Ötekilerin Gündemi

Mukaddes Erdoğdu Çelik

KADER ANI DEDİLER

Yaralı yüreklere ateş saldılar...

1983 yılı, karın ortalığı esir ettiği zemheri ayı. Madende ocaklar çökmüş, grizudan. 263 can teslim olmuş maden karanlığına, cansız bedenleri aranıyor karanlık kuyularda. Madenci evlerinde yaşamlar çökmüş. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar hep beraber, günlerce ağıt yaktılar, ağladılar, sızladılar. Sevdiğini 12 Eylül cellatlarının elinde bırakıp yeni gelmiş, onulmaz yaralı yüreğimle kapandığım bir evde bütün o günlerde o görüntülerinin karşısında hep ağladım hep ağıt yaktım, hep sızladım. Onları önce kurtarıcıları terk etti, davaları bitmez mahkeme salonlarına mahkum oldu, yok ve yoksunluklarıyla baş başa kaldılar, sonra ben de yeniden zorlu hayata karıştım... Gidenlerin ardından dinmeyen acılarıyla ortaklaşmış yaralı yüreğim hiç unutmadı onları.

Bir başka göçük başında bekleyenlere karıştım yıllar sonra. Yaralı yürek oradakilerle buluştu bir kez daha. Bu sefer bir genç kadın gördüm, bekleyenlerin en önündeydi. Ağabeyi varmış kara kuyuda. Yürekten yakarıyordu; ağabeyim olması şart değil, ne olur içinizden biri, sadece biriniz bile olsa, çıkıp gelin ne olur, bir mucize gibi bizi şaşırtın! O kara kuyudan bir kez olsun sağ çıkanı görelim! Gözyaşları sel olup bu dileğe karıştı da o kara kuyu ona tek bir kişi armağan etmedi. En büyük acıların içinde yine de insan olmanın, umudun sesi olarak belleğimde ve yüreğimde durur onun çağrısı.

Üç gündür yine yürekler kanıyor, yüreği kanayan kadınlar, başlarına gelen karşısında çaresiz. Yaralılarını bekleyenler de var elbet ama 41’in bulunan cansız bedenleri çoktan toprakla buluşturulmuş. Arkası malum; işçiyi madende korumayan devlet yine hamaset, kurtarma gürültüsüyle ortalığı dolduran yetkilileriyle karşımızda. Bu kez mecliste yeni kotardıkları sansür yasasıyla, sosyal medyayı da boğazlayarak yürüyorlar. En tepedeki, kağıttan okumaya çalıştığı hamaset nutkunun içine; “kader anı, kaçınılmaz; bugün de yarın da olacak” uğursuz sözlerini yerleştiriveriyor. Onun yerine maden ocakları utanmıştır muhakkak.

***

Bu sabah kendisi de madenci çocuğu bir gazetecinin Amasra maden katliamı üzerine konuşmasına az biraz kulak verdim. Acar programcının sorularını yanıtlıyordu. Maden, ölüm, kader, kot, ihmal iddialarının hepsi boş, derken sözü eski kazalardaki toplumsal duyarsızlıklara getirdi. Ekrana bir başka acar sınıfından gazetecinin tweet serisi geldi; arka arkaya madenler sahasında suçları sıralıyordu.

Her şey çok açıktı. En son Soma’da 301 işçinin cesedi çıkarılmış, devlet, “sermaye sınıfının yönetim komitesi” dir,doğrusunu bir kez daha kanıtlamıştı. “İki gündür gömlek değiştiremeden çalışan” uykusuz bakan(enerji filan falandan sorumlu), sonra Soma sokaklarında patlayan öfkeye saldıran kolluk, baş kalem müdürü ve bir dükkana sığınarak ağzında küfürlerle canını sağlama alan iktidarın başı, hasta sedyesini kirletmekten sakınan maden işçisinin safiyeti... Derken, arka arkaya cenazeler; katliam kirinin üzerine albayraklar örtülmüş, şehit payesi verilmiş madenci mezarları, kan parasına evlerine kapatılmış kadınlar, çocuklar, sızlayan yaşlılar...

Hamasetler arasında duvar gibi mahkemelerde ocak işletmecilerini kurtarma duruşmaları, hayatta kalmış Soma maden işçilerinin haklarını gasp eden saldırganlıklar...

Yıllar devrilirken, sermayedara ödül gibi cezalar, verilir gibi yapıldı, başka bahanelerle işçi avukatları hapse yollandı. Somalı maden işçileri, sık sık düştükleri Ankara yolunda, Manisa sınırlarında durduruldu. İşçilerin yolunu kesen albaya tarihi isyan sözlerini sarf eden sendikacı ise kara toprakta.

Geldik bu kez Amasra’ya. Kaç kez patladı grizu? Kaç ocak çöktü, kaç yün-bin işçiye mezar oldu? Uzun Mehmet kaç bağrı yanık kadının ahını aldı. Kara kömürü kara elmasa çeviren zenginler sultası kaç kez işçi kanı içti ve yine de doymadı?

Üç gündür yas, üç gündür hamaset, üç gündür Amasra yollarını işgal altında tutan, haşmetinden sual olmaz devlet yetkilileri..

İçlerinde biri var ki hele; “teröristi” mekap numarasından tanıyor, yasanın ve de toplum düzenin suçlu saydığı herkesle fotoğraf albümleriyle meşhur. Sanki tüm memleket her şeyi ile ona teslim, en önce o bitiyor patlayan ocağın başında da. Görüntüye kanarsak, herkesten dertli o ama alıcı kuşlar gibi ortamı tarıyor, suçu yükleyecek korunaksız arıyor.. Sınır ötesi insan avlarının yöneticisi, kana doymayan sermaye düzenin sopalısı da. Madende kot 300 ile kot 350 arasında ne olur hiç bilmiyor! Sayıştay raporu, 2019’da Amasra’da patlama riskini göstermiş, 6 ay önce Zonguldak milletvekili bu riski tekrar açıklamış. Bakan 3 ay önce gidip görmüş ve; Amasra Kaya gibi sağlam demiş. Onlardan da bihaber elbet.

***

Az önce ekrana düştü yeni bir haber: Devletimiz Çıldır ovasında, sondaj cihazıyla Malazgirt Zaferini arıyor! Amasra çökmüş, ne önemi olabilir ki Malazgirt Zaferinin yanında!

Kara kömür kuyuları, ölümler, sorumluların sınırsız sorumsuz halleri eskiden beri var elbet. Şimdi sadece kömür değil sarı altın peşindeki sermaye grupları ve iktidar, memleketin bütün dağlarını, tepelerini dımdızlak bıraktılar, siyanürle sarı altını arıyorlar, küçücük derelerin sularını bile gasp ediyorlar, yeni Çernobiller yapıyorlar.

Beyaz ölüm kavramı vardır, görünür olmayan kayıp ölüler için... Siyanürlü ölümler bu türden işte; grizu gibi birden patlayıp yok etmiyor, zamana ve nedenlere yayıyor ölümleri, bu yüzden görünmez kılıyor. Durum bu.

Neoliberal kapitalist politikalar, karı maksimize etmek için, hak ve örgüt, insanca yaşam standardı ne varsa yuttu, ortalığı sermaye sınıfı için hakiki cennet yaptı, çalışanlara da çehennem düşecekti. Kader sözlerinin arkasında gizli. Amasra kaç yazar onlara? Yaralı yüreklere ateş saldılar bir daha.

Kader, fıtrat safsatalarını en yetkili ağızdan dinleyen memleketteki uyuşukluk ya da zoraki itaat hali. Biri pelteleşmiş halk diyor, birileri ahmaklık filan...

Sokakta testi mümkün zamanın büyük gerçeği...

Eminönü- Kadıköy motoru; özelleştirmenin, örgütsüzlüğün gücüyle kar krallarından birinin malı... Pazar sabahı... Kader, diyor kantincisi ama koli halinde mendillerin marketlerden niye kaybolduğunu bilmiyor! Kendi eline geçmiş ama. Bir tekini beş liraya satıyor!Ben kazancımı bilirim edasında, aldırışsız bakıyor...

Sahil Güvenliği şeritli lacivert eşofmanlı genç adamsa kimlik kontrolü yapıyor! Kimlik numaralarını kulağındaki telefondan yazdırıyor birine, sonra geri veriyor sahibine kimliğini. Niye? Rutin. Hangi rutin? Demek suç işlerinin eli buralara kadar ulaşmış... Sahil güvenlikçilik de sahteydi muhakkak, işini bitirince sintineye doğru indi, gitti.

Ne kadar da yumuşak devlet! Niye itiraz ediyorsun be kadın bakışları....

Kaderci halk havasız motorda, camları açmaya bile yeltenmeden, açsak ya diyene tuhaf bakarak üstelik, karşı kıyıya geçtiğine şükür içinde. Amasra, ah vah ve de kader dışında gündeminde değil ki! Ne yapsın?

Yaşamın diyalektiği yakaları bırakmıyor oysa. Her yerde; her şeyde, her olayda birbiriyle ilişkileri bulup seriyor önüne insanın; hem de her şey birbirinden etkilenir, katmerli, bir o kadar beklenmedik sonuçlar çıkara çıkara...

Bu halkın adına ana muhalif, toplu ziyaretleri, özel seçilmiş taziyeleri ihmal etmiyor, dünü bugünü kıyaslayarak maden kıyımlarının bilançolarını çıkarıp gösteren uzmanlarıyla coşuyor sağ olsunlar.. İşleri bitiyor; olası bütün ihmallerin hesabını soracağız diyerek işlerine dönecekler.

Onun adına her çeşitten öncü de bir şeyler yapmaya çalışıyor.. Protesto basın açıklamaları, madendeki sömürü düzeni gerçeği açıklamaları, heyet kurup katliam bölgelerine gitmeler ve dönmelerle meşgul göründüler ilk günler. Elbet yapılan her şey kıymetli, hiçbiri boşuna değil, diyalektiğin yasaları orada da işliyor. Kartal mitinginde koca flamalar ve koca pankartlar arasında sayısını sayamadığımız öncüler, öncü iddialılar Amasra gerçeğinin sadece cinayet bölümüyle ilgilenmekten vaz geçerler mi; Suç İşlerinin Kürt cinayetleriyle, maden cinayetlerinin aynı kökten geldiği gerçeğiyle ayağa kalkma yollarını bulurlar mı dedirtiyor insana. Yapılan, edilen hayat karşısında öylesine kifayetsiz işte.

Edirne’den bir tweet düşüyor; kimse daha fazla hamaset etmesin, iş kazaları denen şey, kasıtlı iş cinayetleridir; çözümü de halkçı bir ekonomi ve demokratik bir düzendir, diyor. Bu söz/öz eyleme düşer mi, siyasete can verir mi? HDP, Kuruluş etkinliklerini iptal ediyor, yasa geçiyor. İşçi katliamlarıyla hesaplaşma toplantılarına dönüşemez miydi, işçi mücadelesiyle buluşmalara evriltilemez miydi, HDP, o etkinlikleriyle, hani programında hep dediği gibi, İşçilerin Partisi olamaz mıydı, diye düşündürüyor insanı...

Kocaman sözlü, kocaman bütçeli işçi sendikaları ne yapıyor, ne yapacak bilmiyorum. İçlerinde 31 yıl önce Zonguldak’ı ayağa kaldıran, Ankara’ya yürüten yürekler çıkacak mı? Amasra’da Soma’da hakkı gasp edilmiş kazazede işçilerle yıllarca nöbete duran direnişçi sendikacılar çıkar mı; onu da bilmiyorum... DİSK ne yapar, bir zamanların görkemli işçi direnişlerinin kaleleri yıkıldığından beri önünü görmeyi öğrenemeyenler yeni yollara varır mı? Yoksa sessiz çoğunluk, yine televizyon yorumcularının açıklamalı öfkeleriyle iktifa etmekle malul haline, sosyal medyaya yüklenmeye devam mı eder?

***

Bu arada haberler akıyor; İran’da isyan görüntüleri, halk bir aydır sokaklarda; kadınlar ve gençler özellikle, bütün şiddetine karşın teslim olmuyor molla rejimine; Jin Jiyan Azadi belgisiyle; defolacaksın diye haykırıyorlar... İran yanı başımızda, 43 yıl sonra, Yeni Çeltek Maden Grevinden 44 yıl sonra bir daha sarsılıyor. Jeolojik değil, toplumsal devrimle, hem de kadın devrimiyle...

Amasra ile dolu üç günün bilançosu içinde gözden kaçırılan esas gerçek şu:

Hepsi de köylerinde, şehit mertebesiyle gömülü 41 işçi bedeni başında ve evlerinde genç- yaşlı, eş-ana ya da sevgili ya da kız çocuğu bütün kadınlar, yaralı yürekleri, acı ve yoksunluklarının çaresizliğiyle baş başa mı kaldılar? Sus payı- kan payı, devlet – sermaye- erkek düzenin hayatta kalışlarına kiniyle, husumetiyle, çocuk ve yaşlılarıyla birlikte baş etmekle yükümlü sayılacakları yeni zorlu hayatın kabusuyla uyur uyanık haldeler mi? Katliamdan geride kalan/ kalacak fatura asıl onlara kesildiğinden bihaber mi? Ya bütün hamaset erbabı, muhalifi, öncüsü; habersiz mi?

O kadınlar ki, bu çağda bile hala en ağır işçiler- Jine Mahsa’dan beri tüm dünyada adları jiyan’la, birlikte anılanlar- yeni ve özgür dünyanın asıl kurucu akıl ve işçileridir de. Asıl mesele, onlara uzanacak, uyaracak akıl ve eller nerede?