehdit altındadır veya tümüyle yitirilmiştir” tespitini yapar. Kapitalist tekellerin azami kâr kanununa bağlanan, özel şirketlerin eline teslim edilen insan sağlığı, varoluşunu tehlikeye sokmuş durumdadır. Doğru bilgi ve doğru tespitlerle tedavilerin yürütülüp yürütülmediği bile tartışma konusudur. Yaşam ve sağlık hakkını korumayı, öz iradeye ve örgütlülüğe dayandırma, alternatif sağlık, yaşam ve özgürlük arayışının temel boyutlarından birini oluşturmaktadır. Halkların özsavunmasının temeli ve devlete-tekellere teslim edilemeyecek kadar yaşamsal, hassas bir alanı ifade ediyor.

Jineolojî olarak, toplum ve insan sağlığının, doğal tedavi yöntemleri, şifacılıkla yeniden buluşması gerektiğini savunmaktayız. “Jineolojî, bu diyalektiği, iyilik ve iyileştirme temelinde, toplumsal tarihin başlangıcındaki özüne göre yeniden kurmanın bilimi olarak, sağlık alanını ele almaktadır. Sağlık alanında jineolojîk bakış açısını örerken, kapitalizmin ilkel sermaye döneminde cayır cayır yakılan bilge kadınların sağaltıcı bilgilerini özümsemektedir” tespiti, Jineolojîye Giriş Kitabı’nda yer almaktadır. Modern tıbbın, bilge kadınları cadı diye diri diri yakıp sağlık bilgilerine elkoyarak devlet eliyle geliştirildiği bilgisine sahibiz. Kimyevi ilaçları tamamen reddetmemekle birlikte, kaynağının doğal bitkiler olduğunu bilerek, doğal tıp alanının geliştirilmesi ve bilge kadınların bilgisinin canlandırılması, insan kaderi-sağlığının pazar konusu olmaktan çıkarılmasında hayati rol oynayacaktır. Örneğin tedavisi bulunamayan veya bulunmak istenmeyen solunum yolu enfeksiyonları ve karaciğer hastalıklarını, devedikeni otu ve çekirdeğinin kısa sürede iyileştirebileceğini rahatlıkla söylemek, günümüz sağlık kuruluşlarının bilgi yapılanmasına bir darbe gibi gelebilir.

Bilimi kapitalist zihniyetin etkisinden kurtardıkça ve maddi-iktidar zemininden kopardıkça sosyal bilim başta olmak üzere bütün bilim alanlarının rengi değişecektir. Yaşadığımız coğrafya ve Ortadoğulu halkların doğal ve toplumsal bilgileri, kapitalist modernite tarafından tamamen ele geçirilememiştir. Toplumsal bilgi canlıdır ve halkların bilgi birikimi yaşamını, sağlığını, geçmiş ve geleceğini güvence altına almaya yetebilecek düzeydedir. Savaş ve katliamlarla soykırımın eşiğine getirilen halklar ve özellikle kadınlar, hazine değerindeki bu bilgilerini korumakta; iyi ve sağlıklı insan ve yaşam koşullarını geliştirmek için kullanmaktadır. Bu gerçeklik, kadın bilimi jineolojînin toplum bilim olma iddiasının en güçlü dayanaklarından biridir. Dünyadaki tüm kadınlar, bu bilgi birikimlerini hastalık ve özel savaş yöntemlerine karşı, temel bir özsavunma yöntemi olarak değerlendirebilir, varlıklarını ve yaşamlarını güvence altına alabilir.

Özgür ve ortak yaşam toplumsal çözüm üretir

Virüsün giremediği alanların, alternatif sistem, özgür toplum ve yaşam mücadelesinin, arayışlarının güçlü olduğu alanlar olması, dünya halklarının ve insanlığın yüzünü dönmesi gereken yönü göstermektedir. Zapatistaların özerk yaşam alanlarında aldığı tedbirler, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin komünal yaşam örgütlülüğüne dayanan tedbirleri, coronavirüs salgınına karşı çözüm üreten örneklerdir. Yine doğal yaşam alanlarını terketmeyen köyler, kooperatifler etrafında geliştirilen otonom yaşam alanları, hastalık salgınına ve devletçi baskı ve tecrit politikalarına karşı durabilmiş, yaşamlarını, toplumsallıklarını ve sağlıklarını koruyabilmiştir.

Faşist, soykırımcı, devlet geleneği, Ortadoğu ve Kürdistan’da virüs afetini; savaş ve işgal saldırılarını derinleştirme ve yaygınlaştırma zemini olarak kullanmaktadır. Demokratik ulus çözümüne karşı, Asuri-Süryani, Keldani, Ermeni, Kürt, Arap halkları özel savaş yöntemleriyle karşı karşıya getirilmek, inkar ve imha ile boyun eğdirme politikası derinleştirilmek istenmektedir. Halkların öz iradesine, özyönetimine dayalı siyaset ve sistem arayışı ve örgütlenmelerini büyük bir tehdit olarak görmekte ve ortadan kaldırmanın açık ve gizli saldırıları, toplumsal yaşamı bozma yönelimleri geliştirilmektedir. Türk devleti, Kuzey Kürdistan’da belediyelere kayyum atama, halk iradesini zindanlara kapatma, kadın örgütlerini etkisizleştirme, öldürme, tutuklama vb her türlü sindirme yöntemini devreye koyan bir faşizm uygulamaktadır. Güney Kürdistan’ı işgal ve gerilla alanlarını ele geçirme, Kuzey ve Doğu Suriye’yi işgal girişimlerine karşı, özgür varlığını ve özgürlük alanlarını savunma, sağlıklı ve özgür yaşamın önceliğini oluşturmaktadır. Halkların ortak iradesinin, komün ve meclisler temelinde geliştirdiği örgütlülük hem virüs salgınına ve devletli sistemin saldırı salgınına karşı ortak bir direniş olarak şekilleniyor.

Savaş ve yıkımın yarattığı sonuçları, sağlık, eğitim, yaşam güvenliğini, örgütlülüğünü sağlama, yaşamsal ihtiyaçları komünal çaba ile karşılama, bir yaşam kültürüne dönüşmeye başlamıştır. Kıt imkanlar, ambargo, ağır savaş sonuçları, göçler, birey ve toplum sosyolojisi, psikolojisi üzerinde yarattığı hem maddi hem manevi sonuçlarını aşma ile coronavirüs salgınına karşı mücadele bir arada yürütülmektedir. Toplumsal ve bireysel maneviyatın güçlü olması, kollektif yaşam ve direniş kültürünün moral etkisi, özerk yönetimin aldığı yaşamsal tedbirleri tamamlayan bir rol oynamaktadır. Yaşanan zorluklar, ekonomik zorlanmalar, komün ve meclislerin ekonomik yardımları ile giderilmeye çalışılarak, imkanlar doğrultusunda gelişebilecek salgın durumuna karşı sağlık tedbirleri alınmıştır. En önemli tedbir, örgütlü ve eğitimli toplum olma ve ihtiyaçlarını yerel örgütlülüğüne dayanarak karşılama olmaktadır. Halk herhangi bir sıkıntı ve kaygıya girmemiş, hatta ne yapabileceklerini özerk yönetime kendileri talep etmiş, kendileri tedbirlerini almıştır. Demokratik ekolojik kadın özgürlükçü paradigmanın temel değeri olan ahlaki, politik ölçülerini bu tutumuyla yaşamsallaştırmış, toplumsallaştırmıştır.

Toplumsal kültür ve ahlakın yaşama yön vericiliği etkilidir. Çocuklar yaşlıların anlattığı, kıtlık, hastalık, savaş hikayelerinin yanısıra, hoşgörü, kahramanlık, devrimcilik, ekolojik aşk hikayeleri ile büyümektedir. Her aile büyüğü yeni neslin ilk öğretmeni, yaşam ruhu olmaktadır. Bu nedenle büyükleri, canlı tarih ve geleceğin bir parçası olarak görür, yaşlılarını yaşamlarının parçası olarak ele alırlar. Sistem krizinin yarattığı salgın yaşlıları değersiz kılıp hedeflerken, Ortadoğu insanı, varlığının güvencesi olarak anlamlandırmakta, sahip çıkmaktadır.

Coronovirüs sürecinde güvenli olmayan ev, aile gerçeğinin kadına dönük şiddet ve baskı ile gündemleşmesine karşın, Kongreya Star çatısı altında yaratılan kadın örgütlü gücü ve etkisi ev-aile yaşamında hissedilmektedir. Sorunların tamamen aşıldığını söylemek mümkün olmasa da evin yaşanılır kılınmasında önemli bir yol alındığı belirtilebilir. Demokratik devrim, demokratik aile ilişkilerinin gelişimine yavaş yavaş nüfuz etmekte, erkeğin şiddet eğilimini frenlemekte, kadın ve çocukların yaşamını rahatlatmaktadır.

Ekonomik ve tıbbi ihtiyaçların tartışıldığı platformlarda, kadın öncüler, herkesin hayvancılık, arıcılık, bahçecilik, ziraatçilik vb. yöntemlerle geçinebileceğini belirtmiş, bu konuda yardımlar ve yatırımlar yapılmıştır. Jinwar’da açılan Şifajin ile şifacılık geleneğini canlandırma ve kendi sağlığını koruma ve hastalığını iyileştirmenin doğal, toplumsal yöntemlerinin geliştirilmesine öncülük edilmiştir. Dünyanın önde gelen devletleri savaşa ve savaş tekniğine yatırım yaptıkları bir süreçte, Ortadoğu ve Kürdistanlı kadın yöneticiler doğal gelir kaynaklarına, yerinden yönetim sistemine, eşit ve özgür kadın-erkek ilişkilerine, halkların birlikte nasıl daha iyi yaşayabileceğine dikkat çekmiş, çözümler üretmiştir. Bu çözüm yöntemleri toplumu ikna ettiğinden ve kadının bilinç gelişkinliği, örgütleme düzeyi, emek yönü açığa çıktığından doğal öncü konumuna gelmiş, Kürdistan devriminin bir kadın devrimi olduğu belirlemesi, halk arasında kabul görmüştür.

Kadın devrimi ve kadın etrafında yeniden örülen özgür eşyaşam; hastalık taşıyan erkek egemen zihniyetin dinci, milliyetçi, cinsiyetçi, bilimci söylem, kavram, kuram ve yaptırımlarına alternatif olmaktadır. Jineolojî bu devrimi ve yaşamsal etki alanlarını irdeleyerek, kadın ve toplumların direngen damarlarını canlı tutacak olan demokratik modernitenin bilimsel alanı olarak gelişmektedir.

Kadın devrimi sahasında gelişen bu tıbbi ve toplumsal tedbirler, Kürdistan’ın diğer alanlarını da etkilemekte ve dünya halkları için de bir umut olmaktadır. Dünyanın birçok yerinden kadınlar, dayanışma çağrıları geliştirmiş, kendilerini ruhsal, düşünsel olarak koruma, salgın hastalığa karşı tedbir geliştirme çabası içinde olmuştur. Sömürgeci savaşlara ve salgına karşı direnen Kürdistan kadınının yanında olduklarını ifade etmiştir. Dünya kadınlarının duyarlı, dayanışmacı ruhunu ortaya koymuşlardır. Venezuellalı bir ana, ekolojik ve kadın özgürlükçü Jinwar Kadın Köyü Meclisi’nden erkek şiddetine karşı perspektif isterken; İtalya, İspanya, Fransa ve Almanya gibi Avrupa ülkeleri ve birçok ülke kadınları, kapitalist sistemin coronavirüs salgınına yaklaşımını mercek altına alarak, anti-kapitalist, anti-faşist mücadeleyi yükseltme çağrısı yapmıştır.

Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da, Avrupa’da yaşayan Kürdistanlılar arasında geliştirilen kardeş aile kampanyaları, toplumsal dayanışmanın gelişmesine katkı sunmuştur. Yine dünyanın değişik yerlerinde bulunan kollektiflerin ortak yaşam ve dayanışma ruhunu canlı tutan yardımlaşma çabaları, tecride karşı toplumsal ruh ve sahiplenmenin önemli örnekleridir. Almanya gibi kimi Avrupa ülkelerinde köylerde toplumsal yardımlaşmanın gelişmesi, özellikle ülkelerinden göçmek zorunda kalan halklara dönük yapılan dayanışma çalışmaları, dostluk ilişkilerini ortaya çıkarmıştır.

Jineolojî alternatif bilim yöntemidir

Jineolojî olarak, kapitalist modernitenin bireyci ideolojik yapıları aşıldıkça ve maddi kalıplara indirgenen bilimcilik anlayışı kırıldıkça, kapitalizmin sembol ve ritüelleri bilince çıkarılıp reddedildikçe, halkların özgür yaşam seçimlerini geliştirebileceğine inanıyoruz. Semboller, devletçi zihniyetin kurum ve kuruluşlarını, ritüeller ise ezberlenmiş ve kanıksanmış  geleneklerini ifade ediyor.

Bilgi yapılanmaları özgür tartışmaya dayalı gelişir. Kapalı laboratuarlarda saklı mekanlarda, gizli üretilmez. Toplumsal ve yaşamsal alanların ve ihtiyaçların içinden çıkar ve şekillenir. Süregelen bilgi yapılarını kadın etrafında geliştirilecek olan hakikat çerçevesinde yeniden yorumlayabilirsek ve yorumumuzu anlam bütünselliği içerisinde yaşama uyarlayabilirsek, kadının bilgi çağı kendisini görünür kılar. Aksi takdirde ezberlenen bilgi yapılarını tekrarlamış oluruz. Tekrarlanan bilgi, zaten bir tıkanma içindedir ve bu tıkanma kapitalist sistemin çıkarlarına göre kullanılmaktadır.

Bilgili kişilere aydın denilmektedir. Düşüncedeki duruluk, sadelik ve ışık sözle dışa yansımakta, pratik politikada eyleme dönüşmektedir. Bilgeler, bilindiği gibi ilk şifacılar ya da diğer adı ile otacılardır. Şifacılar sadece belli bir hastalığı ya da ağrıyı iyileştiren kişiler değildir, aynı zamanda doğa ve toplum dengesini gözetenlerdir. Doğanın ve toplumun bozulan dengesini yeniden kurmayı varlık gerekçesi gören, sürekli gözlemleyen kadın öncüleri ve kadın bilgisi olarak ele alabiliriz. Kadın tarafından gözetlenen ve korunan metafizik dengedir. Ruhun, duygunun, aklın ahengidir, maddi ilişkiler de bu ahenge göre şekillenir. Toplumsallığı ören duygu ve düşüncenin mayasını oluşturan temeldir bu. Güncel ve maddi olanı koruma ve tedbir geliştirme ise, bireyciliği en üst düzeyde yaşayanların ve geliştirmek isteyenlerin yöntemi olabilir.

Tüm insanlara, 25 dakikada bir ellerini lavabolarda sabunla yıkama bir tedbir olarak sunuldu. Afrika’da bir yılda susuzluktan ve açlıktan ölen çocukların sayısının 100 bini bulduğu UNICEF raporlarında geçiyor. Birçok insan, ancak içmek için su bulabilmektedir. Yüzyıllardır yoksul bırakılan halkların lavaboları da yoktur. Temizlik perspektifi veren modern bilimin modern sözcüleri, sadece laboratuar zeminlerinde ve sistem okullarının sıralarında ezberlemiş oldukları kavramları halka sunmaktadır. Buna bilimsel yöntem veya sosyal bilim diyemeyiz. İnsan emeğinin piyasaların hammaddesine dönüştüğü bu çağda, kapitalist sistemin bilgisiz uygulayıcılarının topluma bilim adına verebileceği perspektifler de sahte, köksüz, zararlı ve sağaltıcı değildir.

Sezgisel duygu ve düşünceden uzaklaşan laboratuar biliminin kuru akılcılığa dayanan perspektifi, sistem uygulacılarına ait olabileceği ve sadece emek sömürüsüne hizmet edeceğini bilmek önem taşıyor. Bunu bilmek, teşhir etmek, bilim alanında çaba gösteren herkes için devrimsel nitelik taşır ve toplumsal bilimin gelişmesine hizmet eder. Jineolojî bu çabaların toplamı ve etkisiyle, bilimsel devrim sahalarını geliştirme ve genişletme arayışı ve çabasındadır. Toplumların bayram hali, yaşam biçiminine dönüşünceye kadar da bu çaba ve emek devam edecektir.

Yararlanılan Kaynaklar;

Kapitalist Modernitenin Aşılma Sorunları ve Demokratikleşme – Abdullah Öcalan

Jineolojîye Giriş Kitabı

WQF Kurdi Ferheng

Dünya Sağlık Örgütü’nün coronavirüsü hakkında yaptığı açıklamalar

Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin coronavirüs salgını ile ilgili kamuoyuna yaptığı açıklama

( Kaynak: http://jineoloji.org/tr/bilimcilik-ve-covid-19dan-saglikli-cikmanin-yolu-jineolojidir/ )

Editör: Haber Merkezi